ANNE TÜM COĞRAFYALARDA ANNEDİR

ANNE TÜM COĞRAFYALARDA ANNEDİR


 

Gökyüzünü aydınlatan bombaların karanlığı kaplamıştı yüreğimi. Üst üste gelen, hiç bitmeyecekmiş gibi hissettiren yıldırımlar, kulak zarımı delip beynimin içine düşüyordu sanki. En devasa gök gürültüsü fısıltı gibi kalırdı, patlamaların çığlığı yanında… Gece boyu süren bombardıman nihayet durmuştu sabaha doğru. Neşeyle güne başlamalarına alıştığım koca binaların yıkıntıları arasında koşmaya başlamıştım, hiç bilmediğim bir endişeyle. Korku, panik, acı, telaş, ne kadar negatif duygu varsa, hepsi çevreme doluşmuş ve birer harita çizmişti çehreme. Her adımda cansız bedenler değiyordu ayağıma. İncitmekten çekinerek çeviriyor ve en az onlar kadar ölü bakışlarla bakıyordum, minnacık inci tanelerinin yüzüne… Her yer sularla kaplıydı ve yaşıyorlarsa da boğulacaklardı. Bir başımaydım; zaman en azılı düşmanımdı… Kıyafetlerinden tanıdım, suların içinde taş gibi hareketsiz yüzen küçücük kızımı. İnanmayı kati surette reddeden bir inançla baktım nabzına. Buz gibiydi minnacık elleri. Parmakları morarmıştı. Darmadağınıktı, gözlerini kapatan saçları. Nefes alıyor, nefes veriyordu. Göğsüme bastırıp ısıtmaya çalıştım donmuş yanaklarını. Nereye gideceğimi bilmeden koşarken, daha da küçük yeğenim çıktı suyun yüzeyine. Bir görünüp bir kayboluyor, yaklaşmaya çalıştıkça hızla uzaklaştırıyordu akıntı. Bata çıka yakalıyordum; her defasında ellerimin arasından kayıp düşüyordu. Bir baktığımda nabzı atıyorsa, bir sonrakinde tık yoktu…

Tepemden hiç bombalar yağmadı. Ne ben, ne yakınlarım, ne ülkem bombardımana uğramadı. ABD’nin Irak’a saldırdığı zamanlardı. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Öldürülen her kardeşimizle biraz daha ölecek içimiz. Kadınlarımızın ırzına geçildikçe, bizim şerefimiz kirlenecek. Kutsallarımız çiğnendikçe, insanlığımız ayaklar altında ezilecek. Çocuklar vuruldukça, beynimizden vurulacağız. Yaralanmış bebekleri gördükçe, yüreğimizi daha çok kanatacağız.” dediğim günlerdi. Büyük ihtimalle, sürekli bu düşüncelerle meşgul olmamdan sebep gördüğüm bir rüyaydı. Tüm benliğimi öylesine etkilemiş ve hafızama öylesine yer etmişti ki, bunca yıl sonra ilk tazeliğiyle sık sık hatırlarım bu rüyamı. Nasıl unutabilirim ki; oğlumu, kızımı, yeğenlerimi ve yerde yatanlarda bir hayat belirtisi arayışımı? Mümkün mü unutabilmem; o günkü çaresizliğimi, yalnızlığımı, endişemi, ıstırabımı?..

Ben bir anneyim. Dünyanın, ülkemin ve Filistin’in anneleri gibi bir anneyim. Çocuklarıma ve onlardan ayırmadığım yeğenlerime değil sadece, bütün çocuklara karşı annelik hissi taşırım… Anne ile çocuk arasındaki sevda, en iptidai iptila. Doğmadan önce başlar, uzanır sonsuza. Çocuklarının saçının teline zarar geleceğini fark etse, devleşecek hatta devletleşecek bir potansiyel vardır annelerde. Gönlü karartılmışsa evladının; karşısındakinin sayısına, gücüne bakmadan gözünü karartır, anne denilen efsane. Canı yakılmışsa; Neron gibi Roma’yı ateşe vermese de, bir dragon çıkar içinden, içini tutuşturan alevlerle. Gelecek tehlikeyi sezse, tetikte bekler gece gündüz uyumadan. Sahip olduğu fiziksel takat tamamen tükenene dek; tokat gibi patlamaya devam eder, uzak tutmak istediklerinin yüzünde. Bileği bükülse de, damarlarındaki son damla kan dökülmeden vazgeçmez ciğerparelerini korumaktan. Tek başına, dünyanın en kalabalık ordusudur anne. Fakat ne kadar dirense de narin yapısı elvermez, gözlerinin önünde serinkanlılıkla katledilen çocuklarını kurtarmaya.

Ben bir anneyim ve en çok Filistinli anneleri düşünüyorum bu aralar. Gece uyurken bombalanan evlerini, gözlerini açar açmaz evlatlarının ölü bedenlerini görmelerini. En kıymetli defineleri olan çocuklarını her gün defnetmeye devam etmelerini. Allah yolunda feda etmekten memnun olsalar da, yüreklerinden gözlerine sızan kederi. Şehit olduklarında bütün çocuklarının aç olduğunu söyleyen kadının çaresizliğini. Tıbbi malzeme olmadığından yaralı bebeğini tedavi ettiremeyen annenin yeisini…

Anneler en çok da, çocuklarını koruyamadıklarını düşündüklerinde kendilerine yüklenir ve suçlu hissederler. Hatta düşman kabul edip kendileriyle savaşa girerler. “Bütün çocuklarım şehit oldu. Bu son çocuğumdu. Hemen götürmeyin, doyamadım.” diyerek gözyaşlarına boğulan Filistinli hanımefendi geliyor aklıma. Yapabileceği hiçbir şey olmadığını bilse de, veda edebilir mi; “onları koruyacak bir vefa gösteremedim.” duygusuna?.. 13 yaşında kızının kaçırılıp tecavüze uğramasıyla nasıl başa çıkabilir Filistinli anne? Elbette önünde set olur, yerlerde sürüklenir; yavrusunu vermemek için zalime. Yeter ki kızına dokunmasınlar diye, ölüme de rıza gösterir seve seve. Lakin bilir ki; canını vermekle engel olamayacak siyoniste. Çok ister ölmeyi de; başlarına ne gelirse gelsin evladına destek olmak, acılarını hafifletmek hatta hepsini yüklenmek için yaşamak mecburiyeti de hisseder aynı anda. Sıkışıp kalır, gitmekle kalmak arası bir arafta…

Sadece Filistin’de mi annelerin dramı? Doğu Türkistan’da çocukları ellerinden alınan, hapishane gibi parmaklıklar ardından görüşmelerine nadiren imkan tanınan annelerin üzüntüsü, yerle gök arasını doldurmaz mı? Hayattayken öksüz ve yetim bırakılmıştır yavrucakları. Dinine, milletine, özüne düşman yetiştirilmeleri de cabası. Hem dünyaları çalınmak istenmektedir hem ahiretleri… Yavrusunu kapmaya kalkana kaplan kesilir de anne; gayrimümkündür bazen sırtlanların pençelerinden çekip kurtarmak. Bin türlü işkenceyle eşi evinden götürülen ve Çinli bir erkekle aynı evde yaşamaya mahkum edilen bir kadın ne yapabilir? Kendini öldürtecek isyanda bulunsa, çocuklarının Çinli ile baş başa yaşamasını nasıl kabullenecektir? Ne çare olabilir; kızının bir Çinliyle zorla evlendirilmesini seyretmek zorunda kalan Doğu Türkistanlı annenin çaresizliğine? Yeter mi kuvveti; ismi işkenceyle bütünleşmiş tek ülkenin zulmünü engellemeye?

Kaç yaşına gelirse gelsin, çocukları hep küçücüktür anne-babalarının nazarında. Çok çabuk üşüyüp hasta olmama rağmen kendime pek dikkat etmediğimden, her sene kışlık çoraplar alır mesela babam bana. Getirdiği şekeri, şehit olan evladının kefenine koymak isteyen babayı gördüğümde olduğu gibi, çocuğuna aldığı çorabı ancak şehit olduktan sonra giydirebilen Filistinli babayı izlerken yine babamı gördüm karşımda. Videoya bakamadım daha fazla. Şayet hayattaysa o Filistinli beyefendinin eşinin, o an nasıl bir halet-i ruhiye içerisinde olabileceğini düşündüm sonra. Şehit evladına mı yansın, eşini teselliye mi çalışsın? Seyretmeye dayanamadıklarımızı, yaşamaya dayanıyor Filistinli kardeşlerimiz. Biliyorum ki; gözlerimizi kapamakla vebalimizi bertaraf edemeyiz.

17 yıl beklemelerinin ardından doğan bebeğini ancak 78 gün sonra kucağına alabilen Gazzeli baba canlandı zihnimde. Neler hissetmiştir çiçeği burnunda anne, 78 gün süresince? Çok seneler boyunca hasretle beklenen bebeğine sevinebilmiş midir, binlerce ölüm yaşanırken? Babası çocuğunu görebilecek mi, görmeden ölecek mi endişesini atabilmiş midir içinden? Dünyaya yeni gelmiş yavrusunu bombalardan koruyamayacağı korkusuyla, bir kerecik uykuya dalabilmiş midir derinden? Ya, doğumuyla ölümü arasında 24 saat bile geçmeden evladını kaybeden anne? Hangi söz avuntuyla doldurabilir, bir gün dolmadan bomboş kalan avuçlarını?

Yaşamak mı zor Filistin’de, yoksa ölmek mi? Şehadete ermek elbette makamların en güzeli ve en yücesi. Lakin son nefesini verirken bile çocuklarını düşünmek vardır anneliğin fıtratında. Evlatlarını geride bırakıp gitmek kolay mıdır, orantısız güce direnilen bir savaşın ortasında? Kim sahip çıkacak, kim el uzatacak ciğerparelerine? Kim sarılacak, bombalar yağarken üzerlerine? Yemen’den başka kim yanında oldu Filistin’in, fiili manada?

Ben bir anneyim. Ülkemin, Filistin’in ve dünyanın bütün çocuklarını kapsar annelik hissim. Doğu Türkistan’daki, Filistin’deki anneler kadar yanmasa da içim, zulme uğrayan her çocuk karşısında alevlere teslim olur yüreğim. Anneleri en iyi anneler anlar. Bundan sebeptir belki de, 57 Müslüman ülkenin liderine gösterdiğim büyük tepkim. Bir anne olarak, bütün anneler ve şehit çocuklar adına, en çok da kendi ülkemin liderine yüklenirim. Bir yandan Burak Erdoğan ve Erkam Yıldırım’ın israile ticaretini belgeleriyle sunan gazeteci Metin Cihan’ın haberlerini mahkeme kararıyla sildirmek isteyeceksiniz; bir yandan Galata Köprüsü’nde yürüyüp, halkın yükselen tansiyonunu düşüreceksiniz. Bir taraftan yapılan ticareti herkesin görebileceği İTO’nun sitesini bakım bahanesiyle kapatacaksınız; bir taraftan Mısır’a gidiyor gösterip, israile gemileri ulaştıracaksınız. Netanyahu’nun savaş suçlusu olarak yargılanması için BM’ye başvurduğunuzu her konuşmanızda dile getirirken, bu yönde kendilerine başvuran ilk ve tek ülkenin Güney Afrika olduğunu BM’den öğrenmemize de sebep olacaksınız

Her gün, her gece bombardımana tutulan, katliama uğrayan bizim çocuklarımız olunca mı anlayacaksınız; dünyanın bütün zalimlerinin toplanıp saldırdığı Gazzeli anneleri? Ülkemizden fiili müdahale gelmedi diye, siyonistler Arz-ı Mevut hayalinden vazgeçip bize mi bırakacaklar sanıyorsunuz; doğu ve güneydoğu bölgelerimizi? Hala idrak edemiyor musunuz; Gazze düşerse sıranın Türkiye’ye geleceğini? O zaman da savunabilecek misiniz, israille yapılan ticareti? Yeterli görecek misiniz; miting yapmakla ve konuşmakla yetinen liderlerin tepkisini? “Devlet aklı” deyip yanında duracak mısınız; İncirlik’ten mühimmat, Kürecik’ten istihbarat temin edenlerin? Anlayışla karşılayacak mısınız; evlatlarınız üşürken ve hastanelerde oksijensizlikten ölürken, Ceyhan’dan siyoniste petrol sevkiyatını?

Anne demek: Aç kalıp çocuklarının karnını doyurmaya gayret eden kimse demektir. Evlatlarına verecek bir lokma ekmek bulamıyor bugün Gazze’nin anneleri. Anne demek: Kendisi üşüdüğünde kalkıp önce çocuklarının üstüne battaniye örten kadın demektir. Değil evlatlarını soğuktan koruyacak battaniyeye, barındıracak eve sahip değil bugün Gazze’nin anneleri. Anne demek: Çocukları yaşasın diye seve seve ölüme giden; acı çekmesinler diye bütün dertlerini üstlenen kişi demektir. Ölüyor fakat yavrularını hayatta tutamıyor; acı çekiyor fakat evlatlarının yaralarını saramıyor bugün Gazze’nin anneleri… Bir rüya değil Filistin’de yaşananlar. Uyanınca bitmiyor. Gözlerini açsalar da, kapatsalar da geçmiyor.

Ben bir anneyim ve bugün doğum günü biricik prensesimin. Gelişiyle dünyamı gülistana çeviren gülümün canını yakanın hayatını cehenneme çevirmek isterim. Şiddete karşı olsam da, çocuklarımın kalbini kıranın; ağzını, burnunu kırmak geçer içimden. Gözlerindeki bir damla yaşın müsebbibini, mendil gibi dümdüzleştirmeye teşebbüs de edebilirim. Bütün kainat birleşip bir gülüşlerini eskitmeye, bir mutluluklarını eksiltmeye çalışsa; tereddütsüz karşılarına dikilirim. Çünkü ben; dünyanın, ülkemin ve Filistin’in anneleri gibi bir anneyim. Evlatlarım için canımı ortaya koymak fıtratımda var benim.

Adı gibi etrafına nur saçan, varlığıyla ömrümde baharlar açtıran, yüreğinde her daim Kudüs sevdası taşıyan, Rab’bimin en güzel lütuflarından biri olan Aksa Kuşu’mun şahsında; Filistin’deki, Doğu Türkistan’daki tüm çocuklarımızın da doğum günüyle birlikte yaşadıkları ve yaşayacakları her anı kutluyorum. Güzel prensesimin de, bütün evlatlarımızın da; zulümlere son vermekte ve yeryüzüne Hakk’ı hakim kılmakta pay sahibi olmalarını diliyorum.

Selamlarım ve saygılarımla…