Başörtülü Kızlar Felsefe Bilmek Zorunda Mı?

Başörtülü Kızlar Felsefe Bilmek Zorunda Mı?

Başörtüsünün ülkemizde, 1980’den itibaren kamusal alanda yasaklanma ve serbest bırakılma çabalarıyla dolu uzun bir serüveni oldu. Zaten ev içerisinde değil, kamusal alanda uygulanması gereken dini bir vecibe olan başörtüsünü çıkarmak istemediği için okulunu bırakmak zorunda kalan, fakülte birincisi olmasına rağmen konuşma yapmasına izin verilmeyen, eylemler esnasında coplanan, hamile olup bebeğini düşüren, asker oğlunu görmek için gelen fakat kışlaya alınmayan birçok kadın olmuştu. Örnekleri fazlaca çoğaltabiliriz. Lakin ana fikirden uzaklaşmamak için burada sadece bilmeyenlere merak ettirmek, bilenlere hatırlatmakla yetinelim. Bu kadınlardan olayları en az hasarla atlatanlar ülkesinden ayrılıp yurtdışında eğitimine devam edenler olmuştu. 1 Ekim 2013’te açıklanan demokratikleşme paketi ile kısıtlayıcı hükümler uygulamadan kaldırılmış, ülkemiz yasal olarak en uzun başörtüsü serbestliğinin yaşandığı sürece girmişti.

On yılı aşkın süredir bu serbestlik başörtülü kadınların kamusal olan ve olmayan her alanda yer almasına, başörtüsünün yaygınlaşmasına imkân tanıdı. Fakat bu yaygınlık bazı tuhaflıkları beraberinde getirmeye başladı. Örneğin artık bir tesettür modası vardı. Abdest geçiren makyaj malzemeleri, alkolsüz içkiler, sadece kadınların girebileceği muhafazakâr eğlence mekanları… Önceden başörtülü kadınlar eğitim haklarını alabilmek için mücadele ederken hangi ara artık aralarından bazıları içkili eğlence mekanına alınmadıkları için şikâyet eder olmuştu?

Yazıma kışkırtıcı ve irrite edici bir başlık verdiğimin farkındayım. Müslüman zihnin meşgul olması gereken meselelerin bütün sorumluluğunu başörtülü kadınlara yüklüyor gibi göründüğünün de. İsmet Özel’in “Başını Örten Kızlar Felsefe Bilmelidir” eserinden ilhamla verdiğim bu başlığı aslında biraz rahatı kaçırmak biraz da dikkat çekmek amacıyla verdim. Zaten insaflı bir okur, okumasını tamamladığında bunu anlayacaktır.

Sosyal medya kullanımının artmasıyla her şeyin görünürlüğünün de arttığı bu ortamda neredeyse her şeyin muhafazakâr alternatifleri, tesettürlü influencerlar -ve evli olanların eşleri- eliyle pazarlanıyordu. Kapitalizm, modernizm ve emperyalizm gibi akımlar son hızla sürerken buna karşılık olarak Müslüman zihin neyle meşgul oluyordu? Esasında zaten bu -izm’ler için amaçlarına hizmet ettiğimiz sürece tesettürlü olup olmamamız herhangi bir şey ifade etmiyordu. Amaç; tüketim çılgınlığı, her şeyin meta olarak görüldüğü açık pazar haline gelen bir dünya ve emperyal devletlere hizmet. Tükettiğimiz ürünlerin tesettür malzemesi olup olmamasının hiçbir anlamı yok, tüketmemiz yetiyordu. Bir ürün önce ihtiyaçmış gibi gösterilip sonra hangi markanın kalitesi en iyiyse (bir diğer ifadeyle hangisiyle reklam iş birliği yapılıyorsa) tavsiye ediliyordu. Tükettiğimiz her şeyin yaşamımızı dolayısıyla düşünme biçimimizi ne kadar çok etkilediği bir başka yazının konusu olsun. Zira bu yazının konusu acaba Müslüman zihinler etrafında olan biteni anlamak adına her hangi bir düşünme çabasında bulunuyor mu? Yani esasında “Felsefe bilmek” ile kastım Thales, Sokrates, Platon… vs. felsefesini bilmek değil. Zaten hiçbir muhafazakâr sırf muhafazakâr olduğu için yobaz olmadığını kanıtlamak adına üst düzey bilgi, görgü, felsefe, yabancı dil bilgisine sahip olmak zorunda da değil. Burada felsefeden kastım tamamen kelime anlamıyla sistematik düşünme eylemi. Asgari bir Müslüman zihnin “Bu yapıp ettiğim benim değerler bütünüm içerisinde tutarlı bir yere oturuyor mu?” diye düşünmesi. Örneğin ben bir muhafazakâr Müslüman olarak alkolsüz içki bulunan muhafazakâr bir diskoya gidebilir miyim? Yahut yer yüzündeki en mukaddes mekân olan Mescid-i Haram’da evlenme teklifi edebilir miyim? Yahut çok becerikli bir tasarımcı olabildiysem yaklaşık seksen yıldır masum insanları (ve dahi müslümanları) katleden İsrail’e ekonomik destek veren bir markanın yüzüne kıyafet tasarlayabilir miyim? Burada odağa aldığım nokta haram veya günah olmak değil; kendi varlık, bilgi, değerler sistemimiz içerisinde tutarlı bir yere oturup oturmamak. 2014 yılında merhum yazar Alev Alatlı, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri'nde manifesto kabilinden bir konuşma yaparken “Yasal ama helal değil” şeklinde yasal ve helal ayrımı yapmıştı. Benim ise burada dikkat çekmek istediğim husus “Helal olabilir ama tutarsız.”

Müslüman zihin her ne kadar zaman zaman -izm’lerin hegemonyası altında kendiyle çelişmekten kendini alıkoyamasa da en azından kendiyle çeliştiğinin bilincinde olmalı, üzerine düşünmeli ve belki de bir gün artık aksiyon almalı.