ÇIPLAK ARAMANIN BELGESİ OLUR MU?

ÇIPLAK ARAMANIN BELGESİ OLUR MU?

İşlem ve eylem sahiplerinin icraatlarını hatırlamadıkları ya da inkâr ettikleri durumlarda belge sunulması şarttır. “Söz uçar yazı kalır” misali her hukuksuzluk yazıya dökülerek kayda geçirilmelidir. 

21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde, Aralık 2020 ortasında, Türkiye gündemi bir süreliğine “çıplak arama” oldu. OHAL döneminde Kanun Hükmünde Kararnameyle görevden ihraç edilen insan doktor, yılmaz hakları savunucusu ve gerçek bir milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu tarafından gündeme getirilen iddialara göre; kadınlar bazı emniyet müdürlüklerinde ve bazı ceza infaz kurumlarında çıplak aramaya maruz kalmıştı. Sonrası malum; yarattıkları fetö canavarı kılıfıyla vatandaşlara her türlü zulmü reva gören kara vicdanlılar en son şu cümleyi kurdular: Çıplak aramanın belgesi var mı? 

Yazımızın çıkış noktası da bu soru oldu. Konuya, sinema oyuncuğu kadar bir düşünce ve fikir insanı olduğunu ancak aynı yayınevinde (İleri Yayınları) buluşunca çok sonradan öğrenebildiğim kıymetli hemşerim ve üstadım İlyas Salman’ın çok sevdiğim bir sözüyle başlayalım; “Hak yiyen kadar hakkını yediren de suçludur.”

Darbe ve olağanüstü dönemlerde durumu fırsata çevirmek isteyen iktidarlar hukuksuz işlem ve eylemleri sağanak yağmur gibi vatandaşın başına yağdırır. Başarısız 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra gerçekleşen 20 Temmuz “Ohal Darbesi”nden sonra da iktidarın hukuksuzlukları yağmur gibi yağdığı gibi yaptığı zulümler de arşa vardı. 

Burada zulümlerin neler olduğundan değil de neyin eksik olduğundan neden böyle olduğundan söz edeceğiz. Bilinmelidir ki olaylar tek taraflı değil daima iki taraflıdır. Bir fizik kuralı olarak etki tepkiyi doğurduğu gibi tepkisizlik de etkinin devam etmesini sağlar. 

Konumuza gelecek olursak, çıplak arama konusundaki iddiaların doğru olduğu bizzat olayları yaşayan kadınların bu konudaki video ve mesajları sosyal medyada paylaşmaları yanında konunun mevzuatta yer aldığının ve istisna olarak uygulandığının Adalet Bakanlığınca açıklanmasıyla teyit edildi. 

Gördüğümüz kadarıyla, Kanunlarda yer alan ve bireyler aleyhine olan ne kadar istisnai düzenleme varsa 20 Temmuzdan sonra kural haline getirilmiştir. Yani şartların oluşup oluşmadığına, uygulamanın gerekip gerekmediğine bakılmaksızın istisnalar kural olarak uygulanmaktadır. Örneğin; kişilere kelepçe takılması istisna takılmaması kural olmasına karşın; ev kadınına, öğretmene, askere, polise, doktora, yaşlıya, gence, esnafa istisnasız, çoğu zaman da istisnanın istisnası olan ters kelepçe, takıldığını gördük ve görüyoruz. Benzer şekilde çıplak aramanın uygulanması için mevzuat makul ve ciddi emare (şüphe değil) bulunması gerektiği halde istisnasız uygulanır oldu. Kaldı ki bir konunun yasa veya yönetmelikte yazması onun anayasaya ve evrensel hukuk normlarına uygun olduğunu göstermez. Öyle olsaydı yasaların iptali için Anayasa Mahkemelerine gerek olmazdı.

Bu noktada iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batırmak gerektiğini düşünüyorum. İstisnaların kural haline gelmesinde ve kötü uygulamaların devam etmesinde uygulayıcılar kadar mağdurların da kabahatli olduğunu düşünüyorum. Zira haksız, hukuksuz uygulamalara maruz kalanlar olarak bizlerin hakkımızı yeterince aramadığı ve yasaların verdiği hakları kullanmadığımız kanaatindeyim. 

Örneğin; şartları oluşmadığı halde çıplak aramaya maruz kaldığımızda olay günü veya sonrasında kendimiz veya vekilimiz veya yakınımız bu olayı kâğıda kaleme dökerek veya elektronik ortamda başvuru yaparak kayda geçirdik mi? Hayır! 

Örneğin; dağda, köyde, sınırda kaçarken değil de kapımızı açtığımız hatta bazen adresi tarif ettiğimiz kolluk evimizde üzerimize çullanıp yere yatırıp ailemizin gözü önünde kelepçe taktığında buna itiraz ettik mi? Tutanaklara şerh düştük mü? Dilekçe yazarak uygulayıcıları şikâyet ettik mi? Hayır!

Örneğin; kolluk, koruma tedbirleri (yakalama, arama, el koyma, gözaltına alma, nezarethaneye koyma vb.) sırasında bize “fetöcü, terörist, hain, alçaklar, katiller” gibi sözlerle hakaret ettiğinde, kötü davrandığında sesimizi çıkardık mı, itiraz ettik mi, şikâyet ettik mi? Hayır! 

Örneğin; sözde bazı yargı görevlileri duruşmada “senin örgüt üyesi olduğun belli, sen de neden o bankaya para yatırdın bak işte sonra böyle olur, aleyhinde ifadeler var boşuna inkar etme, askeriyeye girdiğine göre kesin örgüttensin” vb. zırvalarla “ihsası rey” yaptıklarında itiraz ettik mi, reddi hakim veya savcının reddini talep ettik mi, HSK’ya şikayet ettik mi? Hayır!

Örneğin: ev sahibi “ben fetöcülere ev vermem evimden çıkın” dediğinde; su aboneliğini kapatırken belediye görevlisi “hainlere bir de para mı vereceğiz” diyerek güvence bedelini iade etmediğinde; belediye dükkan açmak isteyene “güvenlik soruşturman olumsuz sana ruhsat vermem” dediğinde; işveren “fetöcülere iş veriyor dedirtmem, tazminat da vermem onun için sen istifa et çık git” dediğinde; banka hesap açmadığında, kredi kartı vermediğinde, kredi vermediğinde; Valilik “sen khk’lı olduğun için yüzde doksan engelli çocuğundan dolayı bakım ücreti vermem” dediğinde;  lafa gelince “insanı yaşat ki devlet yaşasın” sloganı atan belediye “khk’lı aileye gıda yardımı yapmam” dediğinde; askerde “bunlar haindir, silah vermeyin” dendiğinde; bir başvuru yaptığında devlet memuru “senin hakkın yok, dilekçeni almıyorum” dediğinde; ihraç edilen asker personel “sen khk’lısın kışlaya giremezsin” denilerek lojmanda oturan ailesinin yanına alınmadığında; üç kişilik nezarethaneye on kişi konulduğunda, doğru düzgün yemek verilmediği gibi dışarıdan yemek de engellendiğinde, mevsim şartlarına uygun ısıtma soğutma sağlanmadığında, insani şartlar sağlanmadığında; cezaevinde sekiz kişilik koğuşa yirmi altı kişi konulduğunda, talep ettiğin kitap verilmediğinde, her şey eziyet olsun diye zorlaştırıldığında; avukatlar davaya bakmak için fahiş ücret talep ettiğinde; zamanında seni herkesten güvenilir gören komşun seni gördüğünde yere tükürdüğünde, marketlere karşı ayakta kalsın diye alışveriş yaptığın mahalle esnafın sana bakıp “terörist geliyor, dikkat edin” dediğinde; savcı kılıklı adamlar eşinin malına çocuğunun nafakasına tedbir koyduğunda; iftiracılar sana iftira attığında; kolluk evrakta sahtecilik yaptığında; açığa alınan tutuklanan memura “bunlara maaş verilmez” diyerek maaş verilmediğinde; üniversiteler “khk’lılar lisans üstü eğitime başvuramaz” dediğinde,

Velhasıl bir usulsüzlük yapıldığında hakkımız yendiğinde itiraz ettik mi yoksa aman bana daha çok kin tutulmasın başım ağrımasın diyerek yapılanları sineye mi çektik?

Bu sorulara sizlerin yerine ben cevap vereyim; yüzde doksan dokuzumuz hakkımızı aramadık sormadık olan biteni sineye çektik sessiz kaldık! Ama bu sessizliğimiz, itirazsızlığımız, kabulümüz bize pahalıya mal oldu!

Nasıl mı?

Her tepkisizlik her sessizlik zalime, zulmedene güç oldu, yeni bir haksızlık hukuksuzluk yapmasına dayanak oldu, onların icraat gücünü artırdı bizim ise direnme gücümüzü azalttı. Bizlerin hukuksuzluklara haksızlıklara eziyete zulme sessiz kalmasıyla onlar yaptıklarının doğruluğuna inandılar, haksızlığı bir hak olarak gördüler adeta köpeksiz köyde değneksiz dolaşmaya devam ettiler. 

Şimdi kalkıp bana şöyle dediler böyle yaptılar derseniz kim inanır, inandırıcılığı ne kadar olur, etkisi ne kadar olur? Oysa yapılanlar kayda geçmiş olsaydı bir utanmaz sıkılmaz çıkıp da bunun belgesi var mı dediğinde “al sana belge” denirdi, ne de güzel olurdu. 

Belki geç oldu ama zararın neresinden dönülse kardır hesabı tüm vatandaşlara çağrım ve tavsiyemdir. Bundan sonra haksız hukuksuz işlem veya eylemle karşılaştığınızda;

Birincisi şifahi yani sözlü itirazını yapın; hukuka aykırı işlem veya eylem yapana “bunu yapmaya hakkın yetkin yok bu uygulama doğru değil hukuka mevzuata aykırı deyin”

Örneğin; mevzuatta kelepçe takılmaması asıl kelepçe takılması istisnadır. Bana kelepçe takılmasını gerektirecek şartlar oluşmamıştır. Kelepçe takılmasına itiraz ediyorum, görevinizi kötüye kullanıyorsunuz, itirazımın kayda geçmesini talep ediyorum deyin.

İkincisi imza ederken mutlaka şerh düşün; tespit ettiğiniz hukuksuzlukları yani yapılması gerekirken yapılmamış, yapılmaması gerekirken yapılmış olan işlem ve eylemleri imza edilecek evrakın kenarına, altına, üstüne uygun yerine veya, ilgililerin de imzalaması kaydıyla, ayrı bir kâğıda el yazınızla yazarak imza edin.

Örneğin; mevzuata göre el konulacak dijital malzemelerin imajlarının alınması gerekir. Ancak kolluk kuvvetleri imaj almamış doğrudan cihazlara el koymuştur. Ayrıca tarafımdan kullanılmayan çocuklarımın bilgisayarına ve eşimin mobil telefonuna el konulması da hukuka aykırı olup, yapılan işlemlere itiraz ediyorum yazın.

Üçüncüsü olayın hemen akabinde yazılı müracaat yapın; bu müracaatı hakkı çiğnenen mağdur, vekili, avukatı veya duruma göre birinci derece akrabaları yapabilir. Bu müracaat ilgili Bakanlık, Valilik veya Kuruma bizzat verilecek dilekçeyle veya iadeli taahhütlü posta aracılığıyla yapılması yanında bunların mail adreslerine ve mutlaka CİMER’e de yapılmalıdır. 

Bu konuda yapılacak itiraz ve müracaatlardan ilk etapta sonuç alınmayabilir, dilekçeler sümenaltı edilebilir. Ama olsun birincisi hukuksuzluklar kayda girmiş olacağından ileride ispat kolaylığı sağlayacaktır. İkincisi yeri zamanı geldiğinde (Ergenekon, Balyoz sürecinden sonra olduğu gibi) o dilekçeler dikkate alınacak ve hukuksuzluk yapanlara hesap sorulacaktır. Üçüncüsü bu müracaatlar haksızlığa uğrayanların maddi manevi kayıplarının telafisi için yardımcı olacaktır. Dördüncüsü ve en önemlisi bu itirazlar; yetkililerin benzer işlem ve eylemleri tekrar etmelerine, hukuksuz işlemleri devam ettirmelerine, yetkilerini kötüye kullanmalarına, görevlerini ihmal etmelerine ve başka masumların mağdur olmasına engel olacaktır.

Konuyu İlyas Salman üstadın başka bir sözüyle bitirelim; “kavgada sesinizi çıkarmazsanız daha çok dayak yersiniz” 

Bugün olan biten de bundan ibarettir. Bizlere yani hiçbir yasa dışı eyleme, şiddet hareketine katılmamış olan sıradan vatandaşlara karşı yapılan haksız, hukuksuz ve düşmanca muamelelere sesimizi çıkarmamamız, itiraz etmememiz, boynumuz eğip kuzu kuzu beklemememiz sebebiyle zalimler her geçen gün hukukun dışına çıkmaya devam ettiler ve aradan geçen dört buçuk yıla rağmen hukuksuzluklar devam ediyor ve utanmadan sıkılmadan hem inkar ediyorlar hem de soruyorlar; belgesi var mı?