İnsanları ve toplumları tanımak, onların belirli şartlar veya etkiler karşısında ne türden davranış veya tepkiler göstereceğini öngörmek dünyanın en zor bilgi alanlarından birisidir. Çünkü insanlar, canlı veya cansız diğer varlıklardaki gibi sabit veya öngörülebilir güdülemeleri olan varlıklar olmadıklarından dolayı bilinçli olarak, göründükleri gibi olmama veya oldukları gibi görünmeme yetilerine sahiptirler. Ayrıca, onların özgür irade sahibi olmaları nedeniyle de aynı olaylar karşısında farklı tepkiler gösterme yetileri de bulunmaktadır. Bu sebeple sosyal bilimlerde determinizmin sebep-sonuç ilişki kurallarından daha ziyade fenomenoloji, hermeneutik, öznellik, olasılık vb. gibi epistemolojik (Bilgi bilim) yaklaşımlar kullanılır.
Determinist/Pozitivist yaklaşımın bir alternatifi olan fenomenoloji; insan davranışlarının veya varlığı bilinen/sezilen bazı olgu veya olayların tabiat kanunlarında olduğu gibi, ölçülebilir, öngörülebilir ve belirli şartlar altında, genel-geçer şekilde sebep ve sonuç ilişkileriyle tam olarak açıklanamayabileceğini kabul eder. Örneğin insan davranışlarının anlaşılmasında, insanların “serbest iradeleri, değerleri ve algılarının” olması sebebiyle, belirli şartlar altında, ortaya koyacakları eylemlerinin tabiat bilimlerinde olduğu gibi kesin olarak açıklanamayabileceğini veya tanımlanamayabileceğini doğrular. Bu durum en iyi açıklayabilecek örneklik Newton mekaniği ve Quantum mekaniği arasındaki farklılıklarda olabilir. Özetle, Newton mekaniğinin temelinde, kütle/zaman/mekân/hız ilişkilerinde öngörülebilir ilişkiler/kaideler bulunurken, Quantum mekaniğinin temelinde aynı ilişkilerde “ihtimaller” ortaya çıkar ki fizik bilimine özel ilgi duyanlar dışında bu farkların detaylarını öğrenmeye çalışmalarını tavsiye bile edemeyeceğimi belirtmek isterim.
Yazının başlığında ifade edilen “Dindar-Muhafazakârların İktidarla Sınavı” konusuna dönülecek olunduğunda, bir sosyal bilimci olarak, dindar-muhafazakârların, “iktidar” gücünü elde etmeden önceki eylem ve söylemleri ile iktidar gücünü elde ettikten sonraki eylem ve söylemleri arasındaki 180 derecelik paradoksal, çelişkili ilişkilerin iç yüzünü çok merak ettim. Çünkü, dindar-muhafazakârlar iktidarla tanışmaları öncesinde; “eşitlik, özgürlük, adalet, kardeşlik, birlikte yaşam, adil bölüşüm, medeni dünyayla uyum” gibi konulara vurgu yaparken, kendi ifadeleri ile “yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar” ile mücadele, Avrupa Birliğine üyelik gibi retorikleri de kullanabilirken; iktidara gelmeleri sonrası, büyük bir transformasyon geçirerek, kendilerinden başka herkesi dışlayan, kamu kaynaklarını yağmalamayı kendileri için tabi bir hak olarak görebilen, kendileri gibi düşünmeyenlere “beğenmiyorsanız ülkeyi terk edin” diyebilen, kendilerinden başkalarına, hak, hukuk, adalet ve varlık hakkı dahi tanımayan, ezen, ötekileştiren, kutuplaştıran, neredeyse herkesle ve tüm dünya ile kavgalı varlıklara nasıl dönüştüler sorusunun cevabını bulma hep zihnimi kurcaladı.
Yukarıda kısaca tarifi yapılan sosyal/siyasal realitenin, temel olarak iki kategoride cevabı aranabilir.
1) Şüpheci /kötümser yaklaşım: Dindar-Muhafazakârlar hiçbir zaman demokrat, adil, eşitlikçi, bölüşümcü, insan hak ve hürriyetlerine saygılı olmayı düşünmediler. Sadece, iktidara gelebilmek ve demokrasiyi yok edip kendi diktalarını kurabilmek için demokratik/popülist söylemleri kullandılar ve iktidarı ele geçirdiklerinde de gerçek niyetlerini ortaya koydular.
2) Nesnel yaklaşım: Dindar-Muhafazakârlar iktidar yolculuklarına iyi niyetle ve gerçekten; “eşitlik, özgürlük, adalet, kardeşlik, birlikte yaşam, adil bölüşüm, medeni dünyayla uyum” niyetiyle başladılar, ama iktidar nimetleri onları başlangıçtaki ideallerine öylesine yabancılaştırdı ki ortaya çıkan sonuç kendilerini de bizleri de çok şaşırttı.
İktidarın gücünün bireyleri nasıl başkalaştırabileceği ile ilgili hayali bir seyahat yapmak isteyenler için 3 bölümlük “Yüzüklerin Efendisi” (Lord of the Rings) film serisini seyretmelerini tavsiye edebilirim.
Bundan sonraki haftalık yazılarımda “Dindar-Muhafazakârların İktidarla Sınavı”nın nereden-nereye ve nasıl evirildiği sorusuna; sosyoloji, sosyal psikoloji ve antropoloji bilimleri çerçevesinde cevap arayacağım.
Saygıdeğer okuyucularımdan belirtilen konuda veya ilgi duydukları diğer konularda her türlü katkı, öneri ve değerlendirmelerini beklerim.
Doç. Dr. Bayram Erzurumluoğlu