DÜĞME’LERİ GEZDİRİN

Baharın yağmurla toprağı buluşturduğu, belki de kıştan kalan son günlerden birindeyiz bugün. Trafik keşmekeş halinden biraz nefes almak istercesine rahatlamaya çalışıyor. İstanbul en güzel günlerinden birini yaşıyor. Erguvanlar mor rüyalarının içine çekmekteler bütün gören gözleri. Hafif çiseleme şeklindeki yağmur arabanın camlarında küçük lekeler oluşturmakta.

Telefon çalıyor, arayan kızım: Anneciğin ne yapıyorsunuz, ne yaptınız?

  • Düğme’yi gezdiriyoruz!

  • Düğme’yi mi gezdiriyorsunuz, nasıl yani? Diye şaşkınca soruyor.

Düğme zorunlu ve zorlu bir ameliyat geçiren yeşil gözlü renkli tüyleri olan güzeller güzeli kedimiz. Çok akıllı bir kedicik o. İki aydan beri veteriner, iğne ilaç tedavi yani sıkıntılı bir süreçten geçiyor. Daha kutusuna koyarken yine veterinerin yolunu tutacağını biliyor ve girmek istemiyor. Halbuki normal zamanda kendi kendine girip orada uyumayı dinlenmeyi çok sever. Yani herşeyin farkında. Belki bizim olmadığımız kadar farkında hem de.

Burada tedavisi sona ermesine rağmen henüz tam iyileşme sağlanamadığı için araştırmamız sonucunda yeni bir ümitle başka bir veterinere götürdük onu. Sonra da girdiği stresten kurtulsun ve rahatlasın diye misafirliğe ev gezmesine götürdük. O kadar mutlu oldu ki bakışları ile mutluluğunu gayet güzel anlatıyor. Sütünü içtikten sonra çoktan beri orada yaşıyormuş ve o eve aitmiş gibi rahatça bir koltuğun üzerine kıvrılıverdi.

Ev sahibi dedi ki: Aynı çocuğunuzmuş gibi gezmeye çıkarıyorsunuz ne güzel! Hemen de alıştı.

Doğru söylemişti. Düğme bizim çocuğumuz gibi olmuştu. Nasıl olmasın ki; çaresizlik içindeki bakışlarını görüp te duyarsız kalmanın imkanı yoktu. Aynen bir insan gibi bizden yardım istiyordu. Kendi kendine ilaç alacak doktora gidecek hali yoktu. Fakat bizi de onu da yaratan bizi buna vesile kılmış ona yardım etmeye mecbur etmişti.

Çünkü o bir candı.

Çünkü onun da aynı bizim gibi duyguları hissettikleri vardı.

Çünkü o da rahatsızlandığı zaman aynı insanlar gibi acı çekiyordu.

Çünkü İkimizi de yaratan onu bizim karşımıza çıkarmış ve onu bize emanet etmiş, bizi de bu imtihana tabi tutmuştu.

Çünkü çok şükür rahmet sıfatının zerresinin zerresini biz kullarına da lütfetmişti.

“ya hamiyyetsiz olaydım

Ya param olsa idi.” Diye inleyen Akif’in duyarlılığı bizi ona hizmete sevketmişti.

Kainatın Peygamberi küçücük bir kediyi sahiplenmiş müezza diye isimlendirmiş, hayatın her parçasında olduğu gibi bu dilsiz ama gözleriyle konuşan varlıklara merhameti de örneklemişti.

Onun içindi ki Çanakkale’de cephedeki Mehmetçik, orada bulduğu bir kedi yavrusuna merhametin en özeliyle kendi yiyeceğini sunmuş, açlığına bir açlık daha ekleyerek cennet yemeğine talip olmuştu.

Bakmayın siz şimdilerde bırakın hayvanı insana karşı duyguları kör sağır sert bir taşa dönüşmüş katı kalplilerin yaptıklarına.

Bırakın yoldan geçerken küçücük bebeciklere bir tekme savurmanın zaferini(!) yaşayanları.

Bırakın restorant bahçelerinden Allah’ın sessiz kullarını bed sesleriyle kovalayanları…

Bırakın merhametten uzak olanları.

Bu dünyadan başka dünya olmadığını sananların yaşantılarını.

Düğmeleri gezdirin, onları sevin, onlara yardım edin.

Edin ki; yeryüzündekilere merhamet edenlere göktekiler de merhamet eder, müjdesi tam onikiden vuran bir okun hedefini bulduğu gibi gelip bulsun sizi.

Meryem ŞAHİN /16.04.2019