Dünyada ve Türkiye'de din ne kadar özgür!
TÜRK İSLAMI NE KADAR ILIMLI
Türkiye “ılımlı İslam”ın anayurdu olarak tanınıyor çünkü “laik” bir siyasi sistemi Sünni İslam’ın hoşgörülü bir biçimiyle birleştiriyor. Ancak, buradaki hakikati anlamak zor, çünkü Türk İslamı kendi içinde çok çeşitlilik gösteriyor ve devlet de dinî hayatı aktif olarak baskı altında tutuyor ve denetliyor. (Not: Birçok Türk ‘ılımlı İslam’ etiketine çeşitli nedenlerle karşı çıkıyor.)
Türkiye’de İslamî ifade baskı altında
Türk devleti, Türk İslamı’nın kendi içinde bütünlüklü, hoşgörülü ve barışsever olduğunu iddia ediyor. Türk yetkililer, Türkiye’nin vatandaşlarının yüzde 98’inin Müslüman olduğunu ve küçük bir grubu oluşturan gayrımüslim cemaatlerin de inançlarını yaşamakta özgür olduğunu öne sürüyorlar. Türklerin çoğunluğu Sünni İslam’ın Hanefi kolundan. Hanefilik, Sünni İslam’ın daha açık kafalı ve hoşgörülü kollarından biri.
Hakikat ise daha karmaşık. Türk İslamı kendi içinde bütünlüklü olmaktan uzak. Türkiye’nin yetmiş milyonluk nüfusunun yüzde 10-15’i Alevi (heterodoks Müslüman). Sünni topluluk ise, Gülenciler, Nurcular, Milli Görüş, Nakşibendiler ve Süleymancılar gibi çeşitli grup, tarikat ve cemaatlere bölünmüş durumda. Bu grupların birbirinden farklı görüş ve adetleri var ve bunlardan bazıları iş dünyasında, eğitim ve siyasette yaygın olarak etkinlik gösteriyorlar.
6) Şiddete başvuran bir Türk İslamî aşırıcılığı da mevcut. Türk Hizbullahı ve İBDA-C yıllar içinde bir dizi terörist saldırı gerçekleştirdi. Basında çıkan haberlere göre, 500 civarında Türk Afganistan’da Taliban ve El Kaide bünyesinde görev yaptı. İBDA-C üyeleri, 2003’te İstanbul’da iki sinagoga, HSBC Bankası’na ve Britanya Konsolosluğu’na saldırıları El Kaide ile işbirliği halinde gerçekleştirdiler.
İslamî aşırıcılığın Türkiye’de gerçekte ne kadar geniş bir alana yayıldığını değerlendirmek zor, zira Türk devleti dinsel ifadeyi aktif biçimde gözlem ve baskı altında tutuyor. Bütün din görevlilerini (imamlar ve müftüler) Türk devleti istihdam ediyor ve eğitiyor; onları görev yerlerine atıyor ve maaşlarını ödüyor. İmamların çoğunluğunun Cuma namazlarında okudukları hutbeleri devlet kaleme alıyor; her camide hangi imamın Cuma hutbesini okuyacağına devlet karar veriyor; ve imamların etkinliklerini gözlemek için gizli istihbarat elemanları kullanıyor. Devlet fonları cami inşa etmek için kullanılıyor ama devlet, Alevi ibadethaneleri, Musevi sinagogları ve Hıristiyan kiliseleri için para harcamıyor. Bütün Müslüman öğrencilerin kendi mezhepsel inançları ne olursa olsun, İslam’ın Hanefi-Sünni geleneğine uygun din dersleri alma zorunluluğu var. Gayrımüslim öğrenciler bu dersi alma mecburiyetinde değiller ama devlet, alternatif din derslerine müfredatta yer vermiyor. Özel din dersleri yasadışı; gayrımüslimlerin kendi dinlerinin propagandasını yapması ise yasadışı olmasa da büyük şüpheyle karşılanıyor ve aktif biçimde caydırılıyor. Dindar kızların ve kadınların okullarda, üniversitelerde ve kamuya ait işyerlerinde başörtüsü takmalarına resmen izin verilmiyor.
350 binden fazla potansiyel terörist
Büyükelçiliğin ilişkide olduğu kişiler ısrarla, Türk vatandaşlarının sadece çok küçük bir bölümünün İslam’ın aşırı, radikal ya da şiddet yanlısı biçimlerini benimsediğini söylüyorlar. Önde gelen bir Türk ulusal güvenlik analisti, Türk vatandaşlarının sadece yüzde 7’sinin İslam’ın radikal biçimlerini desteklediği tahmininde bulunuyor. ANAR’ın (iktidardaki AKP’nin kamuoyu araştırması şirketi) Genel Müdürü İbrahim Uslu ise, Türklerin sadece yüzde 5’inin radikal İslamcı olduğunu iddia ediyor. Ama yaklaşık yetmiş milyonluk bir ülkede, nüfusun sadece yüzde yarımı bile El Kaide tarzı terörizme destek verse, bu, 350 binden fazla potansiyel terörist olacağı anlamına gelir.
AKP LİDERLERİ İSLAM VE HOŞGÖRÜ KONUSUNDA NE SÖYLÜYORLAR (NE DÜŞÜNÜYORLAR)
Türk Anayasası ve Siyasi Partiler Yasası mezhepçilik, etnisite, bölgecilik ve “laik” anayasal sisteme muhalefet çerçevesinde parti kurmayı yasaklıyor. AKP resmen “laik” bir siyasi parti. Bununla birlikte, AKP İslamî yönelimli bir siyasi parti. AKP’nin liderleri ve tabandaki üyeleri büyük ölçüde, sırasıyla 1998 ve 2001 yıllarında İslamî aşırıcılık gerekçesiyle kapatılan Refah ve Fazilet partilerinden geliyorlar.
AKP’nin üst düzey yöneticileri dinî hoşgörü konusunda genel olarak yapıcı açıklamalarda bulunuyorlar. Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 1 Mayıs 2005’teki bir konuşmasında, “İslamî geleneğin hoşgörü ve ılımlılık gibi temel ilkelerine bağlı kalarak açık görüşlü, gerçekçi ama aynı ölçüde vizyon sahibi bir yaklaşım göstermemiz önem taşımaktadır” diyerek hoşgörü ve ılımlılık çağrısı yaptı. Kısa süre önce de, Başbakan Erdoğan ve Devlet Bakanı (Diyanetten sorumlu) Mehmet Aydın genel olarak İslam âleminin durumunu eleştiren ve dinî hoşgörü ile insan haklarının önemini vurgulayan açıklamalar yaptılar.
Edelman’la kilise ziyareti yapmadılar
Ancak AKP hükümeti, Mayıs 2005’te kim oldukları belirtilmeyen bazı dış güçlerin İslam’ın kuyusunu kazmak için Hıristiyan misyonerleri kullandığını söyleyen bir Cuma hutbesinin Türkiye’deki camilerde okunmasını da destekledi. Devlet Bakanı Aydın, Türkiye’deki misyoner etkinliklerini “bölücü ve yıkıcı” diye etiketleyen ve misyonerlerin bu ülkede ayrılık yaratmak isteyen yabancı devletlerin organize çabasının bir parçası olduğunu ima eden bir yazılı açıklama yapıp, aynı duruşu tekrarladı. Maslahatgüzarımız bir süre önce bir nezaket ziyareti sırasında bu konuları kendisiyle konuşmak istediğinde, Aydın buna imkân tanımadı ve Büyükelçi Edelman’ın bir süre önce yangın bombası atılan bir protestan kilisesini birlikte ziyaret etme teklifine hiçbir zaman cevap vermedi.
Büyükelçiliğin ilişkide olduğu çok çeşitli kaynaklar, AKP’nin üst düzey yönetiminin dinî hoşgörüye inanmadığını ama sadece Batı’nın gözüne girmek ve Türkiye’nin AB üyelik başvurusunu güçlendirmek çabasıyla hoşgörüden yana göründüğünü iddia ediyorlar. AKP’nin liderleri, özellikle de Başbakan Erdoğan “İslamî terörizm” kavramını defaatle reddetti. Birçok laik Türk, AKP liderlerinin, İslam davasını ilerletmek ya da korumak adına yapıldığında etik olarak izin verilen bir tür yalan söyleme ve rol yapma (takiye kastediliyor) halinde olduğuna bizi ikna etmeye çalışıyor.
TÜRKİYE MİSYONU’NUN AŞIRICILIKLA MÜCADELE PROGRAMLARI
(Bu telgrafın 13. maddeden 26. maddeye kadar olan bölümünde, ABD’nin Türkiye’de İslamî kesimle ilişki kurmak ve “ılımlı” eğilimleri teşvik etmek amaçlı çalışmaları geniş biçimde anlatılıyor. Bu çalışmalar arasında, üniversite ve sivil toplum örgütleriyle temaslar; İslamî eğilimli gazetecilerle, AKP, Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisi yetkilileriyle görüşmeler; Anadolu’nun çeşitli illerinde başlatılan İngilizce eğitim programları; ACCESS gibi burs programları; uluslararası ziyaretçi programıyla Türk vatandaşlarının ABD’de ağırlanması; Fulbright programı ve çeşitli sanatsal, kültürel etkinlikler sıralanıyor. İnternet sitemizdeki “05ANKARA6106” sayılı telgrafta, gazeteye yansıtamadığımız bu bölümün orijinal metnini bulabilirsiniz.)
YORUM: Türkiye’nin ılımlı, hoşgörülü ve laik bir ülke olarak tanınması büyük ölçüde Devlet’in dini, baskıcı ve otoriter bir şekilde gözlem ve baskı altında tutmasından kaynaklı. “Aşırılık yanlıları”nı hedef almak zor, zira Devlet “aşırılık yanlılarını” aktif olarak baskı altında tutuyor ve İslam’ın neredeyse tüm gayrıresmî ifadelerini yeraltına inmeye zorluyor. Türkiye, AB yolunda ilerledikçe, reform süreci, dinî ifadeyi denetim altında tutan rejimin bazı yönlerinin serbestleştirilmesini gerektirecek. Bu da İslamî aşırıcılığın daha fazla ortaya çıkmasına neden olabilir. Ama eğer Türkiye, ünlendiği gibi ılımlı, hoşgörülü ve gerçekten laik bir ülke olmak istiyorsa, açılım yapmak ve Türkiye’deki İslamî inanç ve uygulamaların gizli ve potansiyel olarak hoş olmayan gerçeklikleriyle de yüzleşmek zorunda kalacak.
2009: Washington o kadar meraklı ki
Ve günümüze iyice yaklaşıyoruz... Aleviler ve gayrımüslimlerle ilgili Amerikan gizli belgelerini yayımlamayı önümüzdeki günlere bırakarak, “İslam ve Laiklik” dosyasını, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın sorduğu sorularla bitireceğiz.
22 Temmuz 2009’da Clinton’ın onayıyla Washington’dan Ankara Büyükelçiliği’ne gönderilen telgraf, “Tarikatlar, Kürtler ve İslam ve Türkiye’de azınlık dinleri konusunda bilgi talebi” başlığını taşıyor.
Sorular öğreticidir... Söz konusu telgrafta, Bakan Clinton’ın, dönemin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’nin “acilen” cevaplamasını istediği sorular da, Washington’ın Türkiye’ye bakarken neleri gördüğü hakkında bizce çok şey anlatıyor:
TARİKATLAR
1) Bugün Türkiye’de üye sayıları ve siyasi kudretleri bakımından en güçlü İslamî cemaatler ya da tarikatlar hangileri?
2) Tarikat üyeliğinin, mesela oy kullanma tercihleri gibi siyasi eylemlerle arasındaki ilişki ne? Tarikatlar hangi işlevleri görüyor?
3) Bu gruplara üyelik nasıl işliyor? Dışarıdan birileri de bir gruba yaklaşıp katılmak isteyebilir mi, yoksa üyeler tarafından davet edilmeleri mi gerekir? İnsanlar hiç tarikatlarından ayrılırlar mı? Tarikatlar birbirleriyle nasıl geçinir ya da ilişki kurarlar ve bunu niçin yaparlar?
4) Bir tarikatın bünyesinde, İslamî kuralların farklı geleneklerine ya da ekollerine mensup olmak cemaatin genel dinamiğini nasıl etkiler? Tarikatların önde gelen üyeleri, hâmilik ilişkisi dışında da, özellikle gündem belirlemek açısından bu gruplara göre mi hareket ederler?
KÜRTLER VE İSLAM
1) Türkiye’deki tarikatların üyelerinin ne kadarı Kürtlerden oluşuyor?
2) Fethullah Gülen’in takipçileri de dahil olmak üzere, Nurcu Hareketi’ne Kürtlerin katılımı ne düzeyde? Kürtler genel olarak Gülen’e nasıl bakıyorlar?
3) Nakşibendi ve diğer geleneksel tasavvufî gruplar, özellikle Gülen Hareketi ile nasıl bir ilişki ve/veya rekabet içindeler?
4) Tarikatlar/Nurcu örgütler dindar Türklerle dindar Kürtler arasında ne ölçüde köprü oluşturuyor? Öte yandan, tarikatlar/Nurcu örgütler, Diyanet’in geleneksel Hanefi dışlayıcılığına kızarak ve kısmen de Kürt kimlik bilincinin/etnik Kürt ayrılıkçılığının körüklemesiyle, ne ölçüde retçi, “ayrılıkçı” bir İslam’ın üretildiği yerler haline geldi? Kongra-Gel (KGK) ve Demokratik Toplum Partisi (DTP) gibi laik örgütler bu eğilimlerin ne kadar farkında ve ne ölçüde bunları istismar etmeye ya da bunlara karşı harekete geçmeye çalışıyor?
5) Hizbullah’ın çeşitli cephelerde yeniden ortaya çıkması, ne ölçüde Gülen’in ve/veya AKP hükümetinin “reformist” tacizlerine karşı bir İslamî Kürt reddedişi temsil ediyor ya da yansıtıyor? Hizbullah’ın “İlim” ve (geleneksel olarak şiddet uygulamayan) “Menzil” kollarının yükselişinin nedeni ne? Kürtler, Ergenekon/Derin Devlet örgütlenmeleriyle mücadele çabaları kapsamında Hizbullah’ın ve çeşitli unsurlarının geri dönüşünü nasıl görüyor?
Türk Müslümanları ümmete entegre mi
DIŞ ETKİLER
1) Türk Müslümanlar dinî rehberlik için Türkiye dışına bakıyorlar mı ve hangi kaynaklara ya da kişilere bakıyorlar?
2) Dışarıdaki dinî etkilerin Türkiye’ye nüfuz etmesine imkân veren ne gibi mekanizmalar mevcut? İslam’ın Türk tipi olmayan biçimleri ve tezahürleri Türkiye’deki gelişmeleri ve dinî tartışmaları nasıl etkileyebilir? Türk İslamî kanaat önderleri dış nüfuza ve tecrübelere ne ölçüde açık ve bu nüfuz nasıl sağlanıyor?
3) Türk Müslümanları günümüzdeki Sünni/İslam ümmete ne kadar entegre? Türk Müslümanları, Müslüman dünyanın diğer yerlerindeki İslamî gelişmelerden (teolojik, sosyal ya da siyasi tartışmalardan) ne kadar haberdar ya da ne kadar dışlanmış bir halde?
AZINLIK DİNLERİ
1) Anti-Semitizm ve Hıristiyanlara karşı husumetin tabandaki ifadeleri, siyasetin ve medyanın önderlerince ne kadar cesaretlendiriliyor ya da caydırılıyor?
2) Lütfen bu sorulara, konu satırına C-RE9-01283 yazarak cevap veriniz.
Ankara’daki Amerikalı diplomatlar bu soruları cevapsız bırakmamış olmalı ama söz konusu cevapları içeren telgraf “WikiLeaks Türkiye Belgeleri” arasında yer almıyor.