"’Sayın Başbakan, biz bunu en iyi şekilde yaparız. Ama bize hukuki koruma ve muafiyet sağlayacak mısınız?’ Önce anlamadım. ‘Biz askerlerde ‘Uludere sendromu’ vardır. Emir verirler, yaparız ama sonra bizi cezalandırırlar’ dedi”
Ertuğrul Özkök | Zamanın Ruhu
Geçen pazartesi günü aldığım bir telefon benim için bu yıl sonunun sürprizi oldu.
Telefon, Gelecek Partisi’nin basın bürosundan geliyordu.
Genel Başkan Ahmet Davutoğlu beni gazetecilerle yapacağı bir kahvaltı sohbetine davet ediyordu.
Şaşırdım…
Davutoğlu, gazetecilerle
Bu davete çok şaşırdım, çünkü
Çünkü eski bir gazeteci olarak 20 yıla yakın süredir unuttuğum bir şeydi.
Her mahallenin, her partinin sadece kendi gazetecilerine konuştuğu, hele hele eleştiri yapanlara karşı kapıların kapandığı bir dönemde böyle bir davet gelmesi ilginçti.
Hele hele Ahmet Davutoğlu tarafından…
Çünkü son yıllarda hakkında en ağır eleştiri yazıları yazdığım siyasetçi belki de oydu.
Artık siyasi parti kahvaltılarına yemeklerine pek gitmiyorum.
Ama Davutoğlu’nun bu hoşgörülü davranışı üzerine çok içimden gelerek gittim.
Ayrıca kendisine bu davranışı nedeniyle teşekkür ettim.
Hele hele, Ekrem İmamoğlu’nun bizi Karadeniz gezisine davet etmesinden sonra kendine sol muhalif diyen televizyonlardan yediğim ağır hakaretlerin ardından doğrusu bu bana çok iyi geldi.
İkinci şaşkınlığım davetli gazeteciler listesiydi
İkinci şaşkınlığımı kahvaltıya katılan gazetecileri gördüğümde yaşadım.
Çünkü epeydir görmediğim, iktidara yakın medyadan dışlanmış, aynı zamanda muhalefetin de dışladığı bir gazeteci topluluğuydu.
Yan yana oturan şu isimlere bakar mısınız?
Mehmet Altan, Fehmi Koru, Ali Bulaç, Levent Gültekin, Nagehan Alçı, Candan Yıldız, Nihal Bengisu Karaca, Yıldıray Oğur, Büşra Akın Dinçer, Bilgehan Uçak…
Yani pek yan yana gelecek bir gazeteci topluluğu değildi…
Fehmi Koru
Fehmi Abi'yle epeydir bir araya gelmemiştik
Önce hasret giderdik.
Ali Bulaç’ı cezaevinden çıktığından beri ilk defa görüyordum.
Fehmi Koru’yla zaman zaman telefonda konuşuyoruz ama yüz yüze görüşmüyorduk.
Bıyık bırakmış, “Nasıl iyi olmuş mu?” diye sordu.
Karar veremedim. Şu sıralar bıyığa karşı tepkiliyim.
Yıldıray Oğur’a, yazdığı olağanüstü Hip Hop müziği yazısı için ulaşıp teşekkür edememiştim.
Nagehan Alçı ile davetlerde görüşüyoruz.
Nihal Bengisu Karaca ile ortak konularımız var.
Marvel kahramanları ve caz müziği…
Disney Plus’ta gösterilen “Murder ant the End of World” filmini o da çok sevmiş.
Serpme kahvaltıyı içki içmeyenler mi icat etti
Buluşma önce kahvaltı üzerine bir sohbetle başladı.
Davutoğlu, “Benim için kahvaltı olmazsa olmaz yemektir. Öğle yemeğini çoğu kez yemem ama kahvaltıdan asla vazgeçemem” dedi.
Türklerin dünya yemek kültürüne en son armağanı herhalde “serpme kahvaltı” olmalı.
Benim için ise hiçbir şey ifade etmiyor.
Acaba içki içmeyen insanlar için mi kahvaltı çok önemli oluyor?
Davutoğlu devam ediyor:
“Dışişleri Bakanı’yken en büyük sorun davet yemekleriydi. Çünkü birçok mesele yemeklerde konuşuluyor. Yemek ne kadar uzunsa o kadar verimli oluyor.”
The Crown
Crown dizisinin son bölümündeki o sahneler
Bosna Savaşı sırasında, Batı ülkelerinin askeri müdahale kararı almaları için verilen bir yemeği anlattı.
Çok zorlanmış o ülkeleri askeri müdahaleye ikna etmek için.
“Crown’un son bölümünde İngiltere Başbakanı Tony Blair de uzun uzun ne zorluk çektiğini anlatıyor. Seyrettiniz mi diziyi?” dedim.
Seyretmiş.
O da kendi başından geçen bir yemek sahnesini anlattı.
"Sayın Bakan, masanıza dökülen bu kırmızı şarap var ya… Bir gün…"
Bir yanında İspanya, öteki yanında İngiltere Dışişleri Bakanı oturuyormuş.
“İkisinin de önünde kırmızı şarap kadehleri vardı. Bir ara tartışmalar şiddetlenince İspanya Dışişleri Bakanı elini öfkeyle havaya kaldırırken şarap bardağına çarptı ve kırmızı şarap örtünün üzerine döküldü. Ben de lafı gediğine koydum: ‘Sayın bakan, bugün burada Bosna halkını kurtarmak için karar alamazsak, o insanların kanı da işte böyle şarap gibi üzerinize akacak’ dedim.”
"Tarikatlarda hiçbir şey yok da ‘Kızıl Gonca’ mı uyduruyor?"
Isınma turları güncel bir konuyla devam ediyor.
Konu Kızıl Goncalar’a yapılan saldırılar ve yasaklama girişimleri.
Ahmet Davutoğlu, bir gün önce bu konuda cesur bir çıkış yaptı ve filmin yasaklanma girişimlerini eleştirdi.
Dün sabah kahvaltıda eleştirisini biraz da somutlaştırıyor.
“Tarikatlar da hiçbir olumsuzluk yok da Kızıl Goncalar mı söylüyor bunu? Dizide her tarafa eleştiriler var. 28 Şubat da eleştiriliyor.”
Kızıl Goncalar
"Bu gerçekleri Amerikan halkına ancak siyah bir başkan anlatabilir"
Konu Batı’da ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gelişmelere geliyor.
“Amerika’nın bazı şeylerle yüzleşmesi lazım” derken geçmişte onlara söylediği bir sözü aktardı:
“Size bazı gerçekler için ancak siyah (Davutoğlu ‘Zenci Başkan’ dedi) bir başkanın olması lazım. Clinton gibi bir beyazın bile söyleyemeyeceği şeyleri o söylerse anlam ve etkisi olur.”
Sayın Davutoğlu, bize ne renk bir başkan lazım?
Bunun üzerine ben de şaka yaparak, “Bizde bazı şeylerin söylenmesi için ne renk bir cumhurbaşkanı seçmeliyiz?” dedim.
Ben şaka yaptım, o ciddi cevap verdi:
“Kemal Kılaçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olmasını desteklerken işte bunu düşündüm. Bazı şeyleri o söylerse daha anlam kazanır diye düşündüm.”
"CHP’liler inanç özgürlüğünü; AKP’liler liberal özgürlüğü öğrenmeli, savunmalı"
Arkasından da şu cümle geliyor:
“Türkiye’de CHP ve laikler inanç özgürlüğünü, muhafazakârlar da liberal özgürlükleri benimseyip savunmaya başlarsa bu durumdan çıkabiliriz.”
Sohbetin bu noktasından itibaren, neşe ve iyimserlik yavaşça kayboluyor; karamsar bir tabloya gömülüyoruz.
Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi arasındaki sorunun çok tehlikeyi bir noktaya geldiğini belirtiyor.
"Anayasa Mahkemesi kahramanca bir karar aldı, desteklemeliyiz"
Yargıtay’ın büyük ölçüde MHP’nin etkisine geçtiğini vurgulayarak, “Anayasa Mahkemesi kahramanca bir karar aldı. Hepimiz çıkıp cesur biçimde Anayasa Mahkemesi’nin arkasında durduğumuzu açıkça göstermeliyiz” diyor.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş
"Nereye gidiyoruz Numan, biz böyle mi yola çıkmıştık?"
Bu krizin ortaya çıktığı günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuş’u aramış ve şunu söylemiş:
“Nereye gidiyoruz Numan? Biz yola çıkarken ideallerimiz bunlar mıydı?” demiş.
Arkasından çok karamsar bir tablo çiziyor:
“Türkiye çok kötü bir yere gidiyor. Anayasasızlaşmaya doğru gidiyoruz. Bu gidişle Anayasa Mahkemesi kapatılacak. Yargıtay’ın başına da MHP eğilimli üç kişi atanacak. Önümüzdeki en büyük tehlike hukuksuzluktur. Adaleti kaybedersek her şeyi kaybederiz. En büyük korkum budur…”
"23 Temmuz günü sabaha karşı uyandırdılar"
Söz buraya gelince geçmişte başbakan olarak yaşadığı bir olayı anlatıyor:
“23 Temmuz 2011 günü sabaha karşı uyandırıldım. Ceylanpınar’da iki polisimiz şehit edilmiş. Önce temkinli yaklaştım ‘Bir provokasyon olabilir hemen tepki vermeyin’ dedim. Ancak o gün PKK bir açıklama yaparak bu cinayetleri üstlendi. Bunun üzerine bütün güvenlik yetkililerini topladım. ‘Bu geceden itibaren PKK ve IŞİD’e ağır bir darbe vuracağız’ dedim.”
Ceylanpınar cinayeti
Bir komutan: Biz yürürüz de Uludere sendromu ne olacak?
“O sırada bir komutan yanıma geldi ve şunu sordu:
’Sayın Başbakan, biz bunu en iyi şekilde yaparız. Ama bize hukuki koruma ve muafiyet sağlayacak mısınız?’ Önce anlamadım. ‘Biz askerlerde ‘Uludere sendromu’ vardır. Emir verirler, yaparız ama sonra bizi cezalandırırlar’ dedi.”
"Bak paşam! Ben de Yassıada sendromu var ama yürüyorum"
“‘Bak Paşam’ dedim. Biz muhafazakâr siyasetçilerde de Yassıada sendromu vardır. Ama hiç duydun mu benden böyle bir sendrom var diye görevden kaçtığımı. Ben gerekli talimatı veriyorum. Yapacaksınız ama yaparken de hukukun dışına çıkmayacaksınız.”
Devletin “Uludure” ve “Yassıada” diye iki sendromun etkisi altında olduğunu orada öğrendim.
"Bu pazartesiden itibaren bizi büyük tehlike bekliyor"
Davutoğlu’na göre Türkiye’yi, 1 Ocak, yani bu pazartesinden itibaren bekleyen en büyük tehlike şu:
“Bir, adım adım hukuksuzlaşmaya, anayasasızlaşmaya gidiyoruz. Kimse hesap verebilirim diye korkmuyor.
İki, orta sınıfı ortadan kalkıyor. Orta sınıfın yüzde 10’u bir yukarı doğru çıktı. Yüzde 90’ı ise yoksulluk seviyesine iniyor. Orta sınıf olmadan bir ülkede demokrasi olamaz.”
"AKP ‘MKYK’sı artık bir robotlar heyeti"
Peki AKP içinde bu gidişata dur diyecek insanlar yok mu?
“Vardı ama hepsi uzaklaştırıldı. Seçimden sonra hükümet kurulduğunda biraz umutlanmıştım. Ali Yerlikaya, Hakan Fidan, Mehmet Şimşek iyi isimlerdi. Ama AKP’nin son MKYK’sında yaşananlara baktığımda şunu görüyorum: AKP yönetimi artık bir robotlar heyeti…Yani artık AKP’den umut yok.”
Ahmet Davutoğlu-Ertuğrul Özkök
"Muhafazakâr kesimin desteği olmadan restorasyon olmaz"
Nasıl çıkılacak bu karamsarlık sarmalından?
“Türkiye’nin bir restorasyona ihtiyacı var. Ancak Türkiye tarihine baktığımız zaman gördüğümüz şu. Olağanüstü durumlardan sonra bütün restorasyonlar muhafazakârların desteği ile olmuştur. Böyle bir restorasyon istiyorsanız yüzde 70’lik muhafazakâr kesimin onayı ve katılımı ile yapabilirsiniz.”
"Artık savaş, diktacı muhafazakâr-laik ile özgürlükçü muhafazakâr-laik arasında"
Arkasından benim de katıldığım şu analizi yapıyor:
“Türkiye’de bir kutuplaşma var. Ama dikkat bu çatışmanın ekseni değişti. Bu çatışma artık bildiğimiz muhafazakâr-milliyetçi-ulusalcı-laik çatışması değil.
Bugün artık otoriterlik yanlısı muhafazakârlar var, otoriterlik yanlısı milliyetçiler ve ulusalcılar var. Bunlar arasında bir çatışma yok. Artık çatışma otoriter muhafazakâr, otoriter milliyetçi, otoriter laik ve otoriter ulusalcı ile özgürlükçü muhafazakâr, özgürlükçü milliyetçi, özgürlükçü laik, özgürlükçü ulusalcı arasında.”
Ben milliyetçiyim ama 'vatanperver' anlamında
Devam ediyor:
“Ben milliyetçi bir insanım ama milliyetçiliğim otoriterlik değil, vatanperverlik şeklinde. Ülke olarak şu an başımıza beklemediğimiz türde bir Türk-İslam sentezi çıktı.
Gezi günleri ile ilgili çok ilginç olaylar anlattı ama “Yazmayın” dedi
Sohbet sırasında son 20 yıla ait çok ilginç anekdotlar anlattı.
Bir gazeteci için bulunmaz şeylerdi.
Ama, “Bunlar kişilerle ilgili konular, o nedenle yazmayın” dedi.
Ama galiba kendisi hatıralarında yazacak gibi…
Gezi
138 kişinin imzaladığı bildiride bir numaralı isim
Sohbetin bundan sonraki bölümünde, önünde duran zarfı açıyor ve içinden bir bildiri metnini çıkarıyor.
Dünyanın çeşitli yerlerinden 138 aydının imzaladığı bir Filistin bildirisi bu.
Acil bir ateşkes çağrısı yapıyor.
Bildirinin hazırlanma aşamasında önemli tartışmalar yaşanmış.
En önemli itiraz “soykırım” deyimi üzerinde olmuş.
Bazı imzacılar İsrail’in yaptığının “soykırım” olarak nitelenmesine karşı çıkmışlar.
Yahudi aydın: “Soykırım” demezseniz ben imzalamam
Ancak tanınmış bir Amerikalı Yahudi, “Ben bir Yahudi kadını olarak söylüyorum. Bu bir soykırımdır. ‘Soykırım’ ifadesi kullanılmazsa ben bu bildiriye imza atmam” demiş.
Çok da etkili olmuş ve bildiriye girmiş.
Bildiriyi dikkatle okudum.
Büyük bölümüne katılıyorum.
İki nedenden dolayı ben bu bildiriye imza atmazdım
Ama iki nedenden dolmayı ben böyle bir bildiriye imza atmazdım.
Birincisi “soykırım” ifadesi.
Bu kelime bu kadar kolay ifade edilebilirse bizim gibi ülkeler açısından çok tehlikeli bir içtihat yaratılmış olur.
Hele hele kendi üzerinde hala “soykırım” suçlaması olan bir millet olarak çok dikkatli olmalıyız.
Gazze
Hamas’ın yaptığı terörü görmeden başlarsanız eksik kalır
İkincisi bildiride Hamas’ın kadın, çocuk demeden bin 400 kişiyi öldürmesine kuvvetli hiçbir atıf yok.
“Sadece ‘7 Ekim saldırısından sonra İsrail’in orantısız saldırısı’ ifadesi kullanılmış.
Bu bildirin ikna edici olması için Hamas saldırısının da kuvvetli biçimde eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Gerçi, bildiride Hamas saldırısı ve İsrail saldırıları için uluslararası bir inceleme heyetinin kurulması öneriliyor.
Bu da olumlu bir unsur olarak kabul edilebilir.
Bildiriye bir numara olarak imza atan Türk ve ötekiler
Bildiriyi imzalayan Türkler arasında kimler var diye baktım.
Bir numarada Ahmet Davutoğlu’nu gördüm.
Listede dikkatimi çeken Türkler ise şunlar:
Cengiz Çandar, Atilla Yayla, Ümit Kıvanç, Etyen Mahçupyan, Nihal Bengisu Karaca, Ahmet Okumuş, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Erol Katırcıoğlu, Bekir Birat Özipek, Yusuf Ziya Özcan, Ali Bardakoğlu, Engin Deniz Akarlı, Ömer Dinçer…
Bu arada 68 kuşağından Angela Davis’in de adını gördüm.
T24