Şimdi size kelimeler üzerinden bir spekülasyon yapacağım. Söylediklerimi mutlak doğrular veya tartışılması gereken tarihi veriler olarak değil, bir şeylerin eksikliği ve varlığı hakkında bir seri düşünce olarak kabul edin. Sizinle bir tür denemeye, bir tür akıl yürütmeye girişelim.
Dün sevdiğimiz bir büyüğümüzün oğlunun düğünü için düzenlenen törende bir grup KHK mağduru ile bir araya geldik. Aynı masada bir arada otururken haliyle konu Doğu olarak neden adaleti temin edemediğimiz, Batı’nın adaleti tesis etmeye nasıl başardığı, ülkemizin adil ve demokratik bir ülke haline nasıl geleceği, baskıcı ve otoriter rejimlerden nasıl kurtulacağı konuları gündeme geldi. Ve bir ara Fransız Devrimi’nin adı geçti. Böylece bu satırları yazma ihtiyacı hissettim.
Hatırlarsanız 1789 yılında tüm Dünyamızı değiştiren Fransız Devrimi’nin üç sloganı “Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik”idi.
Sizce bu listede eksik gibi görünen bir şey var mı?
Hani dilimizden düşürmediğimiz, Doğu toplumları olarak en çok önem verdiğimiz ama bir türlü olmasını sağlayamadığımız bir şey!
Evet “Adalet”ten bahsediyorum. Olmadığı için feryad-ü figan yakındığımız şey.
Peki bu kelime Fransız Devriminin sloganları arasında neden yok?
Ya da başka türlü soralım. “Adalet” bu listede olmalı mıydı?
Adalet ben seninle eşitsem, istediğimi söylemekte ve yapmakta özgürsem ve seninle aynı yurdu paylaştığım için kardeşim olarak görüyorsam ve senin kardeşlik hukukuna saygı gösteriyorsum ortaya çıkan bir sonuçtur.
Yani eşitliği, özgürlüğü ve kardeşliği sağlarsan adalet ortaya çıkar.
Bunların yokluğunda ancak birilerinin bize adalet dağıtmasını bekleriz.
Tıpkı Doğu toplumlarında olduğu gibi.
Adil bir sultanın neşet etmesini ve adil düzeni ile bizi sarıp sarmalamasını. Oysa reel politik bu ideal, etik olarak yüksek ve insan olamayacak kadar dengeli olması gereken böyle bir kişinin var olmasına izin vermez. Yani sadece ahlaki kriterleri ile var olan, insanlığına gömülü kötülükleri gerçekleştirmeyeceği garanti edilebilecek ve bunu mutlak gücü elinde tutuyorken yapabilecek bir kul, bir insan var olamaz. Tarihte de var olmadı zaten. Belki daha önce ezilenlerin intikamını alıp onları rahatlatan birisi çıkabilir ki bu da “adalet” değil “intikam” olur. Yani adil sultan beklentisi ham bir hayalden başka bir şey değil.
Öte yandan gerçekten böyle bir adam ortaya çıksa ve hiç kirlenmeden tüm gücü eline geçirse bile Doğu’nun şartları altında adalet, sürünün içindeki kullara sultan tarafından bahşedilen, yakınmasınlar diye önlerine atılan bir ödül oluyor. Bu da dağıtılan şeyin özü itibariyle “adalet” olamayacağı anlamına geliyor.
Oysa eşitlik varsa sultan yoktur. Eşitlik varsa bir başkası statüsü, zenginliği ne olursa olsun benim haklarıma uymak zorundadır. Kirlenmiş iktidarlardan, pisliğe bulaşmış hukuk erlerinden adalet dağıtılmasını beklemek yerine eşit yurttaş olmanın gereklerini yaparım.
Oysa özgürlük varsa sultan yoktur. Kendimi istediğim şekilde ifade eder, istediğim şekilde gerçekleştirir, istediğim şekilde istediğim yerde herkese, sultanlık hevesinde olanların karşısında bile var ederim. Ben özgür değilsem, kula kim adalet dağıtır.
Oysa kardeşlik varsa sultan yoktur. Aynı ülkeyi ve aynı zamanı paylaştığım her eşit ve özgür kişi aynı zamanda kardeşimdir. Benimle aynı ırktan olduğu, aynı dine, aynı tarikata, aynı cemaate mensup olduğu için değil, her birimizin eşitliğini ve özgürlüğünü güvence altına alan aynı ülkenin yurttaşlığını paylaştığım için. Benim eşitliğime ve özgürlüğüme saldırmayan her yurttaş kardeşim, onları ezmeye ve yok etmeye çalışan herkes düşmanımdır.
Özet olarak Doğu’nun hiç bir zaman erişemediği ve erişmesinin mümkün olmadığı ünlü “ADALETİ” tepedekilerin kullara bahşettiği bir şey olabilir. Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ise kul olmayan, bir birey olan yurttaşa ait bir şey.
Önce ve mutlaka birbirimizin eşitliğimi ve özgürlüğümü güvence altına alalım. Bunu yapabilirsek zaten adaleti tesis ederiz.
Hem de “adil” bir sultana gerek kalmadan.