EYY MİLLİ GÖRÜŞÇÜLER, SAADET PARTİLİLER…
Dünyamızda mevcut yönetimlerin hiçbirinin insanlığa saadet getirmediğini en iyi bilen teşkilat mensupları olarak, insanlara anlatmak gibi vazifemiz var. Bu görevimizi yapabilmek için var olmak gerekiyor. Var olmak içinde disiplinli olmak ve sahaya inip canla başla çalışmak gerekmektedir. Aktif olarak çalışırken önünüze birtakım engeller çıkacak ve kınayıcıların kınamalarıyla karşı karşıya geleceksin. Ama sen yılmayacak çalışmalarına devam edeceksin.
21 yıldır ülkemizde yapılan siyasete baktığımızda anlıyoruz ki ülkemizin helal siyasete ihtiyacı var. Bunun temelini teşkil eden ilmi siyaset ancak Millî Görüş’ün tek partisi olan Saadet Partisi’yle hayata geçebilir. Millî Görüş’ü, helal siyaseti, dinci ile dindarın ne manaya geldiğini belki halkımıza anlatmakta zorlanabiliriz. Bunun neden böyle olduğunu Yönetim Bilimci Dr. Hakan Bolat’ın sözleriyle izah edelim:
“Aç insanlar daha kolay köleleşir. Hiçbir toplumun fakirleşmesi tesadüf değildir. Hepsi belli bir plan ve program çerçevesinde yapılır. Hem de uğruna ömürlerine feda ettikleri kendi yöneticileri tarafından. Bu Orta çağ Avrupa’sında uygulandı. Soylular, onların maşası açgözlü yöneticiler ve bunların icraatlarına icazet veren sahte din adamları Avrupa halklarına tarihin en karanlık çağını yaşattılar. Tarih tekerrür eder, coğrafya değişsede.”
Bu söz günümüze ne kadar çok uyuyor. Farkında mısınız? Bütün bu mücadeleyi yapabilmek için dava adamı olmak gerekiyor. İnsanın bir duruşu olmalı; bir aşkı, bir bakışı, bir davası olmalı. Cahit Zarifoğlu ne güzel söylemiş:
“Dava adamlığı; inancı, düşüncesi ve idealleri uğrunda her türlü fedakarlığı gösteren, ifade ve davranışlarıyla da bir bütünlük içinde bunu uygulayan kişi olarak tanımlanır.”
Millî Görüş lideri rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın dediği gibi, “Hakkın tesisi için çalışmamakla, batılın hâkimiyeti için çalışmamak arasında hiçbir fark yoktur.”
Bu konuda hiçbir mazeret geçerli değildir. Hakkın tesisi için sahalarda değilsen, batılın hakimiyetine çalışmış olmaz mısın?
Güçlünün haklı, haklının güçsüz olduğu adaletsiz bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyada sorunlar da bitmiyor mücadelede. Che Guevara; “Kaybettiğin tek savaş, uğruna savaşmaktan vazgeçtiğindir. ” diyor. Disiplinli ve teşkilat şeklinde çalışamayanlar, her halde bir ‘serdengeçti,’ bir Şeyh Edebali’nin ‘Deli’sini bekler ve ihtiyaç duyarlar. Oysa önlerinde bilgi ve donanımıyla dünya lideri bir Necmettin Erbakan duruyor. Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Önümüzde çalışabileceğimiz bir teşkilat modeli durmaktadır.
Dava adamıyım deyip, gereğini yapmıyorsak bu kavramın içini boşalttığımızdan olabilir mi? Dava adamı gibi birçok güzel özelliği taşımak için hep önde ve lider pozisyonda olmak gerekmez. Bulunduğunuz her noktada, neyi hedefliyor ve tahakkukunu istiyor ve o uğurda mücadeleyi, eylem ve söylem bütünlüğü içinde yapıyorsanız görevinizi yerine getiriyorsunuz demektir. Her işin bir mesuliyeti vardır. Mesul olduğun işin gereğini yerine getirmemek, size hem vebal yükler hem de batılın ülkemize yerleşmesine sebep olur.
ŞAMİL BASAYEV’in bir sözüyle farkındalığımızı biraz daha arttıralım; “Bir dava, uğrunda ölünecek kadar değerli değil ise, uğrunda yaşanacak kadar da değerli değildir!” Bu söz size de manidar gelmedi mi?
Dava adamı olmak demek özü ve sözü bir olmak demektir. Sözün tesirli oluşu söyleyenin takvasından ne kadar dava adamı olduğundan ötürüdür. Bu nedenle dava adamı, kendi davasının yaşayan, heyecanını damarlarına kadar hisseden, canlı bir örneği olmalıdır. Eğer atalet içerisinde tepelenip duruyorsan, kendini mesul hissetmediğinden olabilir mi?
Unutmayınız! Siz mesulsünüz! Gazze’de ölen çocuk ve kadınlar için, Afrika’da köle gibi madenlerde çalıştırılan çocuklar için, suya hasret canlar için, yatağa aç girenler için mesulsün.
Kalk zaman yola revan olma zamanı. Mağdur ve mazlumlar bizi beklemektedir. Sen kimi bekliyorsun?
Uyan, uyandır!
Kalk Mehmet’im görev seni beklemektedir.