Halepçe’ Geçmişte Kalmadı!
16 Mart 1988 yılında Halepçe Kürtlerine yönelik kimyasal saldırının 33. Yıl dönümü. İnsanlık vicdanını sarsan bu katliamda 6.000 civarında kadın-erkek, yaşlı-genç, çocuk ve bebek atılan elma kokulu gazlarla öldü, 15.000 civarında insan da yaralandı.
Kimisi uykudayken, kimisi bağ-bahçesinde çalışırken, kimileri ailesiyle birlikte otururken ve kimi çocuklar da neşe içinde oynarken hiçbir şeyden habersiz gaz bombalarına yakalanmıştı. Gazı soluyan herkes dehşete düşmüştü. Bir anda solunum sistemleri çökmüş ve derileri soyulmaya başlamıştı.
Saldırılar, aralıklarla iki gün devam etmiş, Halepçe’nin tamamı bombalanmıştı. Ortaya çıkan tablo, katliamla birlikte bir soykırımın yaşandığını gösteriyordu. Saddam azgınlaşmış, İran yenilgisinin acısını masum ve sivil Kürtlerden çıkarmıştı.
Yaşananlar korkunçtu, insanlar çaresiz ve sahipsizdi. Yardımlarına koşan ne komşu devletler ne de küresel güçler oldu. Kaderleriyle baş başa kalan bu insanlardan sağ kurtulanlar sağa sola kaçmaya başlamış, kimi yollarda, kimileri de dağlarda can vermişti. Katliamda sağ kurtulanlardan binlercesi de hala sağlık sorunları yaşamaya devam ediyor.
Aynı akıbeti diğer canlılar ve doğa da yaşamıştı. İnsana acımayan hayvana ve doğaya acır mı? İnsanlıktan çıkmadan zulüm ve katliam yapmak mümkün mü?
Yıl dönümünde Kürtlerin acısına ortak olmak kuşkusuz insani ve ahlaki bir sorumluluğumuzdur. Katliamları, soykırımları unutmamak, failleri, katilleri, zalimleri, yaşanan zulüm ve trajedileri hatırlamak ve hatırlatmak, mazlumları, mahrumları, mağdurları rahmetle anmak önemli hem de çok önemlidir.
Ancak bunun kadar önemli olan; yüz yılı aşkındır katliam ve vahşetin coğrafyamızda aralıksız olarak neden hep devam ettiğini anlamaktır. Söz konusu vahşet, sadece Halepçe katliamından ibaret değildir.
Süryaniler, Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Keldaniler, Ezidiler, Aleviler ve diğer unsurlardan on binlercesi yanı başımızda katledilmedi mi? Bugün de öldürülmeye devam edilmiyor mu?
Henüz yakın bir tarihte Ezidilere yapılanlar çok mu farklı? Veya Kürtlere yapılanlar sadece Enfal ve Halepçe katliamlarıyla mı sınırlıdır?
Yaklaşık bir asır içinde yakın coğrafyamızda Koçgiri, Genç, Palu, Dersim, Ağrı, Zilan, Sason, Sur, Cizre, Şengal, Kobani, uzak coğrafyada ise Gazze, Afganistan, Keşmir, Uygur ve diğerleri çok mu farklı?
Yine Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Yemen’de benzer katliamlar ara verilmeden ve hız kesmeden devam etmiyor mu?
Sorunların kaynağını kendimizde arayacağımıza hep başkalarında, yabancı müdahalelerde aramanın bedelini ödüyoruz. Katliamları yapanlar bizden değilmiş gibi emperyalist güçleri tek başına sorumlu tutarak kimlere hizmet ettiğimizin farkında dahi değiliz.
Elbette emperyalist ve sömürgeci güçlerin bunda çok büyük payları vardır. Ancak Bu katliam ve çatışma ortamının devam etmesinde bizim hiç mi suçumuz yok?
Yaşanmakta olan cehalet, kaos, yoksulluk, düşmanlık gibi olumsuzluklarda bizim de payımız yok mu? Kanaatime göre en büyük pay, en ağır suç, vebal ve sorumluluk bizimdir.
Dini ve la dini anlayışlarımız, ideolojik ve politik tutumumuz bu kaosun en önemli nedenidir, diye düşünüyorum. Yaşananlardan hiç ders ve ibret almadığımız gayet açıktır.
Enfal, Halepçe, Şengal ve Kobani katliamlarının ve hala yaşanmakta olan bunca acının Kürtler arasında dahi birlikteliği ve dayanışmayı sağlamamasının sorumluluğunu kimlere yüklemek gerekir?
Böylesine bir vahşet dahi tarafları bir araya getirmenin gerekçesi olamıyorsa başka türlü nasıl bir ders ve ibret alınabilir?
Kuşkusuz ibret ve ders almayan yalnız Kürtler değildir. Coğrafyamızın bütün unsurları için aynı durum geçerlidir. Ayırımcılığı, ırkçılığı, dinciliği, ulusçuluğu, milliyetçiliği, şiddet, savaş ve terörü sorgulayıp mahkûm etmedikçe mevcut durum devam edecektir.
Zalim ve mazlumu kimliğine göre tanımladığımız veya kendi etnik-dini-ideolojik ve politik anlayışımıza göre yaklaşım gösterdiğimiz sürece bu zulüm bataklığından selamete kavuşmamız mümkün değildir.
Yanı başımızdaki zalim ve mazlumu görmezden gelerek, ulaşamayacağımız bölgelerde zalimi lanetlemek ve mazlumu sahiplenmekle sadece kendimizi avutuyoruz. Halepçe soykırımı karşısında dahi “dut yemiş Bülbül’e dönen” dinci-ulusçu-milliyetçi çevrelerin ruh hallerine bakınca geleceğe ilişkin iyimser olmak mümkün mü?
Gerçi, Evlad-ı Resul’ü Kerbela’da vahşice şehit eden Yezitleri lanetlemeyen bir zihniyetten bugün Halepçe katillerini ve benzer zalimleri lanetlemelerini beklemek abesle iştigaldir. Anlaşılan zulümle yaşamaya devam edeceğiz ancak zulümle abad olunmayacağını bilmemiz gerekir.
Halepçe Katliamının yıl dönümünde bir kez daha zalimleri lanetliyorum, mazlum ve mahrumları ise hayırla yâd ediyorum!
Abdulbaki Erdoğmuş