Kafesteki hayaller
Her şeye o kadar yabancıyım ki çok uzun zamandır.
Benliğimde boğulmak üzereymiş gibi hissediyorum.
Uzun zamandır kendimin de çok fazlaca yabancı olduğu ve tanıyamadığım bir boşluk var ve bu boşluk nasıl doldurulur inanın ben de bilmiyorum.
Koskocaman bir evrende kendimize bir yer bulamamak belki de bu boşluğu dolduramamanın nedenlerinden sadece bir tanesi.
Bu boşluğun belirlenmiş bir zamanı var mı diye düşünmeden de edemiyorum.
Belki yeri ve zamanı değil.
Ki yer ve zaman kavramı çok kişisel bir mesele gibi.
Bunları düşünmek kapana kıstırıyor beni bir şekilde ve nefes almakta zorlanıyorum çoğu zaman.
Sanki bir kafesteyim uzun zamandır ama anahtarı da üzerinde.
Kimi bu kafese almaya çalışsam kafeste beni bırakarak anahtarı üzerinde kaçıyorlar.
Biliyorum kafesten kendim çıkmam lazım belki de güçlü görünmek için.
Neden sürekli güçlü olmak zorundayız ki bu hayatta?
Belki de bazen kafesten çıkmak için küçük bir dokunuşa ihtiyacımız vardır kim bilir?
Belki de o küçük bir dokunuş dünyanın en güçlü insanı yapabilir birden seni?
Güçlü güçsüz kavramları da oldukça kişisel değil midir zaten?
Eskiden duygular daha kolay ifade edilirdi şimdi daha da zorlaştı sanki, herkes için.
Yazmayı durdurmazsam hiç durmayacakmışım gibi.
Hayatı yakalamaya çalışmak epey yorucu.
Bu düşüncelerin ağırlığıyla daha da yorucu.
Hafifletmek kendi elimizdeyken neden daha fazla zorlaştırıyoruz ki?
Yoksa o da mı elimizde değil artık? İşte böyle karmakarıştır duygular, düşünceler.
Hepsi birbiri içine girmiş ayrılmaz ruh eşi gibiler.
Bunların içinde kaybolup gidiyorum, sessizce.
Kimi zaman sessizliğin içinde kimi zaman da pek çok sesli düşüncelerin içinde boğulmaktan alıkoyamıyor insan kendini.
O kadar çok dert var ki belki de hangisine üzülsek bilemiyoruz. İnsan hayatı pamuk ipliğine bağlı aslında bunu da unutuyoruz kimi zaman. Yarın ne olacağımızı bile bilmiyoruz.
Ama yine de boğuluyoruz işte küçücük bir derdin içinde bile.
Çünkü büyük dertleri de sırtlamaya alıştık küçük dertleri de.
Hatta komik ama yorgunluğun içinde yorgunluğa yer ayırdığımız bile oluyor.
Peki gerçekten ne yapıyoruz ?
Bilmiyoruz.
Üzülmeye bile gücüm kalmazken nasıl kendime geleceğim sorusu beliriyor kafamda.
İnan ki yorgun ve güçsüzüm.
Sevmeyi biliyorum da sevilmeyi bir türlü öğrenemedim o da benim kusurum olsun.
Uzatılan ele bile cevap veremeyecek kadar bitkinim belki de.
Ki uzatılan bir el olacak mı orasını da bilmiyorum.
Bana kalsa bir çok yarım anıda veya tüm duygularımın yarım bırakıldığı şarkılarda yani tüm o yıkıntıların altında kalacağım.
Artık uzun uzun cümlelerle bile anlatamıyorum.
Kelimelerim tükenmiş gibi.
Yalnızlığın içinde boğulup gidiyorum. Sigara kokan parmaklarla uyuyorum.
Bazen de uyuyamıyorum.
Özlüyorum, bana yaşattığı duyguları özlüyorum.
Onu tabiki de özlemiyorum. Konumuz o bile değil.
Çok değil belki de 3 sene önce.
Tam 3 senedir ölüyorum, aynı vapurun aynı köşesinde.
Tam her şey yolunda derken hep tökezlemekten yoruldum.
Yeni bir şeylere başla, alışmaya çalış, alış ama sonra bit.
Hayatım bu döngü içerisinde geçti. Mutlu olduğum anlar yok mu?
Var tabi ama insan unutamıyor acılarını.
Kimilerini kaybettim, kimilerinden ihanete uğradım, kimilerine bağlandım, kimilerini sevdim, kimileri tarafından öldürüldüm, kimileri tarafından mutlu edildim, kimileri tarafından boğuldum.