Kürt Sorunu ve HDP bağlamında yeniden yoğun tartışmalar yaşanmaktadır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP’nin meşru bir parti olarak muhatap alınması gerektiğini ve çözüm yerinin de TBMM olduğunu söylemesi, tartışmalarla birlikte yeni bir “açılım” ihtimalini de ortaya koymaktadır.
Sorunlara yönelik somut çözüm projeleri ortaya koyamayan bir siyasi partinin iktidar arayışına güven duyulmaz. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu’nun gayretleriyle parti bünyesinde Doğu Masasının kurulması, Güney Kürdistan’a heyet gönderilmesi ve Kürt Sorunu çıkışı CHP için iktidar alternatifi girişimi olarak değerlendirilebilir.
Ayrıca HDP’ye yönelik haksızlıklara karşı bugüne kadar gereken tepkiyi vermeyen Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışını demokratik siyaset açısından çok önemli bulduğumu da belirtmeliyim. Tabela partileri için dahi kullanılmaması gereken siyasi dilin, yıllardır parlamentoda grubu bulunan HDP için kullanılması demokrasi ve hukuk açısından mazur görülemez.
HDP’nin, en az AKP, MHP ve İYİ Parti kadar yasal ve siyasal meşruiyeti vardır. Şiddet ve terörle özdeşleştirilemez ve şiddetin temsilcisi de görülemez. Cumhur ittifakının karalayıcı, haksız ithamları karşısında öncelikle siyasi partilerin ve demokrasiye duyarlı kesimlerin de bir tutum sergilemeleri gerekir.
Demokratik meşruiyeti savunmak her partinin varlık gerekçesi, Genel başkanların da siyasi görevidir. Aynı duyarlılığı diğer partilerin de özellikle İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener Hanım efendiden de bekliyorum.
Kuşkusuz HDP politikaları eleştirilebilir ancak meşruiyeti ve seçmen temsili tartışma konusu yapılmamalıdır. Aksini yapanlar, toplumu kutuplaştırarak politik avantaj sağlayanlardır. Gecikmiş de olsa demokratik meşruiyeti öne çıkarmak yeni dönem siyaseti açısından umut vericidir.
“Muhatap” meselesine gelince; Kürt Meselesinin muhatabı HDP değildir, hiçbir parti, siyasi, ideolojik veya dini bir grup da değildir, İmralı veya Kandil hiç değildir. Muhatap aramak da muhatap olma çabasına girmek veya bu yönde pozisyon almak da sorunu aslından saptırarak çözümsüz kılmaktır.
Kürt sorununda HDP muhatap olmadığı gibi temsilcisi de değildir. Sorunun çözümünde katkısı alınacak, dayanışma ve iş birliği içinde olunacak bir parti olarak düşünülmelidir.
Çözüm sürecinde aldığı rolü de doğru bulmadığımı belirtmeliyim. İktidar-MİT-İmralı ve Kandil arasında kuryelik yapması ve İmralı’nın gösterdiği istikamette çözüm araması hem partinin hem siyasetin hem Kürtlerin hem de Türkiye’nin aleyhine sonuçlanmıştır. Politik rantın kazananı Cumhur ittifakı, bilmediğimiz odaklar ve İmralı olmuştur.
Bedelini ise tarihi kent Sur ve Cizre başta olmak üzere birçok yerleşim yerinde yıkım, ölüm ve mağduriyet olarak Kürtler ödemiştir. Cizre’de gömülmesine izin verilmediğinden cenazesini kokmaması için buzdolabında muhafaza eden ailenin dramını unutmak mümkün mü?
Seçimin kaybedilmesinin yol açtığı öfke, yeniden kazanmak için kaybedilen yerleri cezalandırmak, bir politika olarak benimsenmişti. Yenilginin sorumlusu olarak Kürt oylarını alan HDP ilan edilmişti. Baskı ve tehditlerle arzu edilen oylar alınsa da öfke dinmemiş, düşmanlık son bulmamıştır. Bu gerekçelerle de HDP’ye kapatma davası açılmış, “Kürt sorunu” yeniden inkâr edilmeye başlanmış ve şiddet politikalarına yeniden dönülmüştür.
Peki bu noktaya neden gelindi?
Çözüm sürecinin başarısız sonuçlanmasının birinci nedeni Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutumu ise ikinci nedeni de AKP ve HDP’nin Kürt meselesinde PKK ve Abdullah Öcalan’ı ‘muhatap’ almasıdır. Bu nedenden dolayı HDP öz eleştiri yapmalı ve “muhatap” adresini ve bu yöndeki politikalarını yeniden belirlemelidir.
Tabi ki, “Kürt sorunu artık yoktur, çözdük” iddiası da doğru değildir. Hukuk teminatı olmayan hiçbir ‘hak’ güvencede sayılmaz. Kürtlerin Kürtlükten kaynaklanan hangi hakkı hukuk güvencesindedir?
Esas itibariyle AK Parti iktidarıyla içerde ve dışarda oluşan olumlu hava Kürt Sorununu çözmek için de uygun bir zemin oluşturmuştu. Yöntemi yanlış veya göstermelik de olsa AK Parti’nin, sorunun çözümü için önemli çabalar gösterdiğini de belirtmeliyim.
Devletin ilgili birimlerince PKK ve Abdullah Öcalan ile kurulan dolaylı/dolaysız diyalog ve görüşmelere karşı ciddi bir siyasal ve toplumsal muhalefetin olmaması, silahlı mücadeleyi ve şiddeti sonlandırmak için bir umut ve fırsat olmuştu.
Ancak İktidarın, öncelikle PKK sorununu çözmek yerine bilinçli olarak Kürt sorununu PKK ile çözme arayışına girmesi, başta Kürtler olmak üzere barış yanlısı kesimleri hayal kırıklığına uğratmıştı. Bu çözümsüzlük projesinde HDP’nin AK Parti ile birlikte rol aldığını ve bu vebale ortak olduğunu hatırlatmak isterim.
HDP’nin, Kürt Sorununun muhatabı olarak İmralı’yı adres göstermesi demokrasi açısından bir sorun oluşturmasa da siyasetin, demokrasinin ve Kürtlerin lehine olmamıştır. Aksine demokratikleşmeyi, siyasi açılımı önlemiş ve sorunu daha karmaşık ve çözümsüz kılmıştır. Bu bağlamda HDP’nin Kürt halkına bir “özür borcu” olduğunu düşünüyorum.
En önemlisi de söz konusu yöntemle AKP ve HDP, Kürtlerin hak ve özgürlük taleplerini Abdullah Öcalan’la birlikte müebbet hapse mahkûm etmiştir. Aynı yöntemi “Öcalan irademiz” söyleminde de görüyoruz. Böylece Kürtlerin iradesi Abdullah Öcalan’la birlikte İmralı’da rehin bırakılmıştır.
Bu anlayışın ve politik tarzın, HDP’nin siyasal açılımını da önlediğini düşünüyorum. HDP’yi yönlendiren ve siyasi açılımı önleyen etkin iradenin, bugün de “muhatap İmralı” diyen zihniyet olduğuna inanıyorum. HDP’yi, İmralı iradesine mecbur bırakanlar, Kürtleri radikal ideolojileri için bir araç ve taban görenlerdir.
HDP ve PKK’nin aynı sosyolojik tabana hitap etmesi ve aralarında ideolojik yakınlık olması, hatta PKK’nin seçimlerde HDP’ye seçmen desteği vermesi siyaset ve demokrasi açısından bir sorun oluşturmaz ancak HDP, İmralı veya PKK’nin tarafında değil, demokrasi ve Kürt halkının yanında olması gerekir.
Esas itibariyle başlangıcından itibaren, Kürt siyasetçilerinin itirazlarına rağmen HDP’ye hâkim olan radikal ideolojik grubun iradesine göre politikalar belirlenmektedir. Partinin kuruluşunda PKK’nin destek vermesi de bu ideolojik grubun elini güçlendirmektedir.
İmralı ve derin güçlerle birlikte HDP’yi bloke edenler de muhtemelen hep bunlar olmuştur.
“Öcalan irademiz” sloganıyla modern yöntemlerle Kürtlerin iradelerini İmralı’ya mahkûm eden de bu zihniyettir. Ne yazık ki siyasetçileri, yazarları dahil birçok Kürt de bu tuzağa düşmüş ve bu anlayışa bilmeden hizmet etmiştir. Bu sloganı attı diye yüzlerce Kürt insanı tutuklanmış, işkence ve cezalara çarptırılmıştır.
Yüzlerce Kürt siyasetçi ağır cezalara çarptırılmış, yüzlercesi yasaklı sayılmış, yüzlercesi yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştır. Genel Başkan Salahattin Demirtaş’ı cezaevinde alıkoyan da bu radikal gruba tabi olmaması değil midir?
Kürt siyasetçilere, gazeteci ve yazarlara uygulanan hukuksuz uygulamaların tarifi imkansızdır. Bölge halkına yönelik baskılar, ayırımcılık, ırkçılık ve “öteki” muamelesi ise anlatılacak gibi değildir.
Kürt sorununu karmaşık hale getiren de bu politikalardır. Bana göre sorun hiç de bu kadar karmaşık, çözüm de imkânsız değildir.
Peki nedir çözüm?
Devlet şiddeti dahil hiçbir şiddet yönteminin çözüm olmadığı kanaatindeyim. Ülkenin bütünlüğünü esas almayan bir çözüm yöntemini de doğru ve kalıcı bulmuyorum. Kişisel olarak bütünlük konusunda çok hassa olduğumu ve tartışma konusu dahi olmasının en az Türkler kadar Kürtlerin de aleyhine olacağına inanıyorum.
Silah ve şiddetin tarafı ve muhatabı İmralı ve PKK’dir. İki taraf açısından da şiddet-savaş ve terör çözüm değildir. Çözüm olmadığı da yaklaşık 40 yıldır devam etmesinden anlaşılmaktadır. Daha fazla sürdürmenin de en fazla Kürt halkına zarar vereceği açıktır.
Halka zarar veren her türlü şiddet benim için terör hükmündedir. Devlet veya PKK kaynaklı olsun şiddet üreten politikalara son verilmelidir. Bu durumda sorunun çözümü diyalog, görüşme ve müzakere ile mümkündür.
Federasyon, Özerklik ve Öz Yönetim gibi pazarlıkların muhatabı da Kürtler değil, öncelikle İmralı, PKK, örgütlü Kürt siyasi grupları ve diğer kesimlerdir. Bu yöntemin muhatabı da halk değildir.
Kişisel görüşüm ve anlayışım olarak belirtmek isterim ki Kürt Meselesinde sorun; Kürtlerin kendi kimlikleri ve haklarıyla hukuk güvencesinde eşit ve özgür olarak var olma talepleridir.
Kürtlersiz bir Türkiye mümkün olmayacağına göre Türklerin de diğer farklı unsurların da ihtiyacı olan bir siyasal sistemi inşa etmek gerekir.
Bu bağlamda muhatap; siyasal sistem, kurum ve kurullarıyla devlettir. Vatandaşların hak ve özgürlüğü devlete karşı savunulur. Çözüm aracı da sivil ve örgütlü siyasettir. Çözüm adresi de TBMM’dir.
Hak ve özgürlüklerin hayata geçirilmesi için muhatap aranmaz, hak ve özgürlüklerin pazarlığı da olmaz. Bu yönde bir iradeyi ortaya koyacak olan da halktır. İradesi olmayanın özgürlüğü olabilir mi?
‘Kürtlerin iradesi kendi ellerinde ve siyasal kaderlerini belirleme hakkı da kendi iradelerinde’ olma yönünde bir bilincin hızla geliştiğine inanıyorum.
Ağrı’dan Edirne’ye, Hakkari’den İzmir’e, Dersim’den Ankara’ya, Diyarbakır’dan İstanbul’a, herkesin ve her kesimin farklılıklarıyla eşit olacağı, çoğulcu demokrasi ve hukukun üstünlüğü güvencesinde hak ve özgürlüklerini, din ve vicdan hürriyetlerini kullanacağı, İnsanlık ve Avrupa/medeniyet değerlerinin hâkim kılınacağı bir Türkiye’nin onurlu yurttaşı olmak mümkündür.
Böyle saygın bir ülke için öncelikle mevcut siyasetin/partilerin yeniden yapılanması gerekir. Bu bağlamda Ana muhalefet partisi (CHP) ve İYİ Parti başta olmak üzere HDP’nin de yeni bir siyasi açılım yapması gereğine inanıyorum.
Abdulbaki Erdoğmuş