MAHSUN VE MASUM MAHKUMİYET
Abidin Daino tutukluluğun resmini çizebilir miydi? Şayet bugün çizmesi gerekseydi, Ahmed Manasra’nın gözlerine bakması yeterdi. O gözler; yaşıyla ne kadar tezat düşse de, bir milletin tarihi boyunca çektiği bütün acıların arşiviydi sanki. Bulutlar tarafından yüzyıllarca saklanmış ve bir türlü yağamamış bir yağmur gibiydi çocuk bakışları. Öyle ağırdı ki içinde topladıkları; dışarı atamamasının, dışarı bakamamasının çaresizliği çökertmişti omuzlarını. Çocukluğunu yaşamak istemiş fakat kendinden büyük yükü taşıyamayan ufacık bedeni isyan bayrağı açmış. Erkenden büyümeye çalışmış lakin zamansız gelen mevsime ruhu adapte olamamış… Abidin Dino tutuklu çocukluğun resmini çizebilir miydi? İnancım o ki; Ahmed Manasra ile bir kez göz göze gelseydi, zihnine kazınan o gözleri upuzun seneler sonra bile ezbere tuvale geçirebilirdi?
israil zulmü sadece masum insanları öldürmekle sınırlı değil. Yaşayanları da hayatta kaldıklarına pişman etmek için vahşetin hudutlarını zorluyor. Hukuki bir gerekçe olmaksızın Filistinlileri tutukluyor ve yıllarca hapishanelerde tutuyor… Bu mahkumlardan bir tanesi de Ahmed Manasra. 13 yaşındaydı tutuklandığında. 2015’te Kudüs’ün Beyt Hanina Mahallesi’ndeki Piskat Ziev Yahudi yerleşim yerinde, kuzeniyle birlikte bir siyoniste bıçaklı saldırıda bulundukları iddiasıyla, bir grup Siyonist tarafından saldırıya uğradılar. Henüz 15 yaşındaki kuzen Hasan Manasra olay sırasında vuruldu ve şehit oldu. Hayatta kalan Ahmed Manasra, israilliler tarafından linç edildi. Metal bir çubukla defalarca başına vuruldu. Ardından araba ile üzerinden geçildi. Bu arada kafatasında çatlaklar oluştu. Bir siyonistin o anda Ahmed’e küfürler savurduğu, olayı çeken siyonistlerin kameralarına yansıdı. Ahmed kıpırdayamayacak haldeyken gözaltına alındı. Götürüldüğü hastanede sorgusu başladı. Kuzeniyle birlikte saldırıda bulundukları tamamen gerçek dışıyken, cinayete teşebbüsle suçlandı ve 9,5 yıl hapis cezası verildi. Oysa ki avukatı tarafından, “olay sırasında hiçbir şekilde bıçağını kullanmadığı ve birine zarar vermediği” ortaya konmuştu. Ancak “suça ortak olduğu” gerekçesiyle hüküm giydi.
Filistin’de pek çok çocuğun başına böyle şeyler gelir. Arkadaşlarıyla dışarıda dolaşırken, okula giderken, evlerine dönerken, israillilere taş attığı ya da bıçakla saldırdığı iddiası ile küçücük çocuklar hapsedilebilir. En son geçen hafta 9 yaşında bir çocuğu tutuklayan israil, 8 yaşından küçükleri dahi tutuklamıştır.
Ahmed Manasra 14 yaşına geldiğinde çıkarıldığı mahkemede “terör saldırısı suçlamasıyla” 13 yıl hapse mahkum edildi. israilde sivil bir mahkemenin hüküm verdiği en küçük yaştaki isim olarak Ahmed kayıtlara geçti. Cezasının üçte ikisini tamamladıktan sonra serbest kalmasını sağlayan uygulamadan, “terör suçundan hüküm giymesi” sebebiyle yararlanamadı.
Ahmed Manasra, gözaltına alındığı günden itibaren şiddete ve işkenceye maruz kaldı. Çocuk yaşta hapishanede yıllarca kalması, uzun süre hücre hapsinde tek başına tutulması, hapishaneden hapishaneye sürüklenmesi, ağır işkencelere uğraması sebebiyle ruh sağlığı bozuldu ve görme yetisinde kayıplar meydana geldi. El Cezire haber sitesine demeç veren avukatı Halid Zabarka, Ahmed’in psikolojik durumunun kötü olduğunu belirterek şunları ekledi: “Onu ruhsuz bir insan olarak gördüm. Onu rahatlatmaya çalıştım. Bu yüzden ona hapisten çıkmaya çok az kaldığını ve onu serbest bırakmak için çalıştığımızı söyledim. O, ben sadece ölümü bekliyorum. Ben bu hayattan hiçbir şey beklemiyorum.” dedi. Aynı avukat; Ahmed’in tutuklandığı 13 yaşından bu yana ruhunun ve yaşam umudunun öldürüldüğünü söyleyerek, kendisini ziyaret eden psikiyatristin, kronik bir akıl hastalığından muzdarip olduğunu doğruladığını da açıkladı.
Ailesiyle de yıllarca görüştürülmeyen Ahmed’in annesi Maysun Manasra, mahkemede oğlunu bitkin gördüğünü söyleyerek: “Gardiyanlar oğlumu baskıya aldı. ‘Elini kaldırma, sakın bir hareket yapma.’ dedi. Benim önüme bir gardiyan geçti ve onu görmemi engelledi.” şeklinde açıklamalarda bulundu. Evladına sarılmasına izin verilmeyen acılı anne sözlerini şöyle sürdürdü: “Oğlumu görmekten mutlu oldum ancak üzüntüm geçmedi. Oğlumun iyileşmesi gerekiyor. Mahkeme salonuna girdiğimde, oğlumun gözleri bizi gördüğünde bayram etti. Sonra basının ilgisi nedeniyle oğlumu tekrar içeri götürürken sırtından ittiler. Bunu gördüğüm anda dayanamadım, çığlık attım. Gardiyanlar Ahmed’i tekrar getirdiğinde bütün moralinin bozulduğunu gözlerinde gördüm.”
Bakmak ile görmek arasında büyük fark var. Belki de seyretmekle yaşamak kadar. Bakıp geçiyoruz en yakınımızdakilere bile. Göremiyoruz, gözlerinin içinden yüreğine inmeye gayret etmedikçe. Gözlerinde yazılıdır herkesin kendi tarihi. Gerçekten okumak istersek, sayfa sayfa açılır otobiyografisi. Bir anneden elbette kaçmaz, yüzüne baktığı oğlunun hisleri. Annesi; harf harf, satır satır okumuştur muhakkak Ahmed’in kalbini…
Ahmed Manasra’nın fotoğrafını ilk gördüğümde yüzeysel bir bakıştı benimkisi. Henüz hikayesini bilmediğimden, görebilmek amaçlı, derin bir bakma değildi. Fakat en dikkatsiz, en umarsız bakışı bile sabitleyecek derecede acı doluydu gözleri. Bütün çocukları kendi evladı gibi görebilmektir anne olmak. Dünyanın herhangi bir yerindeki bir çocuğun gözyaşlarına kayıtsız kalamamak. Hiç tanımadığı çocukların gülüşlerini, kendi çocuklarının mutluluğuymuş gibi yaşamak. Bir anne içgüdüsüyle bakakalmıştım, gözlerimi alamadığım 13 yaşındaki Ahmed’in gözlerine. Çaresizliğin sözlük anlamı yazılmıştı sanki, Ahmed’in çocuk yüzüne. O kelimeler mıh gibi çakıldı hafızama. Hiç kimsenin zihninden silemeyeceği Ahmed’i, bir anne şefkati nasıl unutabilirdi ki bir daha?
İlk sorgusunu izlediğimi hatırlıyorum Ahmed’in. Sorulan her soruya: “Hatırlamıyorum, hatırlamıyorum.” diye cevap verişini. “Delirdim mi, beni doktora götür.” dediğinde, “kes sesini” diyerek mukabele edilişini. O esnada, çok sevdiği güvercinlerin kanadı kırıldığında çaresizce uçmaya çalışması gibi çırpınan yüreğini. Kafasına metallerle vurulması sonucunda kaybettiği hafızasını geri çağırırcasına titreyen sesini… Sonra 21 yaşına geldiğinde kendisiyle yapılan küçük bir röportajda verdiği kısacık yanıtları. “En çok neyi özledin?” dediklerinde, “ailemi” cevabını. “Kuşlarını özlüyor musun?” sualine “evet” demesini. “Buradan çıkacağına inanıyor musun?” diye sorulduğunda: “İnşallah, Allah Kerim’dir.” derken, yüzüne yansıyan belirsiz ışığın gölgelenişini. Bazen bilincini kaybetse de, onu ayakta tutan imanını yitirmeyişini…
Son mahkemesinden bir fotoğrafına bakıldığında, gözlerinden kalbinin röntgeni çekilebilirdi adeta. Ne dolu dolu acılar vardı, Ahmed’in bomboş bakışında. Ne vicdansızca, ne insafsızca davranılmıştı kim bilir, psikolojik ve fiziksel işkenceler sırasında. Bir yandan “görün beni” derken kendini parçalarcasına, bir yandan saklanmak ister gibiydi tüm dünyadan. ”Görün, bana ne yaptılar? Çocukluğumu, gençliğimi, dünlerimi, yarınlarımı elimden aldılar.” mesajı okunuyordu bakışlarından. Sonra bir boş vermişlik ifadesi yayılıyordu çehresine. “Bugüne kadar kurtarmadınız beni. Engellemediniz çektiğim işkenceleri. Bundan sonra mı yanımda olacaksınız?” dercesine…
Aynı gün içinde deprem, yangın, sel, kasırga ve tufan yaşamış gibiydi Ahmed Manasra. Dehşet bir sarsıntıyla sarsılmış, vücudu dördüncü derece yanıklarla kaplanmış. Enkaz altında kalmış, havasızlıktan boğulmuş. Bedeni başka, ruhu başka bir şehre savrulmuş. Gitmekle kalmak arası bir kararsızlıkla, sıkışıp kalmış arafta. Yaşarken kurşuna da dizilmiş, idam da edilmiş, kırk katıra da kırk satıra da gelmiş, ölümün her çeşidini bilmiş gibiydi aynı anda. Tüm biçimleriyle ızdırabı tatmış da, bir cehennem azabı kalmıştı tanımadığı. Siyonist zulmü tanımıştı ya, hiçbir çileye yabancı kalamamıştı. Kulube ve ukule ziyandı maruz bırakıldığı acı. Ahmed acı çekmiyordu. Ruhtan bedene, hücreden zerreye kadar acı olmuştu.
israilin; sağlığını, hayatını çaldığı çocuklardan yalnızca bir tanesi Ahmed Manasra. Pek çok çocuğu tutukluyorlar; kendileri saldırdığı halde, bize saldırdılar iddiasıyla. Bir araya gelmeleri, bir yerde toplanmaları gerekçesiyle bile hapse atıyorlar küçücük yavrucakları. Ömürlerini kararttıkları o çocuklar, kolay kolay göremiyor bir daha gün ışığını. Bazılarından senelerce haber alınamıyor, bazıları hiç geri dönemiyor. Aslında israilin hapishanelerinde tutulan birkaç çocuğun daha hikayesinden bahsetmek niyetindeydim. Ancak; bütün yazılarımın ilk eleştirmeni kıymetli eşimin ve okuyucularımın en güzeli sevgili ablamın tavsiyelerine uyarak, kısa tutmaya gayret ettim. İçimde biriken kederden midir, kalemimin gevezeliğinden mi; maalesef yine uzatmadan yazmayı beceremedim.
Ahmed Manasra; yüzmeyi, sporu, kuş ve güvercin beslemeyi, ailesi ve kardeşleriyle zaman geçirmeyi seven, herkes tarafından da sevilen bir çocuktu. Küçüklükten itibaren namazlarını kılıyor ve oruç tutuyordu. Filistinli bir Müslüman olmanın bedelini ufak yaşlarında ödemeye başladı. Yapılan büyük işkenceleri, küçük bedeni ve yüreği kaldıramadı. Hapishanedeyken çok kilo kaybetti ve fiziksel sağlığı bozuldu. Psikolojik olarak da hastalanan Ahmed’e, şizofreni tanısı konuldu.
Ne vakit Ahmed’in bir fotoğrafına ya da videosuna baksam, bir eziyet tablosu duruyor karşımda. Ziyadesiyle tezat gibi görünse de; bir cennet esintisi hissediyorum, kederli yüzünün coğrafyasında. Katıksız acıyı görüyorum Ahmed’in gözlerinde. Hayatının telafi edilemeyecek kayıplarını ve siyonistler kadar, ona sahip çıkmayan biz Müslümanların ayıplarını. Çocuk saflığını görüyorum Ahmed’in bakışlarında. Masumiyeti görüyorum en çok da.
Bilemem, Abidin Dino masumiyetin resmini çizebilir miydi? Bildiğim şu ki; Ahmed Manasra’nın gözleri, masumiyetin ta kendisi…
Ahmed’i ve siyonizmin hapishanelerindeki tüm çocukları dualarımızda unutmamamız temennisiyle…
Saygılar…