Prof.Dr.Baskın ORAN, Bir soru: T.C. Laik Midir Teokratik Mi?

Baskın Oran

Laiklik, din’in devlet işlerine karıştırılmadığı, devletin de din işlerine karışmadığı ve dinler arasında tercih/ayrımcılık yapmadığı sistemin adıdır. Burada devletin resmî dini olmaz. Devlet ve din kurumları birbirinden ayrıdır.

Teokrasi, devlet işlerini belli bir dine dayandıran sistemin adıdır.

Ülkemizde Rejim, Hanefi-Sünni-Müslüman inancını devlet dini yapmaya çalışmakta, bunun için Diyanet’i konuşturup desteklemektedir.

***

Diyanet Başkanı Ali Erbaş’ın Ramazan’ın ilk günü, vahim Corona virüsü ortamında HİV virüsünden bahsetmeye kalkarak toplumun en savunmasız kesimi olan eşcinsellere/LGBTİ’ye nefret söylemi kullanması olayı malum; geçen hafta yazdım.

Niye bu gruba saldırdığı da malum: Fevkalade pratik de ondan. Kadınsızlık yüzünden küçük oğlan çocuklarına “yoğun ilgi” duyan bu ikiyüzlü toplumda bu kırılgan grubu savunursan, “Haa, bu da ibneymiş” derler maazallah.

Doğaldır, herkes kendi ideolojisini savunur. Din de, aynen milliyetçilik gibi, duygu olmanın yanı sıra ideoloji olduğu için bu savunma olağandır. Ama her savunmada en azından iç tutarlılık aranır. Arayalım:

***

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İ. Kalın konuşuyor: “Ali Erbaş ilahi hükmü dile getirdi.” İlahi hüküm, yani Kur’an’ın, Allah’ın hükmü. Dindar entelektüel Berrin Sönmez soruyor: “‘Eşcinsellik ve zina salgın hastalıkların sebebidir’ sözü, Kur’an’ın neresinde geçer? Gösteremezler çünkü bu iddia ‘bâtıl itikat’lardan.”

Ekliyor: “İmam-ı Âzam Ebu Hanife 17 tanesi dışındaki hadisleri sorgulanmaya tamamen açık görür, oysa [onun kurduğu] Hanefi mezhebine mensup Diyanet başkanının sözü ‘ilahi hüküm’ sayılıp tartışılmaz kılınmaya çalışılıyor. İktidar gücüyle İslam’ı devlet dinine dönüştürme çabası bu.”

Diyanet eski başkanı M. Görmez konuşuyor: “Bizim bu tür musibetleri belirli bir günah grubuna bağlamamız hâşâ Allah adına konuşmamız anlamına gelir; bu doğru değil. Çünkü küresel siyasetin günahları cinsel bütün günahlardan daha büyük.”

***

Ali Erbaş’ın bahsettiği sözün Kur’an’ın hiçbir yerinde geçmediğinden maada, bu kutsal kitapta geçen başka bişey var: Cennet’teki gılmanlar. Yani, “bıyığı yeni terlemiş oğlanlar”.

Nitekim, 29 Nisan’daki Artı Gerçek yazısında Ahmet Nesin; Tur suresi 24. ayet, Vakıa suresi 17. ayet, İnsan suresi 19. ayet diye ve çok çeşitli mealleriyle belirtiyordu. (Bu sefer yazıyı kısaltma işini boşveriyor ve A. Nesin diye yazmıyorum çünkü birileri 1995’te kaybettiğimiz Aziz Nesin 2017’de kurulan Artı Gerçek’te yazı yazdı sanmış. Ayrıca, gılmanlar Cennet’te kadınlar içindir, diye anlamış).

Bu hususu bitirmeden, yine tutarlılık babında, şunu unutmayalım: En parlak devirdeki Osmanlı sultanlarının, ki halife idiler, Bizans’tan tevarüs edilmiş (miras kalmış) oğlan işleriyle ilgilenmediklerini söylemek zor. Osmanlı’nın tartışmasız en büyük şairi Nedim’in feilâtün feilâtün feilâtün feilün veznindeki, “Bir safa bahşedelim gel şu dil-i nâ-şâda” adlı başyapıtından şu dörtlüğü lisede de mi okumadınız:

“İzn alub Cum'a namazına deyû maderden / Bir gün uğrulayalım çerh-i sitem-perverden / Dolaşub iskeleye doğru nihân yollardan / Gidelim serv-i revânım yürü Sa'd-âbâd'a”. Tercüme lazım mı? Cuma’ya kadınlar gider mi?

***

Tutarlılık testini en önemli hususla bitirelim. En süflî, en inanılamayacak bişeyle: Bi kötü durum olduğu zaman, mesela bir bebeğin kör doğması, şimdi de Corona gibi, kimi eli kalem tutan müminler, olayı “İnsan için Allah’ın getirdiği imtihan” diye takdim ediyorlar. En olmazında, “Allahın hikmeti; bi bildiği vardır!” diyorlar.

Fesüphanallah! Nasıl hikmetse. Acaba farkında değiller mi, Allah’ın yerine, hâşâ huzurdan, Şeytan’ı koyduklarının? “Rahim” (koruyan, muhafaza eden) Allah niye bazı durumlarda hiç günahı olmayanları “imtihan” adı altında böylesine ömür boyu perişan ediyor? Hadi, kör doğan çocuğun veya depremde ölen sübyanın ebeveyni günahkardı da ondan desek yine olmuyor, çünkü sübyanın ne günahı var da ömrü boyu ışığı görmeden yaşasın? Bu nasıl bi hakarettir Allah’a?

Dahası, bu nasıl İslam ilahiyatıdır? Aziz Augustinus’un, daha Ortaçağ bile yokken (M.S. 395), Tanrı’yı kötülük yapma sorumluluğundan bir miktar kurtarabilmek için ileri sürdüğü, İslam inancında da yankısını bulmuş “cüz’i irade” (liberum arbitrium) kavramını da mı duymadınız? Bu köşe yazısında mı anlatayım? Anlatmayayım, çünkü S. Arabistan gibi Arap ülkeleri ve İran dışında teokrasiyle yönetilen Vatikan’ın, Corona yüzünden maddi sıkıntı çeken trans işçilerine ekonomik destekte bulunduğunu da duymamışsınızdır, duysanız bile inanmamışsınızdır. İdeoloji, özellikle de din ideolojisi tam da böyle bişey işte.

Augustinus’u bırakın, yerli ve milli takılalım yine, bu müminler halkımızın bu konuyu halletmekteki ferasetinden de mi habersizdir? Halkımız işlediği kabahatlerden sıyrılmak ve kimi kötülüklerden Allah’ı tenzih etmek amacıyla Şeytan’ı suçlar: “Pişmanım! Şeytan’a uyduk bi kere!” Şeytan kavramı da bunun için vardır zaten.

***

Kemalizm’in 1924’te Şeyhülislamlığın yerine kurduğu Diyanet, aynen Osmanlı’daki gibi bir devlet memuriyeti oldu. Çünkü din’in devleti (feodalleri) kontrol ettiği Ortaçağ Avrupası’nın aksine, Şark’ta, Osmanlı’nın yine Bizans’tan tevarüs ettiği, devlet’in din’i kontrol etmesi diye bir tarihsel bagaj vardı. Memur, amir’in dediğini yapardı: Sultan’ın istediği fetvayı vermeyen Şeyhülislam önce azledilir sonra da yay kirişiyle boğdurulurdu, ulemanın kanı toprağa değmesin diye.

Kemalizm’in hatası şuradaydı ki, o Yukarıdan Devrim yılları bittikten ve teokratik devlet laik devlete dönüştükten sonra, Diyanet’i aynen muhafaza etti. Çünkü hem A. Comte’un pozitivizminden (yani, bilim geliştikçe din’in buharlaşacağı teorisinden) çok etkilenmişti, hem de her şey gibi din’i de ulus-devlet kontrolünde tutmak istiyordu.

İstiyordu da, olamadı. Olamazdı. Çünkü Batı’nın laikliği becerebilmesinin sebebi, Katoliklik’in karşısında güçlü bir Protestanlık’ın mevcudiyetiydi. Laik Kemalizm, bi yandan Gayrimüslimleri etno-dinsel temizliğe uğratıp tüketerek, diğer yandan Alevileri sistem dışı bırakarak laik sistemin 1 numaralı olmazsa olmaz’ını kendi eliyle tahrip etti: Hanefi-Sünni-Müslüman sistemi rakipsiz bıraktı.

Bu rakipsiz kalan sistem, CHP’nin bugüne kadar 1930’lar mantığında ısrar etmesi, yani değişmemesi sonucu, sonunda “AKP Gn. Bşk. ve Cumhurbaşkanı” R. T. Erdoğan’a yolu açtı. Hanefi-Sünni-Müslümanlık “oy sandığı”yla iktidara gelince, memur yine amir’in dediği yapmaya başladı. Mesele bu kadar basit.

***

Bu kadar basit ve bu kadar hayırlı. Çünkü Siyasal İslam iktidara gelmeseydi gerçek yüzü asla açığa çıkmayacaktı. Yığınla insan hep, “Ah, İslam bi iktidara gelse, bi gelse, her şey güllük gülistanlık olacak!” demeye devam edecekti. Şu anda farkında olanlar için, Siyasal İslam, aynen değişmeyen Kemalizm gibi, kendi kendini bitiriyor.

1950’lerin sonuna kadar İstanbul nüfusunun %33’ünü oluştururken bugün toplam nüfusun 1000’de 1’inden daha aza in(diril)miş Gayrimüslim yurttaşların kadim ruhban okullarını kapalı tutup, öğrencisizlikten kapanmaya başlayan sayıda (Hanefi-Sünni-Müslüman ruhban okulları (imam-hatipler) açarak. Lozan Md. 40’a rağmen okulları 1928’de Tevhid-i Tedrisat bahanesiyle kapatılan Süryanilerin bir anaokulu açmasını bile reddedip, ancak Ankara 13. İdare Mahkemesinin Haziran 2013 kararı sonucu açmaya mecbur kalarak.

Camilerin yararlandığı hakları cemevlerine tanımayı reddedip, Aralık 2014’te Türkiye’yi mahkum eden AİHM kararının çıkmasına sebep olarak. AİHM’nin 2007 ve 2014 tarihli kararlarına rağmen Hanefi-Sünni din derslerini Alevilere zorunlu kılmaya devam ederek.

Kendisini Hanefi-Sünni-Müslüman olarak tanımlamayan milyonların vergisiyle her sokağa bir cami inşa ederek. Hatta, bu vergilerle T. Diyanet Vakfına yurt dışında 103 cami inşa ettirip, sadece Suriye’de 270 cami onartarak. Sadece Rusya’daki camiye 170 milyon dolar harcayarak.

Son olarak üvey torunla evlenmeyi “helal” saymayı da başaran Diyanet’in bir memur olan başkanına, herhangi bir din, grup, cinsel eğilim, inanç, inançsızlık gibi konularda konuşma yaptırıp, ardından derhal destekleyerek.

Hanefi-Sünni-Müslüman inancını, anayasasının sekiz ayrı maddesinde laiklik ilkesi bulunan Türkiye’de iktidarda kalabilmek için teokratik devlet kurmaya çalışarak. Bu imkansız olduğu için bir bâtıl itikat devleti kurmaya soyunarak.

Başlıktaki sorunun cevabına geldik: Rejim iktidarda kalabilsin diye, T.C. bir bâtıl itikat devletidir şu anda.