SEÇİM İÇİN HER SİYASİ PARTİ YAPAMAYACAĞI BÜTÜN ŞEYLERİ VAADEDİYOR! GEÇİM İÇİN SEÇİM Mİ?YOKSA SADECE HER ŞEY ERDOĞAN...

SEÇİM İÇİN HER SİYASİ PARTİ YAPAMAYACAĞI BÜTÜN ŞEYLERİ VAADEDİYOR! 

GEÇİM İÇİN SEÇİM Mİ?  

YOKSA SADECE HER ŞEY ERDOĞAN İÇİN Mİ? 

Özlü Söz: Mazlumun zalimden öç alacağı gün, zalimin mazluma zulmettiği günden daha ağırdır.  Hz. Ali (ra) 

_________________ 0 _________________ 

Yaşadığımız çağda insanı öz benliğinden koparan ve onu maddeci bir insan kimliğine sokan akli sistemlerin eğitim ve sosyal hayat tarzına baktığımız da adalet, sosyal paylaşım ve hakkaniyet ölçüleri yoktur. Akli sistemlerde insanlara sunulan maddi değerler onları öz benliklerinden koparıyor.  

İnsanın özünde Allah’ın vermiş olduğu fıtrat gereği iyilikler vardır. İnsanlar hangi sistem içinde yaşarsa o istemin ilke ve kuralları onun o şekilde eğitir. Ve kişi almış olduğu eğitim ve sosyal hayat tarzı gereği geleceğini belirler. Bunun en önemli noktası insani duygularla hak olana ulaşmak adalet ölçü ve belli bir düzende gerçekleşir. Ancak bu ölçü ve düzen akli sistemlerde her zaman uygulanmaz. Akli sistemi kuranların koyduğu ölçü ve düzen her zaman geçerli olur. 

İçinde yaşadığımız ülke sistematik yapısını Avrupa’dan alarak kendi değer yargılarını bir kenara iterek bugünlere gelmiştir. Avrupa’nın inancı, hayat tarzı ve sosyal yapısı tahrif edilmiş Hıristiyanlık temelleri üzerini kurulmuş bir yapıdadır. Hıristiyanlıktan etkilenen Avrupa’nın bu yapısı sadece tahrif edilmiş Hıristiyanlıktan alınan hayat tarzı ile devam etmedi. Yahudilerin onları kendilerine benzetmesi sonucunda dindar kapitalizme döndürdü. 

İslam’ı hayatlarından çıkaran Türkiye’deki bu sistem kurucuları kendilerini dindar kapitalizmin kucağında buldular. O tarihten bu yana Avrupa’nın her türlü yaşam tarzını taklit ederek alan sistem kurucuları Müslüman halka Hıristiyan hayat tarzını zorla da olsa benimsettiler. 

Özellikle siyasette demokratik usulle halkın seçtiği kimselerin bir partiyle iktidara gelmesi öngörülürken bu düşünce ne yazık ki pek Avrupa’daki gibi gerçekleşmedi. Adına her ne kadar demokrasi denilse bile uygulanan şekli sadece teorisiydi ve pratiği pek hayatiyet bulmadı. Rahmetli Erbakan buna “Demokratur” adını vermişti. Yani diktatör demokrasi… 

Dünyanın sevk ve idaresini kendi tekeline alan Yahudi aklının pratik sözcü ve uygulayıcısı olan Hıristiyanlığa kapitalizmi benimseterek ellerine de faşizm kırbacını verdiler. Dünya ülkelerini kapitalist sermaye ve girişimle yönlendirmeye çalışırken ırkçılığa dayanan faşizm ile en üstün olduklarını ve bu üstünlüğü ırlarının kutsiyetinden aldıklarını benimsettiler. Fakat en acı gerçek bunun bir Yahudi aklının eseri olduğunu hep gizleyip gizemli mahfillerde yönetme ile sürdürdüler. 

Bundan dolayı Allah, Kuranın Maide Suresi 82. Ayetinde “İman edenlere düşmanlıkta en ileri olanlar Yahudiler ve müşriklerdir” buyurduğunu hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken ilahi bir uyarıdır. Eğer Allah bir konuda bizi uyarıyor ve doğrusunu önümüze koyuyorsa bunu çok iyi anlamamız ve pratik hayata geçirmemiz gerekiyor. 

Dünyayı kendi tekelinde göre Amerikancı emperyalist sistemin temel aklı siyonizmden alınmadır. Yahudi kendini en üstün olarak görürken her insanı yönetme hakkını da kendinde görür. Bu aklı Yahudilerden 1490 yıllardan itibaren kiralayan Hıristiyanlar o günden bu yana Yahudilerin emir erleri gibi çalışırlar. 

Osmanlıdan sonra Türkiye Cumhuriyetini kuranlarda yahudinin kölesi olan bu Hıristiyan Avrupa’yı kendine rehber edinmesinden sonra ilerlemek yerine hep geriye gittiler. Özellikle siyasal alanda çok partili bir hayata geçtikten sonra iktidara gelebilmek için halka yapamayacakları şeyleri vadeden siyasiler iktidar olduktan sonra hep söylediklerinin tersini yaptılar. 

Siyasilerin bu ayak oyunlarını iyice bilip anlayan halkta bazen %35-40’larla onları iktidar yaptıktan sonra bir seçim sonrası da %1.5 gibi bir oy oranı ile alaşağı edebiliyordu. Örneğin Ecevit üçlü koalisyonla iktidarda başbakan koltuğuna oturduktan sonra Abdullah Öcalan Amerikanvari bir operasyon sonucunda ele geçirildi. Bu bir algıyla sanki Ecevit’in başarısı gibi gösterildi ve bir anda Ecevit kahraman oluverdi. 

Ecevit’in kötü ekonomik icraatı sonucu bir anda enflasyon trend yaptı ve döviz yükselişe geçerek müthiş bir devalüasyon yaşandı. Ve bu ekonomik buhran sonucu yapılan ilk seçimde kahraman olan Ecevit’in partisi %1.5 oy oranıyla dibe düştü. Halk dış güçlerin oyunu sonucunda iktidardakilere tokat’ı çok rahat vuruyordu. 

Dış güçler artık Türkiye’de Kemalist ve ulusalcı siyasiler yerine İslami bir kökenden gelenlere iktidar kapılarını araladı ve onları siyasi bir fırsat verdi. Çünkü Ortadoğu coğrafyasında İran’a özeti duyulmaması için diğer sözde de olsa İslam ülkelerinin yeniden İslami bir oluşuma gitmemeleri için Arap Baharı denilen bir proje devreye sokuldu. Bunun için İslam Birliği Projesi ile adından söz ettiren Milli Görüşün bertaraf edilmesi için onların içinden birilerinin alınıp iktidara getirilmesi isteniyordu. 

Bunun için uzun süre iyi etüt edilen Erdoğan bulundu ve iktidara gelmesi için çalışmalar yapıldı ve nihayet iktidar getirildi. İlk on yıl halkın istemi doğrultusunda çalışıp yer edinen Erdoğan Fetö girizgahı ile siyasetinin barsaklarını temizledi. 21 yıllık tek başına bir iktidar süreci yürüten Erdoğan son 8 yılda tökezlemeye başladı. Tek adam rejimi ve ekonomik bir eğitimden geçmediği halde “ben ekonomistim” diyerek bütün ekonomi verilerini altüst eden kararları ile ülkeyi ekonomik bir yıkıma soktu. 

14 Mayısta yapılacak olan seçimde de tekrar seçilebilmek için halktan oy istemek için olmadık vaatler vererek sanki 21 yıldır kendisi iktidarda değilmiş gibi propaganda yapıyor. İttifaklarla girilecek bu seçimde kendisi etrafına topladığı partilerle iktidarı alabilmek için var gücünü ortaya koyma yarışında bir Erdoğan görüyoruz… 

İşin garip tarafı Erdoğan seçimi kazanmak için özellikle doğu illerinde oy alamayacak adayları koyması dikkati çekiyor. Örnek olarak Van’da eski iki milletvekilini ilk iki sıraya koymuş. Bu seçimi HDP’nin kalesi durumundaki bir ilde seçimi altın tepsi içinde HDP’ye sunmanın adıdır bu… 

Diğer doğu illerinde de durum bundan farklı değil. 

Bu siyasi akılla yapılan bir oyunsa şöyle bir durum ortaya çıkıyor.  

Ey! HDP ben size güçlü olduğunuz illerde daha fazla vekil çıkarmanın için önünüzü açıyorum ama sizde bana cumhurbaşkanlığı için destek verin anlamı çıkıyor. HDP daha fazla milletvekili çıkarıp parlamentoda daha güçlü bir konuma gelirse ve seçim sonrası tutuklu bulunan önderlerin çıkarılmasına söz verilmişse neden olmasın… 

ANAP döneminde Özal böyle bir siyasi oyuna başvurmuştu. Kendi döneminde belediyelerde yapılan yolsuzluklar Özal’ı bir hayli zora sokmuş ve belediyeler onun sırtında bir kambur gibiydi. Yapılan yerel seçimlerde Özal öyle siyasi bir manevrayla belediyeleri muhalefete öyle zafer kazanmış gibi sırtlarına yüklemişti ki onlar keyiflerinden havaya uçmuşlardı. Oysa Özal belediyeleri onların sırtına yük olarak bırakmıştı.  

Şimdi de Erdoğan aynı siyasi oyunla doğuda HDP’ye daha fazla vekil verip kendisi bir dönem daha cumhurbaşkanı olmayı hedeflemişse bu oyunla başarı kazanmış mı olur? Bu oyuna en iyi karar verici HDP tabanıdır. Belki bu konuda kendi partilerinin böylesi bir kararına uymayarak Kılıçdaroğlunu cumhurbaşkanı yapabilirler… 

Seçimi kazanmak için her iki güçlü ittifak var güçleri ile çalışıyorlar. İşin en ilginç yanı Saadet Partisinin durumudur. Bugüne kadar hiçbir seçimde kendi logosunun dışında başka bir logonun altında seçime girmediler. Bu Saadet Partisinin tabanında büyük bir hoşnutsuzluğa yol açmış durumda. Belki Saadet Partisinin üst yönetimi ve Karamollaoğlu tabandaki bu büyük huzursuzluğu ölçemeyecek kadar kendilerini seçime endekslemişler. Oysa bu huzursuzluk seçim sonrasında mutlaka karşılarına çıkacaktır. Çünkü Erbakan Hocanın koyduğu ilke ve kurallar parti tabanında neden böyle oldu hususunda yönetim kadrosunun bir sorguya çekileceği pek uzak değil! 

Seçime kadar ülkede bir huzursuzluğun ve kargaşanın olmaması için dua ediyoruz. 

Mevla’m görelim neyler, neylerse güzel eyler…