Sınır Dışı Operasyonlar Irkçılığı Besliyor!
Ülkemiz, var olan kurumsal ırkçılık kadar mevcut iktidar zihniyetiyle de tahkim edilen siyasi ve toplumsal milliyetçiğin kuşatması altındadır.
Siyasal sistemin resmî ideolojisi olarak yasalarla ve kurumsal yapılarla şekillenmiş Irkçılık, Cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa 15 Temmuz ile başlayan süreçte ülkenin tamamına yayılarak toplumsallaşmaya başlamıştır.
Bu gelişmelerin, iktidarın ayırımcı politikaları ve din ile harmanlanmış bir milliyetçilik sonucu oluştuğu ortadadır. Siyasetin ayırımcı ve şiddet dili toplumsal kesimleri birbirinden uzaklaştırırken, “ortak payda” olarak “milliyetçilik” dayatılmaktadır.
Önceleri “milliyetçiliğin her türlüsünü ayaklarımın altına aldım” diyen R. Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin, ümmetçilikten milliyetçiliğe nasıl dönüştüğü hatırlanacak olursa uyarılarımın daha kolay anlaşılacağını düşünüyorum.
05 Eylül 2012 tarihinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, yaptığı bir konuşmada, “İnşallah biz en kısa zamanda Şam'a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi'nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi'nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi'nin, İbn-i Arabi'nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi'nde, Hicaz Demiryolu İstasyonu'nda kardeşliğimiz için özgürce dua edeceğiz" demişti.
Bu ifadelerin milliyetçiliği değil, ümmetçiliği çağrıştırdığı çok açıktır. Bazı kesimler, bu açıklamayı “Neo-Osmanlıcılık” olarak tanımlayarak desteklemişlerdi.
Suriye’de “rejim değişikliği” hedefine ulaşamayan İktidarın, yeni bir hedefe yönelmesi fazla uzun sürmedi. “Ayaklar altına alınan milliyetçilik” başlar üstüne çıkmaya başladı.
Aynı Erdoğan, bu sefer -Cumhurbaşkanı sıfatıyla 22 Ocak 2018 tarihinde Beştepe’de yapılan bir törende, Efrin harekâtına ilişkin şöyle konuşmuştu: ‘’Diyor ya 'Nereye gidiyorsun' sorusuna cevap 'Kızıl Elmaya gidiyoruz' evet, bizim bir kızıl elmamız var. Bunu yaklaşık bir ay kadar önce de açıklamıştım. Biz o hedefe doğru gidiyoruz.”
Kuşkusuz bu çıkış, milliyetçilikten öte bir hedefi gösteriyordu.
“Kızıl Elma” ülküsünün Suriye ile ne ilgisi olabilirdi? “Kızıl Elma” ülküsü, Türkçülerin “Orta Asya ve Türk dünyası” hülyasından ibaret bir ütopyaydı. Tıpkı İslamcıların “Ümmet birliği” ütopyası gibi.
Ümmetçi-İslamcı olarak tanımlanan Erdoğan ve AK Parti’nin, “Kızıl Elma” ülküsüne sarılmasının yeni bir milliyetçiliğin inşa edileceğinin açık bir itirafıydı.
Böylece AK Parti, 2002 yılında başladığı İktidar yolculuğunda, önce rotasını demokrasi-ABD ve AB, sonra Kudüs-Mekke ve Şam, şimdi de “Turan” ve “Kızıl Elma” istikametine çevirmiş oldu.
Bu tarz bir milliyetçiliğin hamaset ve şiddet ile gelişeceğini biliyoruz. Bunun için HDP hedef alınarak Kürt meselesi de etnik bir “milliyetçilik” olarak gösterilmeye çalışıldı ve başarıldı da.
Oysa Kürt meselesi, bir halkın kadim topraklarında var olma mücadelesidir. Hak-hukuk-özgürlük-adalet isteğidir. Aynı topraklarda başka unsurlarla eşit olarak ve barış içinde yaşama talebidir.
Bu taleplerin PKK veya etnik milliyetçilikle ilişkilendirilmesi, resmî ideolojinin ve mevcut iktidarın komplosundan başka bir şey değildir.
PKK şiddeti de bu komplonun bir parçasıdır.
PKK eylemleri, sınır ötesi operasyonlar, özellikle de Suriye politikası milliyetçiliği besleyen en temel faktörlerdir.
Suriye’ye yönelik operasyonların hedefinde PKK ve YPG değil, doğrudan Kürtler vardır.
PKK kılavuzluğunda veya PKK gerekçe gösterilerek yapılan sınır dışı operasyonların amacı; Kürtlerde etnik milliyetçiliği ateşleyerek hem Türk ırkçılığını toplumsallaştırmak hem de Kürt meselesini çözümsüz kılmaktır.
Söz konusu operasyon ve uygulamaların Kürtlere yönelik olduğu bilinmektedir. İtiraz ve tepkiler sadece HDP tarafından seslendirilse de Türkiye Kürtlerinin operasyonlardan incindiğini, endişe ve kaygı duyduğunu belirtmek isterim.
Kürtlerin çocuklarını öldürerek Kürtlerle “kardeş” olarak yaşamanın imkânı yoktur.
Kin, düşmanlık ve toplumsal bölünme, siyasal bölünmeden çok daha tehlikelidir. Suriye’nin kuzeyine, Kürt bölgesine yönelik operasyonlarla kin ve düşmanlık kalıcı hale gelecektir.
Ayrıca şiddet politikalarının ve Suriye’ye yönelik operasyonların PKK’yi güçlendireceğini unutmamak gerekir. Genel olarak Türkiye Kürtlerinin talebi güçlü bir PKK değil, Kürt meselesini çözecek demokratik bir siyasettir.
Irkçılık ve dinbazlık yeryüzünün en büyük fitnesidir. Etnik milliyetçilikler de bu fitnenin alt yapısını oluşturmaya katkı sunar.
Bu nedenle en başta CHP ve İYİ Parti olmak üzere muhalefet partilerinin, ırkçılığa yol vermemeleri gerekir. Aksi halde bu vebalin ortağı olmaktan kurtulamazlar.
Abdulbaki Erdoğmuş