Siyaset Ve Adalet (2)

Bir yazı serisinin bundan önceki bölümünde, adalet ve adaletle birinci derecede ilişkili değerlerin, legal veya illegal yönetim/siyaset gücünü elinde bulunduranların manipülasyonu ile İslam dünyasında nasıl mecrasından çıkarıldığını, Emevi siyaseti/yönetimi ile Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Avrupalılaşma yönelişi üzerinden anlatılmaya çalışılmıştı.

Bu bölümde ise, ülkemiz yakın tarihinde, adaletin hangi şekilde ve ne oranda uygulandığı ayrı bir konu olmakla birlikte, söz konusu adaleti! gerçekleştirmek durumunda olan yargı mekanizmaları ve hukuk mevzuatı üzerinden yapılan manipülasyonlar dikkate verilecek, bu kapsamda bilinen tarihi örnekler kısa hatırlatmalara ve değerlendirmelere tabi tutulacaktır.

 

Ülkemizde, devlet düzenine ve işleyişine ilk müdahale hep söylenenin aksine 27 Mayıs 1960 Askeri darbesi değildir. Devletin işleyişine, kamusal düzene ve toplumun temel değerlerine müdahale, Cumhuriyetin ilk yılları ve Osmanlı imparatorluğu tarihi boyunca defalarca yapılmıştır. Cumhuriyet döneminin bize yakın bölümünde, on yılda bir gerçekleşen askeri darbeler tarihinin ilki olması bakımından 27 Mayıs 1960 darbesi, yakın darbeler sürecinin ilki olarak kabul edilmektedir.

Ancak bununla birlikte 6-7 Eylül olayları olarak bilinen 1955 yılında İstanbul’da gayrimüslim vatandaşlara karşı, devletin organize güçlerinin de kullanıldığı anlaşılan olayları da kısaca hatırlamak gerekir.

6-7 Eylül Olayları; Anadolu’daki değişik illerden İstanbul’a özel olarak getirilen kişilerle, İstanbullular arasında “Atatürk’ün Selanik’teki evini bombaladılar..” söylentisi yayılarak, halkın provoke edilmesiyle olaylar çıkarılmış, Rum, Ermeni ve Musevi vatandaşların ev, dükkan ve ibadethane gibi varlıkları yakılıp yıkılması ve onlarca insanın da katledilmesiyle sonuçlanmıştır. Devamında bu nüfusun çok büyük bir bölümü ülkeyi terk etmek durumunda kalmıştır. O dönem Seferberlik Tetkik Dairesinde genç bir subay olan Sabri Yirmibeşoğlu’nun, 1988-1990 yıllarında orgeneral rütbesiyle MGK Genel Sekreterliği yaptığı sırada “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı…” şeklinde bir gazeteciye verdiği demeç, ilgili gazetenin arşiv sayfalarında durmaktadır.

27 Mayıs Darbesi; Demokrat partiye karşı 27 Mayıs 1960 tarihinde bir grup genç subay tarafından gerçekleştirilmiştir. Darbenin gerekçesi, kardeş kavgasına son vermek, memleketin düzenini demokratik ve hukuk kriterlerine göre yeniden sağlamaktı. Sonuç olarak, darbeyi yapanlar ülkenin başbakanı ve iki bakanını, özel yargılamak için teşkil ettikleri mahkeme eliyle ve adalet! adına idam ettiler. Cumhurbaşkanı ve diğer birçok milletvekili senelerce hapishanelerde tutuldu. Devlet kadrolarında ve TSK’de çok yaygın general, subay ve bürokrat-memur tasfiyeleri yapıldı. Devlet mekanizmaları eliyle yapılan gri propagandalarla, toplumsal değerler ve gerçekler saptırılmaya ve ters yüz edilmeye çalışıldı. Yeni anayasa yapıldı ve Devlet teşkilatı revize edildi. Dolayısı ile ülkede adaleti ve demokratik düzeni tesis etme adına, hukuk, yargı, demokratik düzen darbecilerin anlayışına göre dizayn edildi.

12 Mart Muhtırası; 9 Mart 1972 tarihinde, bir kısım komutanların askeri darbe hazırlığı içinde olduğu öğrenilmişti. Bu gelişme üzerine darbeciler, Genel Kurmay Başkanlığının da bu sürecin içine çektiler. TSK bu durum karşısında darbecileri kovuşturmak ve gerekli işlem yapmak yerine, TSK’nın kurum bütünlüğü ve hiyerarşisini bozmamak adına 12 Mart 1971 tarihinde seçilmiş hükümete muhtıra verdi. Hükümet görevden el çektirilerek, Ülkenin demokratik ve hukuk düzeni askerlerin fiili baskısı ile değiştirilmiş oldu.

12 Eylül 1980 Askeri darbesi; Kardeş kavgasına son vermek gerekçesiyle, TSK hiyerarşi bütünlüğü içinde yapıldı. Hükümet lağvedildi ve tüm siyasi partilerin ve STK’ların ileri gelenleri hapse atıldı. ABD başkanının “bizim çocuklar..” diye açıklama yaptığı darbenin lideri Orgeneral Kenan Evren “darbenin olgunlaşması için 2 yıl bekledik..”, adaletli! olsun diye “bir sağdan bir soldan astık..” diye açıklama yaptı. Suçlu! bulunan yüzbinlerce genç hapishanelere dolduruldu. Yıllarca psikolojik ve fiziki işkencelerden geçirilerek hayatları mahvedildi. Bu arada, seçimle gelmiş demokratik yönetimlerin siyasi liderlerinden NATO’nun askeri kanadına dönüş vizesi alamayan Yunanistan, Kenan Evren ve darbe konseyinin oluru ile NATO’nun askeri kanadına döndü.

Bu dönemde, Türkiye’nin gelecekte nasıl yönetileceğine dair, Anayasa mevzuatından devlet kurumlarının işleyişine kadar birçok kurum ve kuruluş yeniden dizayn edilirken,  ülkenin bugünlerine de tesir eden anlayış ve konseptlerin uygulamasına geçildi.

Susurluk Olayı; Devletin önemli kurumlarının başında bulunan Müdür ve Amirler ile bir takım illegal yapıların iş birliği halinde yapılan gayri meşru ve hukuk dışı işler, 03 Kasım 1996 yılında Susurluk’ta meydana gelen bir trafik kazası sonucunda ortaya çıkmıştı. Ancak dönemin hükümeti olayın üzerine idari ve hukuki soruşturmalarla gidebilecek anlayış ve kavrayıştan yoksun bulunuyordu. Ayrıca yeterince soruşturacak ve kovuşturacak iradesi de yoktu.

28 Şubat Dönemi; Devletin resmi söyleminde, Cumhuriyet dönemi boyunca ülkede her zaman bir irtica tehlikesi vardı. Ancak bu sefer her zamankinden daha fazla ve yakın bir tehlike haline gelmişti. Bu tehlikeden devleti ve milleti korumak için, başta TSK olmak üzere devlet kadrolarından dindar insanlar tasfiye ediliyordu. Seçilmiş hükümete güvenilmiyor ve TSK’nın baskı ve kontrolü altında tutuluyordu. 28 Şubat 1997 yılında yapılan ve uzun süren MGK toplantısında alınan bir kararla, Hükümete irtica ile mücadele programı dayatıldı. TSK bir taraftan da, tehlikenin büyüklüğü ve yakınlığı hakkında, devlet bürokrat ve hukukçularına Gn.Kur. Karargahında, nasıl yargılama yapacaklarına ve kurumları nasıl idare edeceklerine dair brifingler de veriyordu. İrtica ile mücadele belgeleri başbakan ve bakanlara fiilen imzalatılıyor, Her TSK personeli subay, astsubay ve sivil memurlar hükümetin merkez ve taşra faaliyetlerini takip ve rapor etmekle görevlendirilmişti. İrtica ile mücadele etmek için TSK içinde ve Ülke sathı mahallinde görev yapan Batı Çalışma Grubu adı altında laik, Kemalist ve alevi meşrepli her kademe ve statüdeki personelden bir örgütlenmeye de gidilmişti. İrticacı olarak belirlenen esnaflardan alış veriş yapılması TSK personeline yasaklanmıştı, şaş kaza alış veriş yapanlar fişleniyor, TSK’dan tart edilerek ilişikleri kesiliyordu. İş dünyası da büyüğünden küçüğüne kadar bu amaçla organize edilerek hükümete baskı yapmaları için kullanılıyordu. Söz dinlemeyen iş adamları çeşitli şekillerde ve devlet imkanlarından mahrum edilerek cezalandırılıyordu. Aynı zamanda ve bu amaçla nerdeyse tüm tv, radyo ve gazete gibi kitle iletişim araçlarıyla ve yapılan propagandalarla toplumun zihinsel dünyası ve sosyolojisi şekillendirilmek isteniyordu. Ancak, bu uygulamalara açıktan ses çıkaramayan muhafazakar toplum, içten içe büyük bir tepki biriktiriyordu.

27 Nisan e-Muhtırası; Dönemin Genel Kurmay Başkanı, “bizzat ben kaleme aldım” diyerek 27 Nisan 2007 tarihinde seçilecek Cumhurbaşkanını tarif eden bir bildiri ile dönemin seçilmiş hükümetine bir dayatma/muhtıra verdi. Devamında dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’la aralarında kamuoyuna açıklanmayan “bizimle mezara gidecek..” dedikleri Dolmabahçe sarayında bir mutabakatla anlaştılar. Seçilmiş Başbakan, kendisi tarafından atanmış bir asker/komutan ile kamuoyunca meçhul prensipler üzerinde anlaştıkları sır/gizli mutabakatın içeriğini mezara götürmek üzere anlaşarak, görevlerini yapmaya devam ettiler. Komutanın görevinin bitimini müteakip ilgili hükümet ve seçilmiş başbakan tarafından kendisine “üstün hizmet madalyası” da verildi.

Davutoğlu’nun Başbakanlıktan Alınması; Mayıs 2016 da, Ahmet Davutoğlu AK Parti Genel Başkanlığını ve Başbakanlığı yürütürken, kendisinin beyanıyla, “isteğim ve iradem dışında görevi devrettim” dediği bir süreçle her iki görevden de alınmıştı. Demokratik teamüllere uymayan bu yöntemin geri planında “pelikan dosyası” diye kamuoyuna mal olan gerekçelerin bulunduğu söyleniyordu. Ahmet Davutoğlu için askeri darbe, gensoru, seçim mağlubiyeti gibi başarısız bir durum söz konusu değilken, üstelik 02 Kasım 2015 tarihinde başarılı bir seçim sonucu da almış olmasına rağmen, seçimden beş ay sonra kendisine yapılan baskılarla söz konusu görevlerinden ayrılmak durumunda bırakılmıştı. Ayrıca, Dönemin Başbakanı ve şimdilerin bir Siyasi Parti lideri olarak 07 Haziran 2015 tarihi (Seçim) ile 01 Kasım 2015 tarihi(seçim) arasında olanları zaman zaman, “bir açıklarsam kimse yerinde duramaz..” mealinde açıklamalar yapması da manidar bulunuyor, ne  anlama geldiği merak ediliyordu. Bu tarihler arasında ne olmuştu, kim ne yapmıştı, bu olanlar neyse ve neden halkın gözünden kaçırılıyor, neden bir açıklama yapılmıyor da, bir tehdit bir şantaj konusu olarak saklı tutulmaya devam ediliyordu.

Görevden İstifa Ettirilen Belediye Başkanları; Ankara, İstanbul, Balıkesir gibi, birçok ilin belediye başkanının, AK Parti Genele Başkanı ve Cumhurbaşkanının baskısıyla ve kamuoyuna açıklanmayan  ve gerekçe gösterilmeyen yada kamuoyundan saklanan gerekçelerle istifa ettirilmeleri, olduğu farz ve kabul edilen demokratik ve hukuki değer ve anlayışların hilafına bir tutum ve uygulama olarak tarihteki yerini almıştır.

15 Temmuz Darbe kalkışması ve 20 Temmuz 2016 OHAL idaresi; Bir sonraki bölümde ele alınacak bu olay, aradan altı yıl geçmiş olmasına rağmen çok kapsamlı, çok bilinmeyenli ve karışık olma halini sürdüren bir hadise olarak, halen gizemini sürdürmektedir. Bu sayılan nitelikleri dolayısı ile bir sonraki bölümde ve mümkün olduğunca soru işaretlerine dikkat çekilerek inceleme yapılacaktır.

Haşim EFE