Devlet- beka-vatan-millet-bayrak-din-ezan ile hamaset nutukları atarak siyaset yapmayı maharet sananların ülkeyi sürükledikleri belirsizlik, karanlık-kaos ortadadır. Bunun birçok nedeni sayılabilir ancak önemli nedenlerden birisinin; gerilimi, gerginliği, kutuplaşma ve düşmanlığı bir siyaset stratejisi olarak benimseyen, uygulayan ve kalıcı hale getiren siyaset anlayışı olduğu açıktır.
Ne yazık ki ülkemiz, söz konusu siyasi anlayışın benimsenmesi ve uygulanması sonucu içerde ve dışarıda derin bir krize girmiş durumdadır. Gerginliği ve belirsizliği baskı ve hukuksuzluğun gerekçesi yaparak ülkeyi kaosa sürükleyen, devamlı kaos senaryoları geliştiren ve kaosa umut bağlayan bir siyaset anlayışı ile yönetilmeye devam ediyoruz.
Esas itibariyle bu anlayış; kabullenemediğimiz ancak gerçekte yeni bir yönetim modeli olarak Türkiye’ye dayatılmış olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin gereğidir. Bu uygulamaların sistematik bir yapıya büründürülmesi de 15 Temmuz 2016 yılında sahneye konulan gizemli darbe olaylarıyla başlamıştır.
Perde arkası aydınlatılmayan 15 Temmuz gizemli darbesinin ortaya çıkardığı en belirgin sonuç; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’dir.
28 Şubat sürecinin bir devamı niteliğinde değerlendirilebilecek 15 Temmuz süreci; 28 Şubat post modern darbesinden çok daha kapsamlı, köklü ve çok daha sert bir yöntemle gerçekleştirilmiştir. Bütün olup bitenlerin “MGK’nın bilgisi ve kararları ile gerçekleştiği” iddiası boşuna değildir.
Darbeler dışında Türkiye’nin başına gelmiş en kötü ve ceberut yönetim biçimi olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni başka türlü oluşturmak mümkün olabilir miydi?
%50’nin üzerinde halk desteği, dini referansları ve dini grup ve kuruluşların topyekûn desteği ile hem de seçim-sandık marifetiyle alkışlar, dualar ve tekbirler eşliğinde gerçekleşmiş olması cumhuriyet tarihinin en büyük siyasal mühendislik projelerinden birisi olduğunu göstermektedir.
“İrtica” kapsamına alınan kesimlere ve Kürtlere yönelik uygulamaların, 28 Şubat süreci gibi doğrudan askeri bir müdahale ile yapılması durumunda, bekleneni veremeyeceği ve bu kadar etkili olamayacağı dikkate alınarak planlandığını düşünmek gerçeğe daha yakın görünüyor!
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi; siyaset biliminde bir yönetim biçimi olarak tanımlayabileceğimiz siyasal bir sistem değil, üniformalı asker otoritesini siyaset kılıfı altında kullanan aldatıcı bir yönetim modelidir.
Bu gerçeği örtmek için devamlı darbe, muhtıra, bildiri, vesayet, dış güçler edebiyatı yaparak otoriter yönetim kalıcı hale getirilmekte ve “tek adam vesayeti” tahkim edilmektedir.
Demokrasi ve hukuk hâkimiyetinin olmadığı ülkelerde darbe ihtimali hep vardır ve ortadan da kalkmaz. Bu bağlamda Türkiye de, müdahale ve darbelere açık ülkelerden biridir ancak bu gerçeğin iktidar tarafından istismar edildiğini düşünüyorum.
Emekli Büyükelçilerin ve milletvekillerinin açıklamalarını görmezden gelip aynı amaçla imzalanan Emekli Amirallerin açıklamasını “darbe-muhtıra bildirisi” olarak tanımlamak, söz konusu istismar, gerilim ve kutuplaştırma siyasetinin gereğidir.
Denilebilir ki Türkiye’de demokrasi ve hukuk konusunda “askerin sicili temiz değil”. Bu nedenle “emekli de olsa siyasete ve siyasetçilere karşı tutumlarına güven duyulmaz”.
Evet..! 1950’den itibaren Siyasetçilerle asker arasında hep bir güvensizlik ve gerilim yaşanmıştır. Devletin sahibi ve Atatürk’ün varisleri olarak kendilerini imtiyazlı gördükleri için Askerler sivil ve siyasal unsurlara hep tepeden bakmış, vesayetleri altında tutmak için her türlü hukuksuzluğu, baskıyı, müdahaleyi mubah saymışlardır.
TSK’nin demokrasi, evrensel hukuk, hak ve özgürlükler, çoğulculuk ve sivil yönetim gibi alanlarda yeterli eğitim almadıkları düşünülebilir. Bu nedenle de söz konusu alanlarda bir demokratik ve sivil bilincin oluşması da zorlaşmaktadır. Demokrasi ve hukuk devleti konusunda çağdaş ordular seviyesine yükselmemesi de bu kapsamda değerlendirilebilir.
Askerin çağdışı ve hukuksuz tutumu nedeniyle siyasetçiler için de demokrasi bir oyundan ve geçici bir hevesten ibaret kalmış, demokratik siyaset kurumsallaşmamış, sivil bir anayasa dahi yapılmamış ve genellikle “selam çakan” demokrat görünümlü siyasetçilerle yola devam edilmiştir.
Askere güvensizlik duyulmasaydı ve darbeler konusunda toplumsal duyarlılık olmasaydı, siyasetin oluşturduğu vesayet ortada iken emekli amirallerin itirazlarını içeren bir açıklamanın vesayet ve darbe girişimi olarak değerlendirmesi mümkün olabilir miydi?
Silahsız sivil unsurların darbe girişiminde bulunduğu bir ülke dünyada var mıdır?
Siyasetin de kamuoyunun da tepkisi demokrasi duyarlılığı değildir. Vesayeti; hukuk, demokrasi ve ahlakdışı olarak görüyorsak, aynı duyarlılığı siyasi vesayet ve ceberut yönetim için de göstermemiz gerekmez mi?
“Tek Adam Yönetimi” demek olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi vesayet olmuyor da, yanlış olduğuna inandıkları uygulamalar için emekli- sivil kimlikleriyle fikir beyan eden tekaüt olmuş askerler mi vesayet ve darbe arıyor?
“Anayasa Mahkemesi’ni kapatalım”, “HDP, bir daha açılmamak üzere kapatılsın”, “milletvekilleri, üyeleri için siyaset yasağı getirilsin” demek ve bunun için yargıya baskı uygulamak vesayet ve hukuksuzluk olmuyor da, emekli amirallerin fikir beyanı mı hukuksuzluk oluyor?
Yasalar dikkate alınmadan ve hiçbir soruşturmaya tabi tutulmadan seçilmiş Belediye başkanlarını görevden alıp yerine kayım atamak bir vesayet uygulaması değil de nedir?
Demokrasinin vazgeçilmez ilkelerinden olan kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırıp yasama-yürütme ve yargıyı tek elde toplamak otoriter vesayet değil de nedir?
Parlamentoyu işlevsiz hale getirmek, milletvekillerini “ellerini kaldırıp indirmek” dışında etkisiz kılmak, yürütmeyi denetim dışında tutmak vesayet değil midir?
Aydın, yazar, gazeteci, siyasetçi ve toplumun her kesiminden binlerce insanın haksız, hukuksuz olarak cezaevlerinde tutulması; darbe dönemleri ve vesayet sistemleri dışında hangi demokratik sistemde mümkün olabilir? Türkiye’de örneği daha önce yaşanmış mıdır?
Çok açık olarak sormak istiyorum: “demokrasinin unsurları” olarak tanımlanan partilerimizden bir tek tanesi dahi demokrat olarak tanımlanabilir mi? Hangi parti vesayet ve talimatlarla yönetilmiyor?
Askerin, demokrasi konusunda yeterince duyarlı olmadığını geçmiş uygulamalardan biliyoruz. Bu açıklamanın da demokrasi mülahazası ile yapılmadığı açıktır ancak demokrasi üzerinden tartışılması tamamıyla hamasi söylemlerle algı oluşturmaya yöneliktir.
Açıklamadan, “MİT’in, AKParti yöneticilerinden birisinin daha önce haberdar olduğu” iddiası bir “operasyon” ihtimalini de göstermektedir. Dikkatler açıklamaya çekilerek suni bir gündem oluşturulduğu ve toplumun uyutularak Türkiye’ye yeni bir operasyon yapıldığı iddialarını da göz ardı etmemek gerekir.
Esas olarak benim dikkat çekmeye çalıştığım husus; Askeri vesayet ile siyasi vesayet arasında bilinçli olarak bir tercihe zorlandığımızı düşünüyorum. Oysa Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi iki vesayetin sentezinden oluşmuş, din ve milliyetçilik ile tezyin edilmiştir.
Bu sistemi, darbe yaygaralarıyla, değişik senaryolar ve politik oyunlarla kalıcı kılmayı ve tek adam vesayetinin kurumsallaşması istenmektedir. İktidar ve muhalefetin aynı senaryoda rol almış olmaları da mümkündür.
Demokrasinin gereği olan; sadece asker tarafından değil, sivil, siyasi hangi kesimden gelirse gelsin seçilmişleri tehdit edecek her açıklamaya karşı bir tutum sergileyebilmektir.
Vesayete karşı durmaya yürekleri yetenlerin, demokrasi ve hukuk iddiası olanların, siyasi ahlak ve vicdan sahibi olanların siyasi vesayetin de, askeri vesayetin karşısında onurlu bir duruş ortaya koymaları gerekir.
Ülkemizde, iktidar ve muhalefetiyle, medya ve iş dünyasıyla, sivil-asker bürokrasisiyle en çok istismar edilen, çıkar ve politika için araçsallaştırılan ne yazık ki din ve demokrasidir. Oysa ne dine, ne de demokrasiye uyan bir siyaset ahlakı vardır!
Abdulbaki Erdoğmuş