Sosyalizm; işçi haklarını savunacağız, fakirliği ortadan kaldıracağız, eşitliği getireceğiz, savıyla ve teziyle ortaya çıktı ama neticede görüldü ki bunlarda üst tabakada bir yönetici kesimi ortaya çıkardı
Kara dayalı sistemindeki özel mülkiyet yerine ortak mülkiyetin, sermayeyi elinde tutan azınlık kitlenin kendi istekleri doğrultusunda üretimi yönlendirmeleri yerine toplum için, planlı üretimin yapılması gerektiğini savunan siyasal sistemdir ve proleterya diktatörlüğüdür.
Bir nevi komünizme geçiştir.
Üretim araçlarının devletin elinde bulunmasını, özelleştirmeye karşı olan, kara göre değil ihtiyaca göre üretim yapmayı hedefleyen bir düşüncedir.
Marksist literatürde “işçi sorunu” türünden bir başlıkla karşılaşılmaz. Bir alt başlık olarak, sözgelimi “sendikalar sorunu”na veya “işyeri komiteleri sorununa” da sık rastladığımızı söyleyemeyiz. Bu doğaldır. Çünkü marksizm teorik ve pratik düzlemlerde işçi sınıfını merkeze koymuştur. Merkeze konan “sorun” olmaz; sorun yaratır veya sorunlara müdahale eder.
Bu anlamda sosyalist devrim mücadelesinde işçi sınıfının iki temel sorunu vardır, Köylülük sorunu ve ulusal sorun. Bazı ülkelerde bu sorunlardan birisinin, hatta ikisinin birden devre dışı kalmış olması bir şeyi değiştirmez. Dün de bugün de üzerinde en fazla tartışılan ve “sorun” olmayı hak eden iki başlık budur.
Takip edenlerin kolayca hatırlayacağı gibi, uzun bir süredir “Kürt dinamiği”nin bir sorun olmadığını vurguluyoruz. Ne var ki bu, Kürt emekçi toplumsallığının Türkiye sosyalist devrimi için vazgeçilemez bir büyük olanak olduğunun altını çizmek, Kürt başlığını sadece bir “mesele” olarak görenlerin büyük yanılgısını (eğer bir ihanet olarak adlandırmayacaksak) göstermek amacıyla geliştirilen bir siyasal tavırdır. Ama, ulusal sorun, marksistler açısından tıpkı köylülük gibi adlı adınca bir sorundur.
Kapitalizmin kırlardaki gelişme hızının yavaşlığı ile “köylülük” sorununun kapitalizme ait, ona içkin bir sorun olması da birbirine karıştırılmamalıdır. Marx’ın bilimsel buluşuna laboratuvar olan İngiltere örneğinde kapitalizmin köylülük sorununu çözmüş olması bir şeyi değiştirmez. Bugünün dünyası “ideal kapitalizm”i aramamız için oldukça yaşlıdır. Köylülük bir sorunsa eğer, bunu kapitalizmin gelişmemişliğiyle değil, gereğinden fazla yaşamasıyla açıklamak durumundayız.
Demek ki marksizmin referansı işçi sınıfıdır ama bir sosyolojik gerçeklik olarak değil, siyasal bir gerçeklik olarak işçi sınıfı; “sorun”ları tasnif eden ya da etkisizleştiren değil, onlardan devrimci enerji çıkartan işçi sınıfıdır.
Sosyalizmi Doğuran Faktörler
18.yy’ ın sonlarında buhar gücünün makinede kullanılması sebebiyle daha önceden 7-8 kişinin yaptığı işi tek başına bir makine gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla makine sahipleri yani burjuvalar daha çok zengin olmuş, fakir daha da fakir olmuştur.
Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği adlı kitabında, herkes kendi çıkarı peşinde koşarsa toplumsal fayda marjinalize olur der.
Piyasa yani görünmeyen bir el bütün işçi mal ve hizmetlerin fiyatlarını dengeleyecektir. Fakat bu pratikte böyle olmamıştır, zengin daha zengin, fakir daha fakir olmuştur. Bu durumda kendi haklarının peşinde koşan işçi sınıfı ortaya çıkmıştır ve bunlar örgütlenmiştir.
Burada Karl Marx ’ı görmekteyiz. Kendini işçi sınıfının haklarını savunmaya adayan birisidir Marx. Fakat onun işçi sınıfı ile ilgili öngörüsü şudur; o kendi ekonomik düşüncesini siyasi olarak da temellendirip tarihi materyalizm veya sosyalizm dediğimiz komünizm akımı ortaya çıkarmaktadır.
20.yy’ın başlarından itibaren devrimler olmaya başlamaktadır. Rusya da, Küba da, Arnavutluk da, Yugoslavya da ve Çin de devrimler oldu.
Sosyalist Ekonomi Modeli
Sosyalistler farklı ekonomi modelleri geliştirdi. Sosyalist ekonomi modelleri arasında en yaygını devlet sosyalizmi oldu. Oysa Karl Marx devlet sosyalizminden uzak durdu. Marx kendisini 20. yüzyılın Sovyet ekonomisini oluşturan devletin kamulaşması ve merkezi planlama yapmasından uzak soyutlamıştı. Ancak 20. yüzyıl koşulları ve kapitalist şartlarda ayakta durmaya en uygun model olarak devlet kapitalizmi görüldü. Yugoslavya lideri Tito tarafından ortaya atılan piyasa sosyalizmi, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın fikirsel ve siyasal ayrılığı sonrasında ortaya atıldı. Hatta 1956’da Sovyetler’in Macaristan’da bastırdığı isyan sonrasında, Macar ekonomisinde de piyasa sosyalizmi uygulandı.
Sosyalist piyasa ekonomisinin temel özelliği, piyasa rekabetine karşı öz yönetimi dengede tutma çabasıdır. Bu yaklaşım dönemin Sovyet teorisyenleri tarafından kapitalizmin yeniden düzenlenmesi olarak algılanmadı ve aktarılmadı. İktisadi teşebbüsler işçiler tarafından gerçekleştirildiği ve ortada sömürü durumu olmadığı için sosyalizme aykırı olarak algılanmadı.
Tarım, Toprak, Köylülük Sorunları
Sorun daha “sorun”un adını koyarken ortaya çıkıyor. Tarım sorunu mu, toprak sorunu mu, köylülük sorunu mu, Aklı başında herkes, bu üç sorunun birbirleriyle bağlantılı olmakla beraber oldukça farklı odaklara sahip olduğunu bilir. Ancak, marksist teori ve pratik açısından bugün hangisi daha yaşamsal ya da açıklayıcı?
Diğer ikisi ile bağlantıları kopartılmadığı sürece, bugün bir “sorun” olarak adlandırılmayı hak eden, “köylülük”tür. Sosyalist kuruluş sürecinde tarımı tasfiye edemezsiniz, dönüştürürsünüz. Oysa köylülük komünizme geçiş için sürdürülecek zorlu mücadelenin sonunda değil, ilk aşamalarında ortadan kaldırılacaktır. “Toprak”, kapitalist tarzın hem doğumunda hem de gelişiminde “üretim araçlarının mülkiyeti” konusunun her zaman kilit ve özgün başlığı olduğu oranda pek önemli bir “sorun”dur. Ancak bugün kuramsal ve siyasal düzlemlerde marksizmin yanıtlamak zorunda olduğu soruların hepsini kapsayamamaktadır. Bunun pratik nedenleri olduğu kadar, iktisadi temelleri de vardır. Bu yazıda yeri geldiğince değineceğim gibi, tarımda sermayenin organik bileşimindeki değişim “toprak mülkiyeti”nin önemini göreli olarak azaltmıştır. Ayrıca yalnızca bu değişime bağlı olmaksızın, toprak rantının, yani üretilen artı-değerden toprak sahibi sınıfa aktarılan payın nicel ve nitel önemi de azalmıştır.
Oysa “köylülük”, sosyalist iktidar mücadelesinin önemli bir sorunu olmaya devam etmektedir. Belki geçtiğimiz yüzyılın başında kendisini dayatan “köylülük” sorunu ile bugün üzerinde durduğumuz sorun arasında dağlar kadar fark vardır, ama bir şey değişmemiştir: Köylülük, hem kendi emeğini kullanmasına rağmen üretim araçlarına da sahip olan geniş ve büyük ölçüde yoksul bir nüfus bölmesini içinde barındırmakta, hem de kentli proletarya için ölümcül bir ihtiyacın, ekmek ve diğer gıda maddelerinin kaynağında bulunmaktadır.