Karar yazarı Taha Akyol ''Millet kesesinden siyaset'' başlıklı makalesinde kamu zararı ve faiz artışlarını gündeme getirerek şunları yazdı:

Ekonomik durum deyince hemen enflasyon, döviz, faiz, bütçe açıkları, kişi başı gelir gibi verilere bakıyoruz. Doğru ama eksik... Bunlar kadar önemli başka veriler de var, kamuoyunun bunları da görmesi lazım.

İktisatçı Ömer Gencal, faiz konusundaki yazım üzerine bana bazı veriler gönderdi. Şöyle diyordu:

2006-2018 arası toplam faiz gideri 671.3 milyar TL.

2019-2024 arası toplam faiz gideri 2 trilyon 671 milyar.

Son 5 yılda, önceki 12 yılın yaklaşık 4 katı faiz ödemesi…”

Enflasyondan arındırdığımızda rakamların ne olacağını sordum, hemen hesapladı:

Faiz ödemelerinde, enflasyondan arındırdığınız zaman bile son 5 yılda ödenen faiz gideri 2006-2018 arasındaki 12 yılda ödenen faiz giderinden 2 kat daha fazla!

Bu rakamlar bize çok şey söylüyor: Evvela, CB sisteminde yetkilerin “dengesiz ve denetimsiz” tek elde toplanmasıyla kamu yönetimindeki keyfileşmenin birçok vahim sonuçlarından biridir bu rakamlar…

İkincisi, iktidar faizle borçlanarak bize “müjdeler’ dağıtmış, oyumuzu da almış ama hem enflasyonun patlamasıyla hem bütçeden faize bu kadar para ödenmesiyle neticede fatura bize yüklenmiş. Yani millet kesesinden siyaset!

GÖREV ZARARIKa

İktisatçı Gencal’ın gönderdiği veriler arasında “görev zararları” da var. Yani KİT dediğimiz Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin ve kamu bankalarının zararları:

2006-2022 arasında 16 yılda yapılan toplam görev zararları 164.5 milyar TL

Son 2 yılda 718 milyar TL.

Her iki rakamı da enflasyondan arındırdığınızda 2023 ve 2024'te yapılan iki yıllık görev zararları 2006-2022 arası yapılan görev zararlarından 17.87 kat fazla.”

KİT’ler belirli sektörleri, mesela tarımı desteklemek için, makul ölçüde zarar edebilir. Fakat siyasi kararla aşırı istihdam yaparsa ve seçim dönemlerinde kesenin ağzını açarsa bu ekonomiye böyle büyük zarar veriyor.

Hele de kamu bankalarının zararları?.. Ziraat Bankası, medya grubunun satın alınması için niye kredi verir?! Özel bankalar kâr ederken kamu bankaları neden zarar eder ve zararları neden seçim dönemlerinde artar?

KRİZ DERSLERİ

1994 krizinin başta gelen sebeplerinden biri o zamanki koalisyon hükümetinin yine “görev zararları”nı bütçeyi sarsacak çapta büyütmesiydi. Sonra “kemer sıkarak” bir ölçüde dengelenmişti ama…

2000 yılına doğru, yine o zamanki iktidar partilerinin emriyle kredi dağıtan kamu bankalarının “görev zararları”nın milli gelire oranı 1996’da yüzde 4.2 iken, 1999’da yüzde 13.2’ye çıkmıştı… Ve 2000-2001 krizi patlamıştı!

Türkiye neden hiçbir uzun vadeli dönemde istikrarlı büyüme ile mesela Güney Kore performansı gösteremiyor? Bu gibi sebeplerden!

Politikacı popülizmden kurtulamadığı gibi sistemde bunu önleyecek kuvvetli kurallar ve kurumlar yok. Yani iktidarın kamu kaynaklarını popülizm için kullanmasını önleyecek kuralların ve kurumların eksikliği, hatta yokluğu….

Taha Akyol: ''Faize 1 Trilyon'' Erdoğan Muhalefette Olsa 1 Trilyonluk Faize Ne Derdi? Taha Akyol: ''Faize 1 Trilyon'' Erdoğan Muhalefette Olsa 1 Trilyonluk Faize Ne Derdi?

KURALLAR, KURUMLAR?

Merhum Kemal Derviş, Türkiye’yi o kurumlara ve kurallara kavuşturan reformları yaparken, TOBB’daki konuşmasında şöyle diyordu:

"Kamu bankalarının hem bankacılık hem de bir takım sosyal hedeflere yönelik çalışmaları var. Ama banka olarak çalışmaları bir takım kısa vadeli siyasal hedeflerden ayırmak lazım. Bir kamu bankası bir partiye bağlı, öbür kamu bankası başka partiye bağlı, böyle bir düzen içinde artık gidemeyiz." (15 Mart 2001)

TOBB üyelerinin bu cümleyi alkışlaması, kamu bankalarının koalisyon ortağı partilere bağlı olmasından nasıl şikayetçi olduklarının bir dışavurumuydu.

Derviş’in 14 Nisan’daki Meclis konuşmasında da vardır böyle beyanları.

Bugün aynı şeyi, fazlasıyla, tek partili iktidar yapıyor.

2001 reformlar o kurallar ve kurumları getirdi. Mesela Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, Kamu İhale Kanunu, partizanlık yerine liyakat… Türkiye on yıl iyi gitti.

Fakat Ak Parti’nin ikinci on yılı o kuralları ve kurumları aşındırmakla geçti. Hele 15 Temmuz belasından sonra OHAL döneminde çıkarılan KHK ile ve ardından 3 Sayılı CB Kararnamesiyle Cumhurbaşkanına verilen neredeyse sınırsız yetkiler kurumları eskisi gibi iktidar partisinin tasarrufu altına aldı.

Sonuçlarını görüyorsunuz.

Netice: İdeoloji yahut parti devleti değil, demokratik hukuk devleti, kurallar ve kurumlar devleti… Başka yol yok.

Editör: Ahmet Kacır