Tarih Penceresinden Naat

Sözlükte na‘t kelimesi “nitelemek, iyi ve güzel şeyleri övgü ile dile getirmek; nitelik, vasıf” manalarında kullanılır. Arap edebiyatında övgü şiirleri daha çok “metih” başlığı altında ele alınır. Na‘t, özellikle Fars ve Türk edebiyatlarında Resûlullah’ı öven şiirlerin yaygın adı haline gelmiştir.

Bedir, Uhud, Hendek, Hayber savaşlarında Müslümanlarla müşrikler ve Yahudiler arasında karşılıklı şiir atışmaları olmuştur. Hassan b. Sâbit, Kâ‘b b. Mâlik, Kâ‘b b. Züheyr, Abdullah b. Revâha gibi şair sahâbîlerin söylediği şiirlerde Hz. Peygamber’i yüceltme, özellikle Mekkeli müşriklere karşı savunma ve getirdiği yeni dinin tanıtılıp yayılmasına katkıda bulunma gibi hedefler güdülmüştür.

Şairleri na‘t yazmaya sevkeden çeşitli sebeplerin başında Hz. Peygamber’e duyulan sevgi gelir. Kur’ân-ı Kerîm’in birçok ayetinde ahlâkı ve üstün şahsiyeti methedildiğinden Cenâb-ı Hakk’ın da habibi olan Resûl-i Ekrem’e duyulan bu sevgi aynı zamanda Allah’ın arzusuna uymayı ifade etmektedir. Na‘t yazma geleneğinde bir diğer husus Resûlullah’ın şefaatine nâil olma isteğidir.

Muhteva itibariyle na‘tlarda Hz. Peygamber’in isim ve sıfatları, kâinatın efendisi, yaratılışın gayesi ve Allah’ın habibi oluşu, örnek ahlâkı, üstün vasıfları, fizikî özellikleri, mucizeleri, diğer peygamberlerden üstünlüğü ayet ve hadislere dayanılarak dile getirilir; son bölümlerde şair günahkârlığını itiraf edip şefaat talebinde bulunur.

Na‘tlar, İslâm edebiyatları çerçevesinde zamanla birtakım kuralları olan bir gelenek halini almıştır. Dinî, ilmî ve edebî hemen bütün eserlere “hamdele” ve “salvele” ile başlanması âdeti bir süre sonra bunların yanında na‘tlara da yer vermeye yol açmıştır. Nitekim kaside, gazel, mesnevi, kıta, müstezad, terciibend ve terkibibend, musammat, rubâî, tuyuğ, müfred ve mısra şeklinde pek çok na‘t örneği bulunmaktadır.

Fars şiirinde belli bir nazım şekli olmayan na‘tlar daha çok kaside, terci, kıta ve mesnevi tarzında yazılmıştır; gazel şeklinde na‘tlara da rastlanır. İlk dönem Fars şairlerinin divanlarında müstakil na‘t yer almaz; ancak bazı kasidelerin başlangıç bölümlerinde bu içerikte beyitler bulunur.

Türk edebiyatında ilk na‘t örneğine Kutadgu Bilig’de rastlanmaktadır. Yûsuf Has Hâcib ile başlayan bu gelenek Edib Ahmed Yüknekî’nin Atebetü’l-hakāyık ve Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’inden sonra Anadolu sahası dışında pek çok şair tarafından devam ettirilmiştir. Türk edebiyatında esmâ-i nebî, sîre, mevlid, mi‘racnâme, mu‘cizât-ı nebî, hilye, kırk hadis gibi türler arasında örnekleri en bol ve yaygın olan na‘t XI. yüzyıldan itibaren Türkler ’in yaşadığı hemen bütün bölgelerde yazılmış, günümüze kadar da kuvvetli bir gelenek halinde devam etmiştir.
Son olarak tarihteki ilk naatlardan olan sahabeden Mûte seferi şehitlerinden Hz. Peygamberin hatiplerinden Abdullah bin Revâha ’ nın Hz. Peygamber için yazdığı na’tını örnek verelim ...



Sabah nurunu O’nun çehresinden aldı
Gece ise karanlığını O’nun siyah saçlarından aldı
O fazilet ve ulviyeti ile bütün Resullerden üstün oldu
Hidayete erenler yolunu O’nun delaleti ile buldu
Cömertlik hazinesi o hazineden ihsan edendi
Toplumları dinine ve hidayetine erdirdi
Soyu çok temiz, şerefi pek yücedir
Bütün Araplar O’nun hizmetindedir
Ağaçlar huzurunda koştu, taşlar dile gelip konuştu
O’nun (mucizevi) işareti ile ay ikiye yarıldı
İsra gecesi Cebrail (a.s.) O’na geldi.
Ve Rabbi O’nu huzuruna davet etti
O büyük rütbelere nail oldu.
Allah (c.c.) da O’nun ümmetini affetti
Bizim Muhammedimiz (s.a.v.) ki O bizim efendimizdir.
O’nu Kabul Ettiğimiz için şeref bize aittir