Temmuz ayı genelde insanların yıllık izinlerinin kullanıldığı ve "tatile çıkıldığı" ülke içinde hareketliliğin arttığı bir yaz ayıdır. Bizim insanımız, işçimiz OECD ülkeleri içinde haftada 60 saatten fazla çalışmasıyla en çok çalışan işçi olarak liste başında olduğu raporlarda yer alıyor. Çok çalışan insanın istirahate daha çok ihtiyacı olacağını düşünürsek izinlerin en iyi şekilde etkili ve verimli değerlendirilmesi gerekir.
Bunu "tatil" şeklinde anlamlandırırsak hem istirahat edememiş hem de vakti heba etmiş olabiliriz. Aslı itibariyle "tatil" kelimesi "atalet"ten gelir. Atıl olmak, bir insan için mümkün olabilir mi? Fıtratı ve inancı gereği elbette olamaz.
Ülkemizde yarım asırdır iç göç devam ediyorken bu göçün istikameti nedense hep batıya olmuştur. Dünyadaki göç hareketlerine baktığımızda en çok göç alan ilk on şehrin dört tanesi Türkiye'de. İkinci sırada İstanbul, üçüncü sırada İzmir, dördüncü sırada Bursa ve dokuzuncu sırada Ankara var. Diğer altı şehrin içinde Dubai'yi istisna sayarsak gerisi de Çin'deki sanayi şehirleridir.
Bu durumda bizdeki iç göç hareketlerinin hiç de sağlıklı gelişmediği, aksine toplumsal geri dönüşü olmayan sorunlar oluşturduğu ortadadır. Gerek iş bulma imkânı, gerekse gelecek kaygısı, sağlık, eğitim gibi sebepler insanımızı memleketinden koparıp gurbete çıkmasına neden oluyor.
Başta İstanbul olmak üzere onlarca şehirde nüfus yoğunluğu meydana gelerek şehirler Büyükşehir halini aldı. Bu kalabalık nüfus, şehrin hengamesi, çarpık kentleşme, sosyal hayattan kopuş; topraktan, yeşillik ve gökyüzünden mahrum kalma, trafik ve iş yorgunluğu insanların yıllık izinlerini "tatil" şeklinde geçirmesinde en büyük etken. Bir kuşak öncesi nesil için tatil bu kadar elzem değildi.
O nesil yıllık izinlerini memleketlerinde sıla hasretini gidermesi için fırsat bilir ve doğdukları memleketlerinde izinlerini en iyi şekilde değerlendirirdi. Dönüşte de zorlu şehir yaşamlarında kendilerine katkı olacak çocukluk damak tatları olan köy ürünlerinden şehre getirirler, kış boyu ev ekonomisine de katkıda bulunulmuş olurlardı. Bugün bu durum büyük ölçüde değişerek insanımızın biriktirdiği üç beş kuruşunu ya deniz kıyılarında ya da tatil beldelerinde geçirerek harcaması şeklini aldı.
Devlet planlamasının doğru yapılamaması hatta kaldırılması, insanımızın doğduğu yerde doyurulamaması, tarım toplumundan sanayi ve şehir toplumuna sağlıklı geçişin olamamasının tipik sonuçlarına bir de mevcut 'batılılaşma temayülü'nün getirdiği bireyselleşme de eklenince insanımızın yaşam tarzları ve tercihleri de olumsuz etkilenmiş oldu. Özellikle bugünün genç nesli için sıla-memleket gündeme bile gelmeyerek varsa yoksa anı yaşama hırsı zapt edilemez bir hal aldı.
Bizim inancımızda ve kadim medeniyetimizde ‘Sıla-ı rahim’ diye bir kavram var ve bugün bu kavram unutulmaya yüz tuttu. Sıla-ı rahim yapanların rızıklarının artacağı, ömürlerinin uzayacağı Hadis-i Şeriflerde de yer almaktadır. Ayrıca akrabayı ziyaret ve akraba ile irtibatı kesmemenin farziyeti de bilinen bir gerçek.
Genç neslin deniz kıyılarında sıcağın altında ulu orta bulunması elbette doğru olmadığı gibi alternatif "İslami otellerin" yaygınlaşması da bu durumun aslını değiştiremeyecektir. Anadolu’nun çoğu yerinde serin yaylaları, nehirleri, bağları, çayırları kendi bağrından çıkan yiğit evlatlarını bekliyor hüzünle ve umutla. Bekleyenlerin arasında memleketi terk etmemiş nineler, dedeler, emmiler ve şehirden kaçarcasına memleketine geri dönmüş nice insanlarımız da var.
Ne diyelim, tatile çıkacakların memleketlerini ziyaret etmeleri hem bütçelerini koruma açısından hem de ömürlerinin uzaması ve hayır duaların alınması açısından mühim faydalar içermektedir. Toplumun ve ailenin sağlıklı gelişimi açısından tatil yerine sıla-ı rahim tercihi hem ekonomik, hem de fıtrata uygun istirahati sağlayacağı tecrübe ile sabittir.