TBMM’deki Muhafazakarları Gönülden Kutlarım

Baskın Oran

Ben gazeteci değilim. Ama bu yazımla gazetecileri atlatıyorum ve TBMM’deki muhafazakar milletvekillerinin geçtiğimiz günlerde gündeme getirdikleri ve çeşitli engellemeler sonucu kabul edilen çok önemli bir kanundan bahsetmek istiyorum.

“Kişisel Dokunulmazlık” adını taşıyan ve iktidara muhalefet edip düşüncelerini söyleyen/yazanların haklarını savunan bu kanun 10 maddelik. Ayrı bir yasa değil; Türk Ceza Kanunu’nun tutuklamayı düzenleyen maddelerini değiştiren bir kanun.

Uzun gerekçesi kısaca şöyle:

‘Ceza Kanunumuz Batı’dan alınırken devlet yönetimi demokratik olmadığı için kişilerin haklarından ziyade hükümetin/devletin hakları düşünülmüş ve bireylerin hak ve özgürlüklerini destekleyen birçok madde ihmal edilmiştir.’

***

10 maddenin kısa özetleri de şöyle:

1) Rütbe ve mevkii ne olursa olsun, herhangi bir devlet memuru, kişisel özgürlüklere tecavüz ederek Anayasayı ihlal ederse üç yıla kadar hapisle cezalandırılır.

2) Birinci maddedeki suçun işlendiğini öğrenen savcılar soruşturma açmazlarsa görevden atılırlar. Savcıların soruşturma emirlerini bütün devlet memurları yerine getirmeye mecburdur.

3) Anayasa hükümlerine aykırı hareket edenler bakan bile olsa şahsen sorumludur.

4) Birinci maddede belirtilen şekilde özgürlüğü sınırlanan kişiler mahkemede dava açabilirler. Haksız tutuklama için ödenecek tazminat, suçu işleyen devlet görevlisinden taksitle alınır.

5) Bakanların veya herhangi bir memurun imzasını taklit ederek Anayasa hükümlerini ihlal edenler ve bu türden sahte evrakı bilerek kullananlar on yıl hapisle cezalandırılır.

6) Mahkeme veya yetkili makamların kararı olmadan bir kimseyi hapishaneye kabul eden veya tutukluları noter ve avukatlarıyla görüştürmeyen gardiyan ve müdürler üç yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasına çarptırılır.

7) Kanuna aykırı olarak hapsedildiğini ileri sürenlerin noter vasıtasıyla bu durumu protesto etmesini engelleyenler ve protestoyu muhataplarına tebliğ etmeyen noterler üç yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasına çarptırılır.

8) Bu suçlardan mahkum olanlar hakkında af yetkisi yürürlükten kaldırılmıştır.

9) Bu maddelere aykırı olan bütün kanun ve tüzük maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır.

10) Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür.

Cumhurbaşkanı, sonradan yaptığı konuşmada, “Kişisel Dokunulmazlık Kanunu yürütme organının ve emniyet kuvvetlerinin elini kolunu bağlamıştır” diye yakındı.

***

Çok Önemli Not:

Yazıyı yazdıktan sonra tam 100 yıllık bir tarih hatası yaptığımın farkına vardım, bağışlanmayı diliyorum:

Yaşım artık biraz kemale erdiğinden olacak, 1900’lü yıllar ile 2000’li yılları karıştırıyorum. Sözünü ettiğim kanunun TBMM’deki muhafazakar mebuslar tarafından gündeme getirilmesi ve görüşülmesi 2021 yılında değil, 1921 yılında. Yani Kurtuluş Savaşı’ndaki Birinci Meclis döneminde.   

Özetlediğim kanun çeşitli oyalamalarla iki yıl geciktiriliyor ve zaferden sonra 02 Şubat 1923’te kabul ediliyor. İlk uygulama olarak, Ankara’dan “aylardan beri inleyen” 68 kişi tahliye ediliyor.

Cumhurbaşkanının sözünü ettiğim yakınması, Kasım 1924’te.

Daha fazla bilgi için bkz. Taha Akyol, Atatürk’ün İhtilal Hukuku, s. 227-229.

O zamanki muhafazakarlara bir kere daha selam.

Bir güncel not daha:

“Reform” sözcüğünü şu sıralarda ağzından düşürmeyen Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı R. T. Erdoğan, partisinin aday adayı olarak yararlanma imkanı bulamadığı bir AKP’liyi ülkenin en güzide üniversitesine rektör atadı.

Gönderdiği ilk mesajdan anlaşıldığı kadarıyla Türkçe imla bilmeyen, üniversite kapısına polisin kelepçe vurmasına “Kapı kırıkmış, tutturmak için takmışlar” diyen, doktora tezinde ve 2011 tarihli bir makalesinde yabancı kaynaklardan kopyala-yapıştır yaptığı ileri sürülen ve kendini “Bu intihal meselesi iftira. En sonunda kaynaklar yazılmıştır. Bütün dert tırnak içine almamış olmam” diye savunan, son olarak da, internette AKP ve Erdoğan'a yönelik eleştirilere karşılık vermek için kurulan “Sanal Akıncılar” grubunu yönettiği (yani, bir tür trolbaşı olduğu) ortaya çıkan bu profesörün atanması CB Erdoğan açısından sanıyorum tesadüf değil. Belirgin bir iç mantığa dayanıyor:

1) Tepki gelmezse, böyle kayyımsal atamaları her tarafa genelleştirerek hem üniversiteleri tam hazırol’a alacak, hem de AKP’deki işsizlere iş bulacak.

2) Tepki gelirse öğrenciler “terörist” ilan edilecek, gaz ve plastik mermi atılarak hadleri bildirilecek, hatta öğrenciler sabaha karşı evleri basılarak götürülecek. Götürüldü. Fotoğrafları gazetelerde. Ve bu durum başka üniversitelere de ibret-i âlem olacak.   

3) Gerginlik sayesinde yandaşlarını bir arada tutmayı sürdürmüş olacak.

Yani, kendisi ve iktidarı açısından kazan-kazan.

Ama dikkat ederseniz, Türkiye açısından da kazan-kazan aslında. Sadece, biraz daha acı çekmek ve biraz daha zaman lazım:

En başarılı ve dinamik hocalarının binler halinde KHK’lerle atılmasından sonra üzerlerine ölü toprağı serpilen üniversitelerin biraz sarsılmaları için lazım.

“Reform” sözcüğünün ne olduğunun miskin Batı liderleri ve AKP’liler tarafından bile algılanması için lazım.

Tek Adam Rejimi’nin nasıl bir çıkmaz yarattığının, zaten kepenk açamayan esnaf tarafından nihayet anlaşılması için lazım.

***

Leman dergisinin son kapağında yeşilli bir kadın var. Sabah gazetesi yazarı Hilal Kaplan. “Boğaziçi sadece elitistlerin değil, milletindir” diyen.

Elit, malum, seçkin demek. Allah muhafaza, benzer bir durum için benzer bir sözü bir iktidar yandaşı değil de bir muhalif söylemiş olsaydı, TCK 216/1’e göre “Halkın bir kesimini” ve TCK 301/1’e göre de “Türk milletini” aşağılamak gerekçesiyle hemen derdest edilirdi.

Rektörün bizzat kendisini aşağılama olayından hiç bahsetmiyorum.