Bir gurur, kibir abidesi gibi okyanuslara açılmıştı.
İçindeki yöneticiler ve yolcular adeta dünyadan kopmuşlar, lüks şatafat, israf, hayal ve eğlenceye dalmışlardı.
Bu gemiye hiçbir şey olmaz diyorlardı.
Alçak dağların yaratıcısı gibi davranıyorlardı.
Başkalarına dudak büküp küçümsüyor, dünya gemisi olduklarını gurur kibirle söylüyorlardı.
Tecrübeli kaptanların uyarılarını hiç dinlemiyorlar, “hezeyan” olarak nitelendiriyorlardı.
Dümende bulunan birinci kaptan kendini Titanik ile özdeşleştirmişti. Başka kaptanların dümene müdahalelerini “demokratik” yollarla engellemişti. Gemideki her işe bizzat kendisi müzahir oluyordu.
Bazen dümeni bırakır, kah güverteye, kah dipdeki kamaralara, kah makine dairesine gider, her sorunla bizzat ilgilenirdi.
İlk sarsıntı bir mayına çarptığı anda oldu. Orak ayının ortaları idi. Rotada sapmalar meydana geldi.
İkinci sarsıntı bir buz parçasına çarpınca yaşandı. Bundan sonra peşpeşe sarsıntılar yaşanıyordu.
Döviz buzulu, ekonomik kriz buzulu, enflasyon buzulu, dış borç buzulu, işsizlik buzulu, Amerika kıtasının manyetik etkisi ile çarptığı buzullar, sanayi bunalımı buzulu, tarımsal dar geçitler buzulu, TCE buzulu, ETCEP buzulu…
Sarsıntı üstüne sarsıntı olurken yolcular bunların kendi eğlenceleri için baş kaptanın yaptığı birer dans figürü gibi algılayıp, yemeye, içmeye, eğlenmeye devam ediyorlardı.
Baş kaptan bu çarpmalardan Titanik’in yaralar aldığını ve makine dairesine su dolmaya başladığını fark edip yeni manevralara girişti.
Buı defa da yalancılık aysbergi, iftira buz dağı, ötekileştirme ve karalama kütleleri yeni yaralar açıyordu.
Titanik batmaya başladı. Hızla bilinmeyen bir yöne doğru sürükleniyor. Altta da “dış güçler” tarafından döşenmiş çok çeşitli mayınlar bulunmakta. Yolcular yemeye, içmeye eğlenceye devam etmekteler.
Titanik beka buzuluna hızla çarpmak üzere. Arkasından da “denizin bitim yeri” olan kayalıklar bulunuyor.
Titanik batıyor.