Ülkem...

ÜLKEM

Ülke için böyle kritik günlerde bile bir olamıyoruz artık, herkes farklı bir ağızdan birilerini suçluyorken salyalarını akıta akıta iğrenç ağızlarıyla üstüme gelen binlerce insan varmış gibi hissediyorum.

Ülkeye dair umutlarım günden güne çöp oluyor.

Okullarda falan bize anlattıkları misafirperverlik, insanlık hep olmak istediğimiz ama bir türlü olamadığımız bir ütopyaymış, böyle insanlar varsa da azınlıktaymış, aranıp bulunmalıymış, yeni anlıyorum.

Bu hiçbir zaman da düzelmeyecek.

Sağcısı, solcusu, muhafazakarı, seküleri bir yandan ülkeyi çekiştirip payını kopartmaya devam edecek.

Bir çözümü var mıdır, ne yazık ki sanmıyorum.

Sessiz kalamıyorsak bile provoke etmeden duramıyoruz.

Çok çabuk da provoke olan bir milletiz ki doğru nedir, yanlışı kim niye yayar durup bir düşünmüyoruz.

Ahlak ve adabın a’sının kalmamasıyla övünen, terbiyesizliği usul edinmiş, birbirine rahatça sırtını dönemeyen insanlarız.

Ben bu ülkenin insanlarıyla rahat edemiyorum, orman yangınları söndürülür, yerine yeni ağaçlar dikilir, gerekli tedbirler fazlasıyla alınır ama bu korkunç ayrışma eskiden de vardı, şimdide de var, değişmiyor, değişmeyecek ve daha kötüye gidecek.

Bizi birleştiren bir futbol maçları kaldı o da yenen taraftaysak, vay ki yenilmeyelim.

Şu paragraf ne güzel anlatmış,"Her şeyden çok sıkıldığım bir evreye geldim.Tahammül seviyem yok artık.

Kimseye gereğinden fazla katlanamıyorum.

Kimsenin peşinden koşacak gücüm yok.

Belki de koşacak gücüm yok.

Olacak her şey kabülüm,olmayana da üzülecek zamanları çoktan geçtim.."

* Biraz daha kendimizi yakamızdan tutalım, toparlayalım. Ona buna kafa takmak yerine kedimize kafa takalım, iki yakamızı bir araya getirelim.

Kefenin beyazlığına göre kendimizi beyazlatmaya çalışalım.

Kendimizi kabre göre, Mevlâ'ya göre ayarlamaya, yani ölüme ve ötesine biraz daha çalışalım.