Eskiden köle pazarına çıkarılan kadınlar: "gözleri siyah, dudakları kırmızı, teni pamuk gibi, elinden her iş gelir, sesi ile sizi müptela eder" gibi bir durumu olduğundan fazla abartan ifadeler ile anlatır, çok rağbet görmeyen kadınları bile bir şekilde satarlarmış. Kendine köle arayan erkekler köle pazarını baştan sona gezer, ondan ona geçerken cebine ve keyfine en uygun olanı seçer evine götürürmüş.
Şimdi böyle düşününce "vay be nasıl zamanlar yaşamış insanlar" diyoruz ister istemez. Hatta İngiltere'de insanlar karılarını bile satılığa çıkarırmış yenisini alabilmek için. En son satış 1910 yılında gerçekleşmiş.
Öyle ya bir kadın bir meydanda satılacak ve kendini sattırmak için tüm dişiliğini kullanmak zorunda kalacak, akıl karı mı?
Kadın dergilerini, gazetelerin hafta sonu eklerini beş dakika karıştırsanız "10 adımda güzellik", "erkeği baştan çıkaracak akıl almaz fikirler", "mucizevi kür ile bir ayda Adriana Lima olacaksınız" gibi başlıklara denk geliyoruz. Artık köle pazarını kuramayan sistem, gönüllü kölelik sistemini böylelikle hayata geçirmiş oluyor.
Gönüllü köle olan kadınlar daha dolgun saçlara, daha beyaz dişlere, alımlı kirpiklere, çekici dudaklara sahip olabilmek için reklamlar aracılığıyla daha çok para kazanması gerektiğine ikna ediliyor. Daha çok talep görmek adına daha çok çalışması gerektiğine ikna olan kadın, para vererek edindiği kazanımları (!) çocuk doğurarak kaybetmek istemiyor.
Bu sistemin en önemli domino taşı hiç şüphesiz "bakmayacaksın (nur30)" emrine uymayan erkekler. Eğer ortada bir suçlu aramak gerekiyorsa buna erkeklerin tavırlarını sorgulayarak başlayabiliriz.
Doğum yapan karısını "ne zaman kilo vereceksin" diye darlayıp psikolojisini bozan, İskandinav kadınlarının güzelliğini öve öve karısının yanında bitiremeyen, sarışın kadın fantazisi kurup utanmadan "göz çapkınıyım" gibi işi pişkinliğe vuran erkeklerin suçu hiç mi yok? Hep daha iyisini ve daha mükemmelini aramayı kendilerinde bir hakmış gibi gören ve bu hakları karşılanmadığı için kadınları aşağılayabileceklerini zannedenlerin, köle pazarı kuran erkeklerden ne farkı var?
Bütün hal ve hareketleri ile "bir kadının bu hayata geliş sebebi bizi tatmin etmektir. Ikınacaksınız gebereceksiniz ama istediğimiz standartta olacaksınız, olmazsanız alternatif çok valla keyfiniz bilir" tavrı ile fıtraten "baktırmak ve övülmek" istenen kadını nasıl zor duruma soktuklarının farkında değiller mi?
Bakın erkekler de bu hadsizliği kendi kendilerine elde etmiyor. Kadınlar görüntü ile kafayı bozdukça, oturup bir defa bile hayattaki değerini ve potansiyelini sorgulamadıkça, allanır pullanırsa ancak değerli olacağını zannettikçe, internette bağlama büyüsü ve falcı peşinde koştukça onlarda bunun kendilerinin bir hakkı olduğuna inanıyorlar.
Peki bu çekişmeden en karlı kim çıkıyor?
Kozmetik firmaları elbette...
Yıllık kar marjları bazı ülkelerin GSMH'sı ile yarışan bu firmalar kadın ve erkeğin fıtraten ortaya çıkan zaaflarından sonuna kadar yararlanıyor. Elektriklenen saçların dana yalamış gibi olması gerektiğini, soluk ten ile sokağa çıkmamak için allık kullanmak zorunda olduklarını, yaşlanmanın bir hastalık olduğunu ve onu önlemek için mutlaka falanca kremden kullanmak gerektiğini yine reklamlar aracılığı ile empoze ediyor bu firmalar.
Modern köle pazarlarına gönüllü çıkan kadınların şu maskaralığa bir son vermesi gerekmiyor mu artık? Neden sistemin gönüllü köleleri olalım ki?
O kadar mı aciziz?
Ne zaman sürdüğünüz ruj ile değil o dudaktan çıkan bir tatlı söz ile değer bulduğunuzu, doğumdan sonra aldığınız kiloların anne olmaktan daha önemli olmadığını, üstünlüğün kirpiklerinizin dolgunluğu ile değil takva ile olacağını anladığınız zaman o köle pazarının metası olmaktan kurtulabilirsiniz.
Var mısınız?