Veba Günlerinden Bu Yana Türkiye Ve Din

Baskın Oran

Başlıkta bulunmamasına özellikle dikkat ettim, bu Corona’dan başka haber okuyamamaktan gına geldi. Gık dedim. Bu gidişle bu virüsün öldürdüğünden fazla kişi virüs korkusundan gidecek.

Önce Ortaçağ’daki salgın sonuçlarıyla bir karşılaştırma yapalım, ondan sonra da bu şerrin hayrı var, ondan bahsederiz.

***

Farklar? Önemli. Teselli babında söylemiyorum; tıbbın bikaç ayda hastalıklara aşı ve ilaç ürettiği günümüzde çıkan şu Corona’nın esamisi bile okunmaz. Bunların en kralı, tıp diye bişeyin neredeyse nâmevcut olduğu Ortaçağ’daki veba salgınlarıydı; hekimler en etkili ilaç olarak tütsü yakıyorlardı.

1453’te Avrupa’da nüfus 70 milyondu, veba 1347-1351 arasında Avrupalıların üçte birini yok etmişti. 2010’da 6 milyar 800 milyon olan gezegenimizde Corona’dan şu anda toplam 8.000 kişi ölmüş vaziyette. Başka bir açıdan mukayese: BM’ye göre yılda 7,6 ilâ 9,1 milyon kişi açlıktan ölüyor ama pek kimsenin umurunda değil çünkü ölenler Afrikalı garibanlar.

Bu durumda bu paniğin sebebi: Dünya ekonomisinin altüst olması! Olayın ucunun sonunda gariban işçilere (ve mültecilere) dokunacak olması da pek konuşulmuyor.

Benzerlikler? Çok. Ortaçağ’da çeteler türemişti; vebadan ölenlerin evlerine girip soyuyorlardı. Hatta, canlarının bağışlanması vaadiyle bunun sırrı sorulduğunda, içinde çok bol sarımsak bulunan bir formül vermişlerdi. Şimdi de sağlık bakanımız uyardı: “Sizi 184’ten arayıp ondan sonra geliyoruz. Test amacıyla geldiğini söyleyenleri içeri almayın” dedi. Çünkü soyuyorlar

Ortaçağ Avrupası hem ekonomik hem psikolojik çöküşe uğramıştı; aynen bugünkü gibi. Dinin tek ideoloji olduğu o devirde insanlar çare olarak kiliselere dua etmeye koşuyorlardı. Bugün ise durum:

Halkımız, “Bu dönemi sabır ve dua ile aşacağız” diyen CB Erdoğan’a katılıyor: “Bu hastalık, Mevlamın oradaki insanların akıllanması için gönderdiği bir şeydir, annadın mı. Ben beş vakit namazımı kılıyorum, bana ne olabilir ki?” diyen gençler. “Keşke camide ölsem” diyen, “Allah cemaatle namazı emretmişse Korona değil Korona’nın hası gelsin biz cemaatle kılmaya devam edeceğiz” diyen, “Biz korukmuyoruz [aynen yazdım]; Allah’ın verdiği canı Allah alır” diyen müminler.

“Allah’ın evinde virüs bulaşmaz. Ayrıca Kuran okumak için geldiğim yerde o virüs bulaşacaksa da bulaşsın” diyen kadınlar. “Virüsten korkacağına Allah’tan kork” diyen, “Lazlara gelmez. Hamsi korur, bal korur” diyen vatandaşlar.

“Hastalıktan korunmak için zina, evlilik dışı ilişki, eşcinsellik, evlilik hayatında anal ilişki ve regl döneminde ilişkiden kaçınılması” gerektiğini söyleyen tanınmış ilahiyatçılar.

***

Ortaçağ’da Yahudileri, su kuyularına zehir kattıkları iddiasıyla diri diri yakmışlardı; yani ırkçılık başını alıp gitmişti. Şimdi de “Bizim en az koronavirüs kadar çözmemiz gereken ciddi bir sorunumuz daha var. Millet can derdinde, birileri hâlâ dezenformasyon peşinde. Bunlar düpedüz içimizdeki beşinci kol faaliyetleri” diyen meşhur köşe yazarları var. Biraz müsaade, ful aksesuar ırkçılık kapıdadır.

1232’de Papa IX. Gregorius, şeytanî oldukları gerekçesiyle kedilerin (muhtemelen, özellikle kara kedilerin) itlafı için fetva yayınlamış, sonuçta vebayı yayan fareler bayram etmişti. Bugün de ilk başlarda salgının hayvan pazarlarından çıktığı yazıldı, dikkatlerin bi süre oralara yöneltilmesi çok vakit kaybettirdi.

Konya’da öğrencilerin sabaha karşı çıkarıldıkları yurtlarda karantinaya alındıkları için polisle çatışan umrecilerin videosu yayınlandı. Düşmez kalkmaz bir Allah, zamanında polis copu yiyen öğrencilere “oh olsun!” çekmişler de var mıdır acaba aralarında? Rize'de ise, umreden dönen 500 hacı hiçbir sağlık kontrolünden geçirilmeden evlerine gitti. Müftülükten, "hacılarla temas halindeyiz", Tabip Odası'ndan "iş içten geçti" açıklaması geldi

Dahasını istiyorsanız, kaçmaya çalışan ve yakalanan bir umreci, Konya Emniyet Müdürü Mustafa Aydın’ın bildirdiğine göre polis memurunun yüzüne tükürdü ve “Ben hastaysam sen de hasta ol!” dedi. Yukarıda bahsettiğim 1347-1351 vebası sırasında Kırım Tatarları Karadeniz’deki Ceneviz limanı Kefe'yi (bugün Feodosia) kuşatmış ve Kıpçak reisi Canıbek kendi vebalı adamlarını mancınıkla şehrin içine fırlatıp hastalığı İtalyanlara bulaştırmıştı. Okuduğunu pek sanmıyorum ama, umrecimiz ondan esinlenmiş olabilir mi?   

Tarih işini çok uzattık; bugüne gelelim ve bu şerden ne hayırlar çıkar ona bakalım. Önem sırasına almadan, aklıma geldiği gibi yazıyorum:

***

Reis kaç gündür, pek nadir dinlenmelerinden birinde. 15 Temmuz, İdlib şehitleri sonrası gibi durumlardan biri. Bizi de dinlendiriyor; az hayır değil.

Corona sayesinde ateş gibi konular unutuldu: “Şubat sonuna kadar çekilmezlerse…”ler, İdlib’de “omuzların üstünde baş kalmayacak”lar gibi. Ölüm orucunda 39 kiloya düşen Grup Yorumcuların evlerini sabaha karşı polisin basması gibi. Soylu’nun gündelik çetele tutarak “Yunanistan’a 147.132 mülteci yolladık”ları gibi  (bu insanların sınırı geçince tebahhur etmiş yani buharlaşmış olmaları lazım). Baş aşağı gitmekte olan bir iktidar daha ne ister, savaş ister, eh bu da Macron’un dediği gibi, savaş!

Camilerde cemaatle namaz yasaklandı. Doğru oldu. Ama sıkı müminlerin bozulması önemli değil, Diyanet bu işi yarım ağızla yapmak zorunda kaldı: “Bir, iki kişinin camiye yolu düşerse birlikte kılabilirler. Cemaatle kılınmayacak" dedi.

Bunca yıllardır hacca gidenler aşı yapılırken alkollü pamukla silmeye direnirler, hadise olur, hiç kuşku yok bunu da Diyanet’e bin defa yazmışlardır, Diyanet bu sefer Reis’ten emir gelince sesini çıkarmaya mecbur oldu: “İspirto, kolonya vb. sıvılarla, temizlik amacıyla üretilen alkollü maddelerin içilmesi haram olmakla birlikte, temizlikte kullanılmaları caizdir. Namaz kılmadan önce bu ürünlerin sürüldüğü yerlerin yıkanması da gerekmez” dedi. Hatta, bunun üzerine espri çıktı: “Bu virüs dinleri değiştirdi. Hıristiyanlar aptes almaya, Müslümanlar alkol almaya, AKP’liler de Alevi selamı vermeye başladı!”.

Reis’ten emir nasıl geldi diyecek olursanız, ilahiyatçı Prof. Hayrettin Karaman 15 Mart’ta “Cemaatle namaz ve cuma namazı bir süre ertelensin diye karar verilirse buna uyulacak. Bu konuda karar geciktirilmemelidir” diye fetva verdi, 16 Mart’ta yasak çıktı…

En ilginç şerden hayır da şu galiba:

Sosyal medyada, Sağlık Bakanlığı antetli bir “Gizli” yazı dolaştı: 16 Mart itibariyle umuma açık eğlence yerlerini, 20 Mart itibariyle de “eczaneler ve hastaneler hariç” insanların toplu olarak bir araya gelebileceği yerlerin kapatılacağı, sadece lokanta ve kafe gibi yerlerin yalnızca evlere servis yapmaları koşuluyla açık kalmalarına müsaade edileceği yazılıyordu.

Bunu dağıtan 93 şüpheliden 19’u, “resmî belgede sahtecilik” ve “halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit”ten gözaltına alındı.

Aradan 24 saat geçti geçmedi, bu sefer İçişleri Bakanlığı bütün valiliklere gönderdiği genelgeyle bunların neredeyse tümünün faaliyetlerini durdurdu: “…tiyatro, sinema, gösteri merkezi, konser salonu, nişan/düğün salonu, çalgılı/müzikli lokanta/kafe, gazino, birahane, taverna, kahvehane, kıraathane…SPA ve spor merkezlerinin, taziye evlerinin…”.

“Sahte” genelgenin neyinin sahte olduğunu sorduran ve Tek Adam Rejimi’nin yasak, tehdit ve yalanlama üzerine kurulduğunu gösteren çok büyük ders idi.

Ağız tadıyla bitirelim, nefis espriler çıkmakta. Bir tanesi: “Merkel, Trump, Macron durmadan açıklama yapıyor. Hatay Valisi ortalıkta yok!” Bir diğeri: “Son Dakika: Eyüp Sabri Tuncer, Apple’ı almak için teklif vermeye hazırlanıyor”.