Hilafetin, Kureyş’in bir hakkı olarak görülmesi, Ensar, Ben-i Haşim ve Ehl-i Beyt’in istişarenin dışında bırakılması ve Medine dışında kalan Müslüman kabilelerin halife seçimlerinde dikkate alınmaması hem Haricilik hareketine hem de Muaviye’in yönetime el koymasına yol açmıştır. Daha açık bir ifadeyle; Muaviye ve oğlu Yezid’e hilafet/saltanat yolu açan Hz Ebubekir ve Hz Ömer’in seçilme yöntemi ve kullandıkları referanslar olmuştur.
Halil Cibran; “Eğer başınıza bir despot geçmişse bunun sorumlusu sizlersiniz; Yüce Yaratan, alnınıza diktatörleri yazmamıştı, bunu sizler kendi kendinize yazıyorsunuz” der. Olup bitenlerin sorumlusu Sahabe olunca, doğruyu, hakikati öğrenmek neden suç, günah olsun? Bir olayın esasını öğrenmeden ondan ibret alacak bir ders ve doğru hükümler çıkarmak nasıl mümkün olur? Bediuzzaman’ın ifadesiyle "Bir şeyin esası, kalbi bozuk olursa teferruatını tamir etmek bir faideyi teşkil etmez...”
Yezid’in veliaht tayin edilmesi ve Muaviye’nin ölümünden sonra “halife” olması sahabe döneminde açılan yolun bir sonucu ve Müslümanlar için kıyametin/büyük felaketin başlangıcıdır. Buhari’de geçen bir Hadiste Resul-ü Ekrem’in (s.a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“İş, ehli olmayana (layık olmayana) tevdi edildiği (verildiği) zaman, kıyameti bekle”
Bu dönemin kıyameti de Muaviye’nin; Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer ikilisinin Müslümanları/ümmeti yönetme gerekçelerini kendisi için de referans yaparak oğlu Yezid’i kendisinden sonra veliaht olarak tayin etmesidir. Böylece Muaviye’nin başlattığı isyan ve iç savaşlar Yezid ile zirveye çıkmış ve büyük felaketlere yol açmıştır.
Yezid, işe Ehli Beyt katliamı ile başlamış ve Kerbela’da Ehl-i-Beyt soykırımı gerçekleştirmiştir. Hz. Muhammed’in (s.a.s.) göz bebeği, seyidimiz ve rehberimiz Hz. Hüseyin (a.s.), şehit edilmekle yetinilmemiş, Resulüllah’ın defalarca öpüp göğsüne dayattığı kafası gövdesinden ayrılmış olarak mızrak ucunda saraya götürülmüş, hilafet koltuğuna oturan Yezid’in ayaklarının önüne alçakça atılmıştır.
Bu katliamla sadece Yezid’in saltanatı tahkim edilmemiş, en büyük engel ortadan kaldırılarak “İslamsız Müslümanlığın” da yolu tamamıyla açılmıştır. Katliamın şoku henüz devam ederken İslamsızlığa ve zulme direneceklerinden korktuğu Medine ve Mekke halkını etkisiz kılmak için Müslim b. Ukbe ve Haccac-ı Zalim olarak tanınan Haccac b. Yusuf’u büyük bir ordu ile üzerlerine gönderir. Yezid’e biat ve itaat etmeyi reddeden binlerce Müslümanın boynu vurularak katliamlar yapılır, kadınların ırzına geçilir, Mekke ve Medine yağmalanır, Kâbe tahrip edilerek dehşet saçılır, 80 kadar sahabenin kesilen başları Şam’a, Yezid’e gönderilir.
Yezid’in has adamlarından olan Haccac’ın, valilik yaptığı dönemlerde gerçekleştirdiği katliamlarda yaklaşık 200 bin Müslümanın öldürülmüş olması, trajediyi ve kıyameti/büyük felaketi tarif etmek açısından yeterlidir, sanırım.
Esas trajikomik olan; Ehl-i Beyt soykırımı dâhil bütün katliamların gerekçesi; saltanatın, devletin ve ümmetin bekası olmuştur. Söz konusu katliamları ve Ehl-i Beyt’e yönelik vahşeti onaylamasalar da, aynı gerekçelerle Yezid yönetimini “meşru” ve Yezid’i de “ulu’l-emir” olarak kabul eden bir ulema sınıfımız ve Müslümanlık anlayışımız hep olmuş, Kur’an’ın uyarısına aldırmadan “zalim de olsa itaat vaciptir” fetvası “beka” üzerinden günümüze kadar dini/İslami bir gereklilik olarak devam etmiştir.
“Kendisine Rabbinin ayetleri (mesajları) aktarıldığında onlara sırtını dönenden (yüz çevirenden) daha zalim kim olabilir? (Bu şekilde) günaha batmış olanlardan öcümüzü (intikamı) mutlaka alacağız!” (Secde Suresi/32: 22)
Sormak istiyorum: Müslümanları veya yeryüzünde herhangi bir toplumu yönetme hakkını Yezid’e ve benzerlerine veren bir din, Allah’ın dini olabilir mi? Âlemleri, evreni; adaleti ve rahmeti ile kuşatan İslam’ın zalimlere cevaz ve yol vermesi mümkün mü? Böyle bir zulüm ve ceberut düzeni “beka” veya “maslahat” gerekçesiyle meşru görecek bir Müslümanlığı İslam’la bağdaştırmak doğru mu?
Elbette doğru değildir. Bunun için geleneğimizi “İslamsız Müslümanlık” olarak tanımlıyorum. Asırlardır dinselleştirilmiş bu anlayışla yüzleşemediğimiz için bugün de aynı gelenek hiç değişmeden devam etmektedir.
-devam edecek…
Abdulbaki Erdoğmuş