“Din ve Vicdan Hürriyeti”, Müslümanların altında ezildiği en önemli insan hakları sorunlarından biridir. Bunun nedenleri de tarihimizin derinliklerinde mevcuttut. “Kul hakkı” hassasiyetine rağmen kurumsal veya sistematik bir yapıya kavuşturulamadığı, tersine ihlal edilen en önemli haklardan biri olarak asırlardır görmezden geldiğimiz sırtımızda bir kambur olarak taşımaya devam ediyoruz.
İslam’ın siyasallaşan ve gelenekselleşen yönleri başta olmak üzere bütün boyutlarıyla doğru anlaşılması için yüzleşmek zorunda olduğumuzun altını bir kez daha çizmek istiyorum. İslam ile aydınlanmak için sorgulanamaz ve dokunulamaz hiçbir anlayışımızın olmaması gereğine inanıyorum.
Bunlardan biri de din ve vicdan hürriyetini gölgeleyen “İRTİDAD” olayıdır. Hz. Ömer başta olmak üzere seçkin sahabe grubunun muhalefetine rağmen Hz. Ebubekir, Müslüman bir kabileye “irtidad” gerekçesiyle savaş açmıştır. Tamamıyla siyasi kaygılardan kaynaklandığını düşündüğüm bu olayın sorgulanarak açıklığa kavuşması gerekir. Halifeye itaatsizliğin veya biati ret etmenin “irtidad” (dinden dönme) olarak değerlendirilmesi İslam açısından kabulü mümkün olmadığı gibi, din değiştirmenin dünyevi bir cezayı gerektirmesi de söz konusu değildir.
“Muhammed sadece bir peygamberdir ve ondan önce de (nice) peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o ölür veya öldürülürse topuklarınız üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim topukları üzerinde geriye dönerse (bilsin ki) o Allah’a hiç bir zarar veremez! Muhakkak Allah şükredenlerin mükâfatını verecektir!” (Âl-i İmran: 3/144)
“Din değiştirme” tercihi tamamıyla vicdani ve iradi olup cezası Allah’a aittir. “irtidat” nedeniyle bir insanın öldürülmesi hükmü Kur’an’ın hiçbir ayetinde geçmemektedir ve bu konuda Peygamber’in hiçbir uygulaması da olmamıştır. Bu durumda Hz. Ebubekir’in uygulaması tamamıyla siyasi ve konjonktürel bir karar olarak değerlendirilebilir. Ne yazık ki 14 asırdır Hz. Ebubekir’in bu kararı siyasi ve dönemsel değil, İslam’ın bir hükmü olarak “mürted’in/irtidad edenin (dinden dönenin) katli vaciptir” inanç ve uygulamalarıyla geçerliliğini korumaktadır. Benzer anlayışın ve uygulamaların tarih boyunca ve günümüze kadar devam etmesinin tek referansı da Hz. Ebubekir’in söz konusu savaş kararıdır.
Söz konusu referansla tarih boyunca egemenlere itaat-biat etmediği için “irtidad” gerekçesiyle idam edilen, derisi yüzülen, katledilen sayısız âlim, bilgin ve filozof olmuştur. Günümüzde aynı gerekçelerle yani “tekfir” veya “irtidad” gerekçesiyle binlerce Müslüman katledilmektedir. Ülkemizde dahi milyonlarca insanı tekfir eden ve “mürted” gören bir Müslümanlık anlayışının siyasete, cemaatlere, bürokrasiye, medyaya hâkim olduğunu dehşet içerisinde izliyoruz. Müslümanlara egemen olan bu zihniyet, geleneksel diniyle ve insanın bir özgürlük hakkı olan “irtidad” gibi uygulamalarla yüzleşmedikçe “din ve vicdan hürriyetini” içselleştirdiğinden nasıl emin olabiliriz?
Bu anlayışın siyasal boyutu bir tarafa, İslam’ın bir hükmü olması düşünülebilir mi? Sahabe tarafından da yapılsa, siyasi kararların ve uygulamaların 14 asır boyunca sorgulanmamasının tarihsel ve geleneksel Müslümanlık anlayışımız dışında akli, ilmi, ahlaki ve İslami bir izahı mümkün mü?
Rahmet Peygamberi döneminde defalarca ve çok sayıda benzer “irtidad” olayları olmasına rağmen bir ceza söz konusu olmamışken, bu anlayışın bugüne kadar devam etmesinin “egemen sömürü düzeni” ve yandaş ulema sınıfının “ortak çıkarları” dışında makul bir gerekçeyle izah etmenin mümkün olmadığını düşünüyorum.
Henüz bu olayla dahi bir yüzleşme cesaretimiz yokken nasıl olur da İslam için “din ve vicdan özgürlüğü” iddiamızda samimi olabiliriz? İnanmayana veya inancını/dinini değiştirene tahammül dahi etmeyip öldürülmesi gerektiğine inanan bir anlayışın “özgürlük-bir arada eşit ve güven içinde yaşamak-adalet ve barış tesis etmek” gibi iddialarını nasıl gerçekçi ve inandırıcı bulabiliriz?
“Dinde zorlama yoktur. Artık doğru ile yanlış, birbirinden ayrılmıştır: O halde, şeytani güçlere ve düzenlere (uymayı) reddedenler ve Allah’a inananlar, hiçbir zaman kopmayacak en sağlam mesnede tutunmuşlardır: Zira Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.” (Bakara/2:256)
İslam düşüncesinde hiç kimse inancını, dinini, tercihlerini değiştirdiği için öldürülemez, hapse dahi atılamaz, dünyevi olarak hiçbir şekilde cezalandırılamaz. Onun hakkındaki hükmü Allah vermiştir:
“…sizden biri imanından döner ve hakikati inkâr eden biri olarak ölürse, böyle birinin yapıp ettikleri bu dünyada da, öteki dünyada da boşa gidecektir; işte böyleleri içinde yaşayıp kalacakları ateşe mahkûm kimselerdir.” (Bakara/2:217)
Hakkın, hakikatin sahibi Allah olduğuna göre bunun hükmü de yalnız Allah’a aittir. “din ve vicdan hürriyet” konusunda akıl-ilim-vahiy-hikmet-marifet dini olan İslam’ın hükmü çok açıktır, siyaset başta olmak üzere hiçbir gerekçe ile ve hiç kimse tarafından değiştirilemez ve ihlal edilemez:
"(Bu) hak, Rabbinizden (gelmiş)tir: Artık ona dileyen inansın, dileyen reddetsin" (Kehf/18:29)
…devam edecek..
Abdulbaki Erdoğmuş