Aynı sitede yazmaktan keyif aldığım ve kalemini ustaca kullandığına inandığım Prof.Dr. Baskın Oran’ın Bugün okuduğum “Şovlar Üzerine Düşünceler” isimli köşe yazısındaki bazı bölümler ile alakalı bir kaç kelam etmezsem, hakka karşı haksızlık yapacağım kanaatine vardım.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki,
Devletin iç ve dış birçok politikasına dair birçok muhalif yazı ve düşüncelere sahip olan ben, Baskın Oran’ın aşağıda sizlerle giriş kısmını paylaşacağım malum köşe yazısındaki alıntılara da katılmadığımı söylemem kesinlikle mümkün değil. bu konuda %100 kendisiyle aynı düşünüyorum.
Baskın bey yazısına şöyle başlıyor.
“Ben bu satırları yazarken 22 gündür maske dağıtmayı dahi başaramamışken, (ABD’ye yarım milyon cerrahi maske ve iki ton malzeme “yardımı” yaptığını ilan ederek “Eminönü’nde dilenip Yeni Cami’de sadaka vermek” tabirini hatırlatan bir plansızlık ve tutarsızlık sergilemek;
Bu sergilemeyi örtmek için de, büyük şovlara başvurmak. Üstelik, büyük baskılar eşliğinde.
Tek Adam Rejimi’nin hayatta en korktuğu şey, büyükşehir belediyelerinin Corona mücadelesinde başarılı olması. Özellikle de İstanbul (İBB) ve Ankara’da (ABB).
Öyle bir panik ki, dünün belediye başkanı televizyonlara çıkıyor, dükkanını kapatan veya ücretsiz izne çıkarılan insanlardan para istiyor. Diğer yandan, bağış toplayan bugünün belediye başkanlarının (İBB ve ABB) açtığı banka hesaplarını bloke ettiriyor. Aşevlerinin hesaplarını da. Bedava ekmek dağıtmalarını yasaklıyor. Adana’da belediyenin kurduğu sahra hastanesini mühürletiyor. Bu belediyelerin kamu bankalarına olan borçları ertelenmiyor. Dahası, İBB ve ABB başkanlarına birer de soruşturma açılıyor.
Çünkü Rejim’e göre bunlar “Devlet İçinde Devlet”.
Corona belası ortamında bunlar en sıkı yandaşlara bile inanılmaz geliyor”…
Yazının ilk bölümü bu şekilde.
Dedim ya bu konularda kendisiyle birebir fikir birliğine sahibim.
Ancak bu yöndeki eleştirilerine devam ederken, olayı birden bire
“Bu şovların en ipliği pazara çıkanı” diyerek öyle bir yere çekiyor ki,
Benim rahatsızlığımda burada başlıyor.
Baskın Bey yapılan her faaliyeti, hatta cuma hutbesine kadar her şeyi “Şov” olarak görüyor ya bir kere, sopayı eline almış iktidarı ve iktidarın emrinde bulunan kurumlar adına her söz söyleyeni, her faaliyette bulunanı sıra dayağına çekecek, kurtuluşu yok.
“Bu şovların en ipliği pazara çıkanı” diyerek, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Cuma hutbesinde LGBTİ lilere ve HİV virüsünden bulaşan hastalıklara değinmesinden duyduğu rahatsızlıktan bahsediyor.
HIV virusu ve LGBTİ nin daha zararsız olduğunu düşünüyor olmadı ki; “Ülkede Corona belası varken Ali Erbaş HIV virüsüne nasıl geliyor anlamıyorum” diye şaşkınlığını ifade ederek, mâlum hutbeye de yazısında yer veriyor.
Ali erbaş’ın Hacı Bayram Camisi’nde verdiği Hutbe şöyle.
“İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesi. Yılda yüz binlerce insan HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte hareket edelim.”
Tabii ki Corona belasından da bahsedilecek hutbelerde, ancak Ben müslümanım diyen, sağlıklı bir nesil adına hassasiyet taşıyan herhangi bir bireyin hutbede anlatılanlar adına söyleyecek tek bir itirazı olabilir mi?
Halbuki LGBTİ belası Corona dan kat kat daha büyük bir beladır, nesilleri ifsâd edecek olan bir sapkınlıktır. Coroayı toplum olarak atlatabiliriz ancak bu sapkınlık Allah muhafaza toplumu helak’a götürür…
Bu konu üzerinden başka başka konulara da giriş yapması, Ben de acaba “kalbinde bir İslam düşmanlığı mı barındırıyor” hissini uyandırmadı değil. Umarım yanılıyorumdur. Şöyle ki; Tıpkı kendisine Coronadan bahsetmek varken Ali erbaş’ın HIV virüsünden bahsetmesi nasıl ilginç geliyorsa, bana da bu mesele üzerinden Ensar Vakfı’na ve Diyanet’in bu konuyu neden kınamadığına, oradan alıp Aziz Nesin’e, cennetteki Gılmanlara getirmes
Yazısına şöyle devam ediyor.
“Corona varken HİV virüsüne nasıl geliyor ilginç bişey, ama Diyanet başkanının Ensar Vakfı evlerinde kalan küçük öğrencilere dört yıl boyunca (2012-2015) tecavüz edilmesi gibi olaylar ortaya döküldüğünde kınamayı düşünmemiş olması daha da ilginç.
(İzninizle, iki şıklı bir parantez: 1) Hurileri biliyoruz. Peki, A. Nesin’in ArtıGerçek’te sure ve ayet numarası vererek yazdığı gibi, Gılmanlar yani cennette hizmet edecek “bıyığı yeni terlemiş, hiç yaşlanmayan gençler” meselesini nereye koyacağız? Diyanet başkanı bu konuda ne der? 2) Diyanet başkanı eşcinsellere karşı nefret söylemi kullanmasa iyi eder. Çünkü “büyük lokma ye büyük söz söyleme” demişler. Torunları var mı bilmiyorum ama bu konuda kendisini uyarmak istiyorum çünkü eşcinsel olunmuyor, eşcinsel doğuluyor. Yani Allah böyle yaratıyor)” diyor yazısında devamla.
Baskın bey’in kafasına takılan sorulara, (hakikaten kafasına takıldı ise, aklında başka bir şey yok ise) kısaca cevaplar vereyim.
1) Diyanet İşleri Başkanlığı da birçok kurum gibi haftalardır Corona virüsünden bahsediyor. Corona virüsünün varlığı HIV virüsü ve LGBTİ sapkınlığından bahsetmeyeceği anlamına gelmez. Kaldı ki bu konuyu, bu sapkınlığı ele alması gereken en yetkin kurumdur Diyanet İşleri Başkanlığı.
2) Diyanet İşleri Başkanlığının Ensar Vakfında küçük öğrencilere yapılan istismardan bahsederek Diyanet’in bu olayı kınamadığını söylemesi ise en hafif tabiriyle bilgisizlikten kaynaklanıyor. Çünkü bütün toplum gibi Diyanet de bu durumu kınamış ancak burada bir kişinin yaptığı bu çirkinliğin bütün kuruma mâl edilmemesini söylemiştir. Ve bu eylemi gerçekleştirenin de zaten cezası verilmiştir.
3) Aziz Nesin’in bir programda cennetteki hurilerin varlığı ile birlikte Gılmanların, yani ayette tam olarak ifade edilen hali ile “Bıyığı yeni terlemiş, hiç yaşlanmayan gençler”
Ifadesini “Bunu nereye koyacağız” diyerek yazısına taşıması, Aziz Nesin ve zihniyetinin İslam’da ve Kur’an’da hata arama ve muhataplarını köşeye sıkıştırma çabasının bir devamı olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki bunun da cevabı vardır.
• Cennetteki huriler den ziyade bir de gılmanlar meselesi konusunda ayette söylenen “bıyığı yeni terlemiş hiç yaşlanmayan gençler” ifadesinin dışında hiçbir detay yoktur. Hiçbir tefsir alimi bu ayetten Gımanları kadınlara verilecek Erkekler olarak bir çıkarım yapmamıştır. Bu ayet müteşabihtir, müteşabih ayetlerin üzerine gidenleri ise kur’an-ı Kerim “Kalbinde hastalık olanlar” diye nitelendirilmektedir.
4) “Diyanet başkanı eşcinsellere nefret söylemi kullanmasa iyi eder, Eşcinsel olunmuyor eşcinsel doğuluyor, yani Allah böyle yaratıyor” sözünde ise yine bir bilgisizlik görülüyor. Şöyle ki;
• Baskın bey’in meseleyi çarpıttığı gibi diyanet hutbede sadece eşcinsellik değil, LGBTİ ve LÛTİ’likten de bahsediyor. Kur’an-ı Kerim bu topluluğa “Sizden önce hiçbir kavmin yapmadığı bir pisliği yapıyorsunuz” diyerek lanet ederken bizim onlara sevgi ve şefkat kırıntısı beslememiz, yaptıkları bu çirkinliği insan hakları adına masum görmemiz Hak’ka karşı haksızlık olacaktır.
• Eşcinsellik konusuna gelince, yaratılıştan kaynaklanan hormonal bir dengesizlik var ise, ki olabilir. Bu o insan için yine bir imtihandır. İslam yine bu şekilde yaratılan insanlara özgürce yaşama hürriyeti vermez. Bu insanlar da yine ahlaklı bir hayat yaşama konusunda kendileri için bir tercih yapabilirler. Yani İslam’da asıl olan toplumun ahlakının muhafaza edilmesidir…
Yazısının devamında; Diyanet başkanının bu sözlerinin çok tipik bir nefret söylemi olduğunu, Ankara barosunun, İslam dininin temeli olan bu söylemlere “Büyükleri ile aynı zihinsel ve dogmatik sınırlara sahip çağlar ötesinden gelen ses” diyerek aşağılayan ve bundan dolayı diyanete sözüm ona ayrımcı! ve nefret içeren! bu söylemlerinden dolayı dava açmasını destekleyen Oran,
Son olarak Şunları da söylüyor.
İki gün sonra da, Ali Erbaş’ın hazırladığı “Ramazan Günlükleri” isimli kitapta yine “belden aşağı” temanın dile getirildiği, “Ancak yatak odalarında rastlanacak bazı hareketler sokaklarda, üniversite kampüslerinde, hatta liselerin çevrelerinde bile yapılıyor” dendiği ortaya çıkacak. Bundan sonrası tufan… vs vs vs.
Ben de nacizane Baskın Bey’e ve kalbinde insan hakları adı altında LGBTİ lilere, LÛTİLİĞE ve EŞCİNSEL bir hayat yaşama arzusunda bulunan kişilere şefkat, merhamet ve sınırsız özgürlük talebinde bulunanlara ve “Ancak yatak odalarında rastlanacak bazı hareketlerin sokaklarda, üniversite kampüslerinde, hatta liselerin çevrelerinde bile yapılmasından rahatsızlık duymayacak olanlara”
şunları söyleyerek bitirmek istiyorum.
Özgürlük adı altında muhafızlığını yapmaya çalıştığınız bu iğrençliğin ahlaksızca bir hayat tarzı olduğunu sizler çok çok iyi biliyorsunuz. O yüzdendir ki, bu sapkın topluluğu savunmayı Net ifadelerle değil de, yazılarınıza başlık olarak attığınız ve detaylarında yer verdiğiniz yaldızlı cümleler eşliğinde ve insan hakları kılıfı adı altında yapıyorsunuz. Biz de bunu çok iyi biliyoruz.
O yüzdendir ki, hem dünyalık şereflerini hem de ahiretlerini kurtarma adına (tabii varsa böyle bir hassasiyetleri) kalem ve söz sahibi herkesi ahlaklı bir toplum meydana getirmek adına mücadele etmeye, Eğer yok ise böyle bir niyetleri, gerçek fikirlerini yaldızlı cümleler altında gizlememelerini, kimliklerini net olarak ortaya koymalarını tavsiye ediyorum.
Son olarak; Torunları var mı bilmiyorum ama, kendisini ve bu düşüncede olan herkesi bu konuda uyarmak istiyorum.
Bu kazık (LGBTİ) sivri kazık, ya toplum olarak birlik olup bu kazığı budayazacağız, ya da bu sapkınlığa muhabbet besleyenlerin de bir gün bir tarafına batar ancak iş işten geçmiş olur demedi demeyin.
Yaşadığımız toplumun her bireyi adına daha temiz ve ahlaklı bir düzen ve nizam temennisi ile…