İslam Düşünce Merkezi Başkanı ve Millî Gazete yazarı Siyami Akyel, uzun yıllar merhum Ali Nar hocamızla teşriki mesaide bulundu. Dinlerarası Diyalog ve Ilımlı İslam fitnesini ülkemizde yaymaya çalışan Fethullah Gülen’in ölmesiyle birlikte, bu alanda çalışmalar yapan ve Ali Nar, Mehmed Şevket Eygi, Prof. Mehmet Bayrakdar, Prof. Dr. Yümni Sezen, Doç.Dr. Nedim Urhan ve Enver Baytan gibi hocalarımızla de fitne girişimine karşı ortaya önemli bir eser koymuştu. Hem bu eseri hem de Erbakan hocamızın FETÖ’ye karşı Ali Nar hocaya nasıl görev verdiğini konuştuk.
Röportaj. Ali Sertkılıç
Hocam, Dinlerarası Diyalog fitnesi ne zaman başladı? Tarihi süreci hakkında bilgi verir misiniz?
Siyami Akyel: Dinlerarası Diyalog fitnesi, Basra’da miladi 10’uncu asırda “İhvân-ı Safâ” adında Zeyd b. Rufaa liderliğinde teşekkül eden felsefi cemiyetin “dinlerin birliği” fikriyle başlamış, Eski Yunan, İran ve Hint düşünürlerinden beslenerek risaleler yazan, Hermetizm ve Sabiîlerin öğretilerinden etkilenerek yayılmaya başlamıştır. Abbasi Devlet yönetimince takibata uğrayan bu gizli ve sinsi hareket, önce Mısır’a, sonra Fas ve Endülüs’e kadar yayılmıştır.
Hindistan’ta Babür İmparatorluğu’nun kralı Ekber (Ekfer) Şah, 1582’de bütün eyalet valilerinin önünde “Dîn-i İlâhî”yi resmen ilan etti. İslâmiyet, Hıristiyanlık, Zerdüştîlik, Hinduizm, Sihlik, Caynizm ve Budizm’i, kendi kurduğu “Dîn-i İlâhî” çatısı altında birleştirdi. Bu fitne ancak İmam-ı Rabbani’nin gayretiyle önlenebilmiştir. Bu fikir, daha sonra 19’uncu yüzyılda İran’da Bahaullah tarafından tekrar gündeme getirildi. Bahailik üç ana temel üzerine bina edilmişti: “Tanrı’nın birliği, dinin birliği ve insanlığın birliği”. Ahmet Hamdi Akseki, Bahailik meselesini “İslâm Dini” adlı kitabında “Çeşitli inanç sistemlerini uzlaştırma girişimi olarak değerlendirilen Bahailik, İslâm’a karşı çevrilen tarihi entrikaların birini ve son merhalesini teşkil ettiği yıkıcı Batinilik ile başlayıp Siyonist ve Haçlı dünyasının/emperyalistlerin aleti olarak vazife görmüştür.” demektedir.
Basra’da “İhvân-ı Safâ” ile başlayan, Endülüs’te Yahudi teolog ve feylesoflar tarafından sistemleştirilen, Hint ikliminde Ekber/Ekfer Şah tarafından tekrar gündeme getirilen; İran’da Bahailik’le tekrar gün yüzüne çıkan “Dinleri Birleştirme Fitnesi”, Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh’la devam etmiştir.
Dinleri birleştirme fikri daha sonra Dinlerarası Diyalog fitnesine mi dönüşmüştür?
- Evet. Mason locasına kayıtlı Cemaleddin Efgani (İrani) “dinleri birleştirme” teşebbüsünde başarılı olamadı. Oryantalist Isaac Taylor’ın “İslam akaidiyle Hıristiyan inançları arasında temel noktalarda fark bulunmadığı” fikrinden etkilenen Efgani’nin tilmizi Muhammed Abduh’un gayretiyle “dinlerin birliği” projesi “Dinlerarası Diyalog”a evrilmiştir. Dinlerarası Diyalog Fitnesi tam anlamıyla Peygambersiz İslâm Projesi’dir.
Türkiye’de Dinlerarası Diyalog, İttihatçı ve Sabetaycı Dr. Nazım ile Ömer Fevzi Mardin ve Prof. Dr. Niyazi Öktem gibi kişilerin ferdi gayretleriyle başlamışken; Diyanet İşleri eski Başkanı Dr. Lütfi Doğan zamanında Diyanet eliyle yürütülür hale gelmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 1998’deki 2. Din Şûrası’nda konu başlıklarından birisi “Dinler Arası Diyalog”dur.
Fethullah Gülen’in Dinlerarası Diyalog fitnesi ve Peygambersiz İslâm Projesini üstlenmesi ve yayma süreci ne zaman gerçekleşmiştir?
Fethullah Gülen’le mücessem hale gelen Dinlerarası Diyalog, Gülen ve ekibinin bu fitneye omuz vermesiyle yaygınlaşmıştır. Gülen gibi bir taşra vaizinin Hıristiyanların misyonerlik faaliyetleri neticesinde neşet etmiş bu projeyle tanışması ve projeye desteği sosyolojik açıdan incelenmeye muhtaçtır.
Fethullah Gülen’in Dinlerarası Diyalog faaliyetlerine omuz verdiği tarih 1994 yılıdır. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı şemsiyesi altında Kültürlerarası Diyalog Platformu (KADİP) tarafından organize edilen ikinci görüşme 27 Ocak 1997 yılında İstanbul Hilton Otel’de yapıldı. Daha sonra Gülen, 8 Şubat 1998 yılında Vatikan’da Papa II. John Paul’e görüştü.
Fethullah Gülen, 9 Şubat 1998 tarihinde Papa II. John Paul’a sunduğu mektubunda Papa’nın dinlerarası diyalog misyonuna ortak olduğunu ve misyonerlik faaliyetlerine katılmaya hazır olduğunu açıkça ifade etmektedir.
“Pek Muhterem Papa Cenapları,
Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekân kılma yolundaki kutsal misyonumuza tam mânâsıyla bilen halkından size en içten selâmlar getirdik…” diye başlayan mektubuyla kendisi sanki bu toprakların temsilcisiymiş gibi, bizim adımıza bizden habersiz Papa’nın misyonuna ortak olmaktaydı.
Fethullah Gülen ve ekibi, Güney Afrika’nın başşehri CapaTown’da 1-8 Aralık 1999 tarihinde toplanan “Dünya Dinleri Parlamentosu”na mesaj göndermiş; Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından organize edilen ve ilki 16-19 Temmuz 1998’de ikincisi 8-11 Temmuz 1999’da icra edilen “Abant Toplantıları”yla Dinlerarası Diyalog faaliyetlerini hızlandırmıştır. Bu toplantılara maalesef birçok din ve ilim adamı ile gazeteci ve siyasetçi katılmıştır.
13-16 Nisan 2000 tarihinde meşhur soytarılık örneğinin icra edildiği Sırat Köprüsü’nden geçmeyle hafızalara kazınan, Harran’da “Ortak Ata Hz. İbrahim” sempozyumu tertip edilmiş, Gülen ekibinin yayın organı Zaman’da “İbrahimi heyecan” başlığıyla aktarılan ve Gülen mensuplarınca günlerce reklamı yapılan söz konusu sempozyum, Türkiye’de bu fitnenin hangi boyutlara taşındığını göstermektedir.
Fethullah Gülen ve ekibinin, hükümetle arasının bozulduğu 5 Şubat MİT krizi, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsüyle devleti ele geçirme planları deşifre olmuştur. Bu tarihe kadar mevcut hükümetle mezkûr yapı birlikte yola devam etmiştir.
Bu arada sizin etkilendiğiniz, feyz aldığınız Hocalarınızla birlikte Dinlerarası Diyalog fitnesiyle mücadeleniz bilinmekte. Bunu biraz detaylandırabilir misiniz?
- Teşekkür ederim. Biz, bidayetten beri Dinlerarası Diyalog Fitnesinin Peygambersiz İslâm Projesi olduğunu savunan bir gelenekten geliyoruz. Bu görüşün ortaya çıkmasın Ali Nar Hoca hiç şüphesiz başı çeker. Ali Nar Hocamız elbette yalnız değildir. Nedim Urhan Hoca, Enver Baytan Hoca, Osman Öztürk Hoca hepsi ahirete irtihal etti. Allah-u Teâlâ onlara rahmet etsin bu fitneye karşı ellerinden gelen gayreti gösterdiler.
Hükümet ile Fetullah Gülen grubunun ittifakının yaşandığı 2006 yılında merhum Ali Nar Hocamızla birlikte hazırladığımız “Dinlerarası Diyalog Fitnesi” kitabı ve 2008 yılında hocamızla birlikte binbir zahmet ve imkânsızlıklarla çıkarttığımız “Doğru Yorum” gazetesi büyük bir mücadele örneğidir.
“Dinlerarası Diyalog Fitnesi” kitabı, Ali Nar Hoca tarafından hazırlanan, bizim de Dr.Mehmet Açıkgöz mahlasıyla editörlüğünü yaptığımız bir derlemedir. Normal şartlarda Ali Nar Hoca kitabın tamamını kendisi yazabilir yahut ikimiz yazabilirdik ancak öyle yapmadı. Kitabın içeriğinin zengin olması için, Mehmed Şevket Eygi, Prof. Mehmet Bayrakdar, Prof. Dr. Yümni Sezen gibi diyalog karşıtı kişilerden yazılar aldı. Biz de Dr.Mehmet Açıkgöz ve M.Akif Gül mahlaslarıyla makaleler yazdık. Eserin yayınlanma tarihi 2008 yılıydı. O yıllarda Dinlerarası Diyalog Fitnesi hakkında yazan kişilerin sayısı azdı. Diyalog’un Türkiye’deki ayağı Gülen yapılanmasıyla kimse arayı bozmak istemiyordu. Bu ortamda Ali Nar Hoca, kitabın ana omurgasını kendi yazıları oluşturmak üzere bir derleme kitap hazırlamış ve büyük bir hizmet yapmıştır. Kitabın ilk baskısı 2008 yılında kurduğumuz Doğru Yorum Gazetesi Yayınları’ndan yayınladık. 2012 ve 2013 yıllarında tekrar yayınlama imkanı bulduk.
Yine 2008 yılında Ali Nar Hocamızla birlikte “Doğru Yorum” gazetesini çıkarttık. Dinlerarası Diyalog fitnesinin ve dinde reform projesinin zihinleri ifsad ettiği bir dönemde maddi imkansızlıklara rağmen “Doğru Yorum” gazetesinin yayınına başlamış, 12 kişiden her sayıya sponsor bulmuştuk. Dinlerarası Diyalog aleyhine yaptığımız yayından dolayı iki kişi sponsorluğu geri çekti. Böylece gazeteyi 10 sayı kadar çıkartabilmiş ve yayınına son vermek zorunda kalmıştık.
Bütün bu zorluklara rağmen Doğru Yorum gazetesi, gerek Dinlerarası Diyalog, gerek dinde reform gerekse Sünnet düşmanlığına karşı mücadele etmiş ve ses getirmişti.
O günlerde Dinlerarası Diyalog fitnesiyle deyim yerindeyse tek başına mücadele eden merhum Ali Nar Hocamız takdir yerine tedip edilmek istenmiştir. Ama hocamız şartlar ne olursa olsun hak bildiği yolda ilerlemiş, yolundan asla dönmemiştir.
Yine Ali Nar Hocamız Dinlerarası Diyalog bağlamında Yahudi ve Hıristiyanları Cennet’e götürme bağlamındaki fitneye karşı “Ehl-i Kitap Cennetlik mi?” adında bir kitap yazarak Yahudi ve Hiristiyanların “Kelime-i Şehadet” getirip Müslüman olmadan asla Cennet’e gidemeyeceğini delilleriyle ortaya koymuştur.
Doç.Dr. Nedim Urhan Hocamız da Dinlerarası Diyalog’la mücadele etmiştir. Hatta mücadeleye başlayanların öncülerindendir. Fethullah Gülen’i bundan tam 40 sene önce uyarmıştır. Bu uyarısını Nedim Hoca şöyle anlatmıştı:“Fakültede üç tane talebe geldi bana, “hala mehdi-rasûlü bekliyor musunuz, hocam” dedi bana. Ben “hayrola” dedim. “Mehdi geldi” dedi, F. Gülen için. Prof. Dr. Osman Çataklı, Prof. Dr. Osman Öztürk ve Prof. Dr. Nevzat Kor beylerle gittim, Zeynep Kamil Hastanesi’nin ordaki evlerine. Sordum; “şu talebe şu talebe, sen tanıyor musun bunları?” “Tanıyorum” dedi. “Bunlar senin mehdi olduğunu söylüyorlar, senin mehdiliğini ilan ediyorlar, bana da söylediler, ne diyorsun bu konuda?” dedim. Durdu, durdu… Hâlbuki ben “F. Gülen mehdi-rasul olma vasıflarına sahip değil” dedim. Bu talebeler itiraz ettiler… Sonra tek söylediği şuydu: “Ben saraya mensup Kürt hocanın torunuyum. Ben bu yoldan dönmem.” Dolaylı yoldan “ben mehdiyim” dedi. “O talebeler yanlış söylüyorlar”, diyemedi. Biz onu ve ihanetini kırk küsur yıldır tanıyoruz, asla yolumuz hiç kesişmedi, elhamdülillah…”
Enver Baytan Hocamızla ömrünün son yıllarında İslâm dininin içini boşaltmaya yönelik “Dinlerarası Diyalog”, “Dinde Reform” ve “Kur’an İslâm’ı” çalışmalarının geldiği noktayı ve bu görüşlerin tenkidi ile bunlarla mücadele yollarını konuşmuştuk. Bu röportajda Enver Baytan Hocaya “Muhterem Hocam, son yıllarda Dinlerarası Diyalog ve Kur’an İslâm’ı söylemiyle Müslümanların din algısı değiştirilmeye çalışılıyor. Bir ilahiyatçı “Tüm insanların Müslüman olmaları Kur’an’ın hedefi değildir. Kur’an’ın hedefi din özgürlüğü çerçerçevesinde bir dünya düzenidir” demektedir. Buna ne dersiniz?” demiştim. Cevap olarak şöyle demişti:
“Ancak yalan söylüyor deriz! Çünkü Kur’an-ı Azimüşşan’da âyet-i celileler vardır. Bu âyet-i celilelerde, bütün insanlara Peygamber gönderdiğini bildiriyor Cenab-ı Hak. Ve o Peygamberine de emir buyuruyor: Söyle o insanlara, “Ey insanlar ben sizin topunuza Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamberim.” Peki bütün insanlara Peygamberliğini bildirmekle emrolunan Resulullah, ne demiş oluyor? İnsanların hepsine Peygamber olduğunu bildirmekle emrolunmuş ve bildirmiş; “Bana gelin imân edin” demek değil midir? Peki, öyle bir Peygambere Kur’an-ı Kerim’de âyetle emredilir de halâ, “Kur’an da bütün insanlar dâvet edilmiyor” diye bir şey düşünülür mü? Düşünülürse, bu söylenirse söyleyenin imanını alıp götürmez mi? Ne yapması lazım böyle söz söyleyenin? Tövbe etmesi lazım, imanını tazelemesi lazım, şakası yoktur.
Din meselesidir bu, hafife alınamaz. Burada hatır gönül de dinlenmez. Bu hatayı biz kimde görürsek onu hemen söyleyeceğimiz söz bildiğimiz ölçülere göre “Sen imanını tazele ve mümin olduğunu bu insanlara ne kadar insana duyurmuşsan bu hatalı sözünü, bütün onlara mümin olduğunu da bildir: Tövbe ettim, hata etmişim böyle söz söylenmez ama ben söyledim, hata ettiğimi itiraf ediyorum” demelidir…
Prof. Dr.Osman Öztürk Hocanın Dinlerarası Diyalogla mücadelesi de erbabınca bilinmektedir. Osman Öztürk Hocanın “Ehl-i Kitap Kaldı mı?” yazısı, O’nun dine bakışını özetlemektedir. Hocamızın şu satırları duruşunu anlatmaya kâfidir: “Yahudi ve Hıristiyanlarını “ehl-i kitap” saymak bilmemezlik olmayıp, art niyetliliktir. “Light Islam” (ılımlı İslâm) projesine katkı sağlamaktır. Dünyanın her yerinde Müslüman kanı dökmekten zevk alan Yahudi ve Hıristiyan vahşetine çanak tutmaktır. Daha net söylemek gerekirse: “Ey Müslümanlar! Biz Yahudi değiliz, Hıristiyan da değiliz, Müslümanız diyerek yıllardır verdiğiniz mücadeleden vazgeçin ve batı dünyasının potasında eriyerek, düşmanlarınızın “asimilasyon” projesine boyun eğip, onları memnun edin. Allah’ı memnun etmek sizin haddinize mi düşmüş?” demektir ki, bu cinayettir ve soykırımdır.
Günümüzde “ehl-i kitap” var mı yok mu? konusunda, iyi niyetli “safdil”lere de çok kısa bir hatırlatmamız olacak: Allah’ın Kur’an’da inzal buyurduğunu beyan ettiği “Tevrat” ve “İncil”den kimin elinde varsa bize haber versin ve mevcudu olmayan bu gerçek Tevrat ve İncil’le kimler amel ediyorlarsa onları da Allah rızası için bize bildirsin. Bunları yapamayacaklar ise; günümüzde Yahudi ve Hıristiyan olduklarını iddia edenlere; “İlâhî Din” mensubu gözü ile bakmak, mevcut Tevrat ve İncil’i de “İlâhî Kitap” olarak kabul etmek safdilliğinden vazgeçsinler ve bu konuda çaba gösterenleri de anlamakta acele etsinler. “Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra” uyanmanın hiçbir fayda sağlamayacağını fehm etmek için âlim ve dâhî olmaya ihtiyaç yoktur.
“Vallahu yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm”.
FETÖ’nün siyasete müdahalesi ve Milli Görüş Hareketi’ne olan düşmanca tavrını nasıl yorumluyorsunuz?
- Milli Görüş Hareketi ile Fethullah Gülen grubunun arası hiçbir zaman iyi olmadı. Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan ve harekete gönül verenler, Fethullah Gülen’le mücessem hale gelen Dinlerarası Diyalog fikrine hep uzak durmuştur. Erbakan Hocanın özel sohbetlerde Gülen’den hiç hazetmediğini belirtmesi kulaktan kulağa hareket içinde yayılmış ve mesafeli duruş bu şekilde devam etmiştir.
Refahyol hükümeti kurulduğu hengâmda Fethullah Gülen’in hükümete karşı olumsuz tutumunun ilk örneği Başbakan Necmettin Erbakan’ın 11 Ocak 1997’de cemaat liderlerine verdiği iftar yemeğinde görülmüştür. Bu davete Türkiye’deki İslâmî cemaatlerin tamamı katılırken Fethullah Gülen katılmamıştır. Bu Gülen’in hükümete karşı ilk tavrıdır. Sonraki süreçte de Gülen’in, gerek grubuna ait yayın organları gerekse kartel medyaya verdiği beyanatlarla Refahyol hükümeti ve Erbakan hocaya karşı tavrrı gerçek yüzünü ortaya çıkartmıştır.
28 Şubat’ta darbeci askerleri destekleyen tavrı o günlerde İslami basının dikkatini çekmişti. Akit gazetesi “Gülen: Hükümet gitsin” manşetinin altına “Patrik Dimitri’ye bile anlayışla yaklaşan Fethullah Gülen, Refahyol’a hoşgörüyle bakmıyor. Fethullah Gülen Hocaefendi ‘hükümet artık gitsin’ dedi” ayrıntısını paylaşırken dikkatli bir uslüp kullanmıştır.
Fethullah Gülen’in dönemin kartel medyasına verdiği beyanatlar da demokrasiden yana tavır almadığının kanıtıdır. Nitekim Gülen, 18 Nisan 1997 tarihli Hürriyet gazetesine verdiği beyanatta hükümete seslenerek “Beceremediniz artık bırakın” demiştir.
Gülen’in bu tavrı Milliyet gazetesinde “Gülen de uyardı” manşetiyle verilmiştir. Gülen grubuna ait Zaman gazetesi de bu süreçte Refahyol hükümetinin yıkılmasına sevindiğini açıkça belli etmiştir.
Zira, Refahyol hükümetinin yıkılışına en çok sevinen Fethullah Gülen grubuna ait Zaman gazetesidir. Gazete, 5 Şubat 1997 tarihli sayısında Sincan’da tankların yürümesine sevinmiş ve “Tank heyacanı” başlığını atmıştır. Aynı gün gazetenin birinci sayfasında İnnur Çevik imzalı haberde Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı için “Karadayı Türkiye’nin şansı” haberi ilginçtir. Bu süreçte Gülen grubunun İsmail Hakkı Karadayı tarafından kabul ettiği görüntüleri yıllar sonra ortaya çıktı.
Zaman gazetesi, post-modern darbeyle düşürülen Refahyol hükümetinden sonra kurulan hükümetlere destek vermekten geri durmamıştır. Mesut Yılmaz tarafından kurulan 55. Hükümete “Hayırlı olsun” manşetiyle destek verirken, Bülent Ecevit’in DSP azınlık hükümeti formülüne 9 Temmuz 1997 tarihli Zaman gazetesi manşeti “Hükümet tamam” şeklindedir.
Fethullah Gülen’in 29 Mart 1997 tarihinde Samanyolu Tv’deki “… Bugün Türkiye’yi idare edenler, gerekli performansı ortaya koyamadılar zannediyorum. Ülkemiz kriz içinde. Bu krizi gücü temsil edenler önlemelidir. Bu hükümeti değiştirin demek daha demokratik olur. Askeriye ‘muhtıra verdi’ diye suçlanmak isteniyor. Askerler isteselerdi, ‘bu böyle olacak’ diyebilirlerdi. Ama böyle yapmadılar ve oturup meseleyi altı saat mülahaza ettiler. Demokratik yollarla problemler çözülsün istediler” sözleri asker seviciliğiydi.
Gülen’in 16 Nisan 1997’de Kanal D’ye verdiği beyanatta farksızdır. Darbecilerin müdahaleyle sevab kazandıklarını iddia eden Gülen, şunları söylemiştir: “… Askerlerimiz yaptıkları şeylerden ötürü, bazı çevrelerce antidemokratik davranıyor sayılabilirler. Asker ‘milletimizin güvenliğini korumak sorumluluğumuz var’ mülazasıyla davranmıştır. Müdahale etmezsek tarih önünde suçlu oluruz mülazasıyla hareket edilmişse onlar masumdur. Konuya fakihlerin mülahazasıyla da yaklaşıldığında, içtihad hataları bir sevap da kazandırır…”.
Bugün iyice gün yüzüne çıkmıştır ki, Fethullah Gülen’in o günlerde iyice belirginleşen Erbakan Hoca ve Milli Görüş düşmanlığı sıradan bir kin değildir. Türkiye’deki müesses nizamın etkisiyle oluşan bir kin de değildir. Bu kinin kaynağı ABD’dedir, oradan alınan talimattır. Bunu geldiğimiz noktada çok daha net görmekteyiz.
Milli Görüş Hareketi, siyasi olarak FETÖ’nün hep karşısında konumlanmıştır. Bir de yukarıda da bahsettiğiniz gibi bunun dini ayağı yani “Dinlerarası Diyalog fitnesi” boyutu var. Milli Görüş Hareketi’nin ve Erbakan Hoca’nın bununla mücadelesi hangi konumdadır?
- Malum olduğu üzre Erbakan Hoca hayattayken Numan Kurtulmuş’ın ayrışma süreci yaşanmıştı. Bu sürecin başında Erbakan Hoca sessiz kalmış, Yasin Hatipoğlu, Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk gibi dava büyükleri medyaya demeç vererek süreci yönetmekteydi.
Necmettin Erbakan Hocamızın’ın sessiz kalması ve Kurtulmuş ve ekibinin medyada daha görünür olması Saadet Partisi’nde iplerin Kurtulmuş’a geçeceği dedikodularını da beraberinde getiriyordu. Bu hengâmda tecrübeli siyasetçi Erbakan hamlesini yapmış; AGD’nin ev sahipliğini yaptığı Milli Gazete’nin Yenibosna Genel Merkezi’ndeki iftar yemeğinde gövde gösterisi yapmıştı.
İftara, İslâmî İlimler Kültür ve Edebiyat Vakfı Genel Başkanı Ali Nar Hoca, eski milletvekili Naci Terzi, Saadet Partisi İl Yönetim Kurulu üyesi Şahin Köseoğlu ile birlikte katılmıştık.
Biz o zaman Sağduyuhaber Genel Yayın Yönetmeni olarak bu ayrışma sürecinde yaptığmız haberler, yazılar ve röportajlarla Erbakan Hoca’yı sonuna kadar destekledik.
Bu toplantıda Milli Görüş’ün tarifini yaparak başlayan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın “Siyonizm bizim oylarımız çıkarken 28 Şubat’ı çıkardı ve bizim oylarımızı düşürdü. Biz şimdi %50’ye çıkmanın antremanlarını yapıyoruz. Biz 61 partiden değiliz. Biz 1’iz ve tekiz. Bünyemize karışmış çürükler temizleniyor! Şu sözü unutmayın.. Bu akşamın hediyesi olarak sizlere sunuyorum. İman var, her şey var! Bu güzek akşamı noktalıyoruz. Cenab-ı Hakk’tan diliyoruz ki gelecek sene bizi dünyayı kurtarmış bir şekilde burada buluştursun” dediğini hatırlıyorum. Konuşması sık sık tekbirlerle kesilen Erbakan, “Bünyemize karışmış çürükler temizleniyor” diyerek Kurtulmuş ve ekibini işaret etmişti.
Miting havasında geçen bu coşkulu toplantıdan sonra Erbakan Hoca 8-10 kişilik siyasetçi-akademisyen ve hocaefendilerle özel bir toplantı yapmıştı. O toplantıda Ali Nar Hocamız da vardı.
Erbakan Hoca’nın hemen yanı başında oturan Ali Nar Hoca, Erbakan Hoca’ya Fethullah Gülen’in Dinlerarası Diyalog Fitnesi’nin geldiği noktayı, bunun Peygambersiz İslâm Projesi olduğunu ve bu fitnenin toplumu nasıl etkilediğinden bahsetmişti. Erbakan Hoca, bu konuşmadan çok memnun olmuş, “Ali Nar Hoca, sen çok önemli şeyler anlattın. Bu önemli bilgileri, bu detayları bunların birçoğu bilmez” dedikten sonra “Dinlerarası Diyalog Fitnesini Türkiye’ye anlatmamız lazım. Ben Ben Saadet Partisi ve AGD’lere talimat vereceğim. Sana görev veriyorum, sen bütün Türkiye’de bu fitneyi anlatacaksın” demiştir. O toplantıya katılanların bir kısmı hayattadır.
Bu görüşmedeki kararlı konuşmalar, Erbakan Hocamızın ve Ali Nar Hocamızın Dinlerarası Diyalog Fitnesi’ne karşı net tavrını göstermektedir.