TEVEKKÜL ve GAMSIZLIK

Tevekkül ve umursamazlık-gamsızlık halk arasında aynı şeyler gibi görülse de aslında birbirinden uzak iki farklı konudur.

Tevekküllü, sakin, telaş etmeyen, kendinden emin kimseler genelde gamsız olarak lanse edilir.

Tevekkül, Gamsızlık mıdır?

Gamsızlık, Tevekkül müdür?

Bu konuyu açıklığa kavuşturalım…

Gamsızlık: Tembel, miskin, uyuşuk, tasasız hiç bir şeyi umursamayan sürekli kendi nefsinin isteklerine göre hareket eden, bencil kişilerin özelliğidir. Ama ne hikmetse halk arasında çokta dikkat çekmeyen ve üzerinde durulmayan bir konudur. Bu masum ve basit gibi görülen ve göz ardı edilen özellik Kuran'da birçok ayette bahsedilen fasık karakteriyle birebir örtüşür.

 ‘’Kendini müstağni (Allah’tan bağımsız üzerinde hiçbir sorumluluk hissetmeyen) gören bir bakış açısı Müslümana yakışmaz.’’

‘’Hayır; Gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden.’’ (Alak Suresi 6/7)

Allah Ahkâf Suresi, 20. Ayette Fasıklar için “Dünya hayatında Allah'ın verdiği bütün güzellikleri, zevkleri uğruna tüketip- yok ettiniz.” Diye buyurmaktadır. Fasıkların nefislerine ne kadar düşkün olduğunu ve masumane görülen umursuz-tasasız, sadece nefsi için yaşayan kişilerle birebir bağlantılı olduğunu bu ayetten anlayabiliriz.

Fasık karakterin analizi bazı meâllerde tam olarak doğru yorumlanmamış ve eksik bırakılmıştır. Ayetlere bakarak bu karakteri biraz inceleyelim ve daha derinlemesine analiz edelim.

Örneğin: Tevbe Suresi, 8. ayette "..Eğer size karşı galip gelirlerse size karşı ne 'akrabalık bağlarını', ne de 'sözleşme hükümlerini' gözetip-tanırlar." Olarak akrabalık bağlarının göz ardı edilmemesi şeklinde yorumlanmış... Ayetin anlamı gerçekte çok önemlilik arz etmeyen bu akrabalık konusu olamaz.

İslam dininde akrabalık bağları elbette ki önemli yer tutar. Ancak Kuran'da bahsedilen mümin özelliklerine sahip olmayan kişiler birinci derece aile içinden de olsa, Allah kalplerini birbirinden uzaklaştıracağını ve sevdirmeyeceğini belirtir.

Bununla birlikte bir insanı kalben sevmek ve iletişimde olmak için şart akrabalık bağı değil, Allah’a karşı samimi olmasıdır. Kalpleri ısındıran yalnızca Yüce Allah'tır.

 "…O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız.. (Ali İmran Suresi 103)"

Farz edelim ayet akraba bağlarından bahsediyor. Kuran'da beş çeşit insan karakteri vardır. Bunlar: mümin, müşrik, münafık, kâfir ve fasıktır. Mümin dışındaki bütün karakterlerin Allah'ın dinine karşı olduğunu en cahil bir insan bile anlayabilir. Tekabün Suresi 14. Ayette Allah "Ey iman edenler, gerçek şu ki, sizin eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı sizler için (birer) düşmandırlar. Şu halde onlardan sakının." Diyerek birinci dereceden yakınımız bile olsa (Eğer Allah’a karşı samimi değilse) bu kişilere karşı dikkatli ve tedbirli olunmasını emretmiştir. (Samimi olanları tenzih ederiz.)

Burada sorulması gereken soru şudur: Allah’ı sevmeyen, Allah’ın da onları sevmediği kişileri neden Müslümanlar sevsin ve sürekli bir arada olsun? Bu müminlere ne kazandırır? Kazandıracakları hayır mıdır? Şer midir? Sorunun cevabı çok basit. Elbette samimi iman etmeyen bir insan kendine ve çevresine asla yarar sağlamaz.

Gelelim ayetin gerçek anlamına. Ayette "Bağ" olarak geçen kelimede insanın Allah'a olan bağından yani vicdanından bahsetmektedir. Vicdan insanların doğruyu-yanlıştan ayırması için Allah'tan kullarına bahşettiği hiç kopmayacak duygusal bir bağdır. Ayeti biraz daha açacak olursak fasıkların, Allah'ın emirlerine karşı vicdanlarının sesini dinlemeyip, halk dilindeki tabiriyle 'Kulak arkası' ettiklerini ve nefislerinin peşinden giderek Allah’a verdikleri sözleşmelerini bozduğu anlaşılmaktadır. Ayetin devamın da ise "Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalpleri ise karşı koyar." toplum arasında "Aman canım bizde Müslümanız, ne olacak bizde yaparız." Şeklinde konuşur lâkin gerçek anlamda kalbiyle bunu istemez ve asla yapmazlar. Bunun sebebi Yunus Suresi, 33. ayette belirtildiği üzere "Onlar şüphesiz iman etmezler." olarak buyurulmuştur.

"Öyleyse, iman eden kimse, fasık olan gibi olur mu? Bunlar eşit olmazlar. (Secde Suresi 18)"

İman eden bir insanın Kâlû belâ da Allah’a verdiği ahdini gereği gibi yerine getirmesi için biran önce üzerinde bulunan bu ataletten kurtulması şarttır. Kuran'ı rehber edinip itidalli ve kararlı bir şekilde Allah yolunda mücadele etmesi, bu uğurda zorluklarla karşılaşmış olsa da, yaşadığı çevreden gelen tepkilere kulak asmayıp, Allah'ın ona verdiği imkanlar dahilinde elinden geleni yaparak, sadece Allah'ın rızasını gözetmesi gerekir.

Allah Secde Suresi, 20. ayette, Fasık olanlar için ise, artık onların da barınma yeri ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde, geri çevrilirler ve onlara: "Kendisini yalanladığınız ateş azabını tadın" denir. Buyurarak fasıklık yapanları cehenneme atacağına dair açıkça tehdit etmiştir.

TEVEKKÜL ETMEK NEDİR?

Tevekkül Unutulmaması Gereken En Büyük Nimetlerdendir.

Tevekkül kelimesinin kısa ve öz tanımı: Allah'a gönülden güvenip teslim olmak, şer gibi görünse de, ondan gelen her şeyde muhakkak bir hayır olduğunu-olacağını bilmek ve kabul etmektir.

"Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi 216)

Müslümanlar için Allah’a iman ve tevekkül, dünyadaki en büyük lükstür. Ancak Tevekkül bazen yanlış anlaşılıyor. Şöyle ki: Tevekkül içinde olmak Allah’tan gelen sıkıntıya karşı hiç bir şey yapmadan öylece beklemek değildir. Tam tersine başa gelen olayların hayırla sonuçlanması için elinden geleni yapmak ancak kendi kudretinin yetemeyeceği konuları Allah'a bırakmaktır.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri, bir sözünde insanın tevekkül etmediği takdirde, kendi kendini nasıl bir zorluk içine sokacağını şöyle ifade eder:

“İnsan zaîftir, belaları çok. Fakirdir, ihtiyacı pek ziyade. Acizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer Kadir-i Zülcelal’e dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip (güvenip) teslim olmazsa, vicdanı daim azab içinde kalır. Semeresiz meşakkatler (güçlükler), elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder.” (Sözler, s. 29)

Allah'a tevekkül eden kimse suyun üzerinde batmadan kolaylıkla durabilen, tevekkül etmeyen ise suda sürekli çırpınan, çırpındıkça batan kimse gibidir.

BEYİN İNSANDAN ÖNCE KARAR VERİYOR

Max Planck Enstitüsü’nden Profesör John-Dylan Haynes meslektaşlarıyla birlikte 2008 yılında fMRİ cihazı ile düşünce hızını ölçtü ve beynin ne yapacağına bilinçaltında karar verdiğini gösterdi. Profesör Welsh işin içine bilinçaltı girince düşünceyi tanımlamak iyice zorlaştı diyor:

“İnsanlar düşüncelerinin anında gerçekleştiğini sanıyor, ancak tam olarak neyi ne zaman düşündüklerini ölçemiyorlar. İnsan beyni bir seçim yaptığı zaman buna biz fark etmeden 2 ila 7 saniye önce karar veriyor.”

"Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (İnsan Suresi, 30)"

"Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. (Tekvir Suresi, 29)"

“... Sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır”(Saffat Suresi, 96)"

Ayrıca Enfal Suresi 17. Ayette: "Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı." Buyurarak İnsan iradesinin sanıldığı gibi Allahtan bağımsız olmadığı bizlere açıklanmıştır.

Allah'ın Kuran’da 1400 yıl önce bahsettiği, insanın yapacağı işe tek başına karar vermediği aksine saniyeler önceden Allah’ın karar verdiği emri insan beyninin gerçekleştirdiği, gerçek anlamda insan iradesinin olmadığı gerçeğini bilim adamları ancak 20. yüzyılda anlayabilmişlerdir. Bu bir Kuran mucizesidir.

Sonuç olarak Yüce Allah, “...Biz sizi şerle de hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz. “ (Enbiya Suresi, 35) buyurarak Müslümanların ahiret hayatına tertemiz, hatalarından arınmış bir mümin olarak gitmesini yani bu imtihanın bizim hayrımıza olduğunu bildiriyor.