RUHLARIN VUSLATI
Öyle çok şey öğrendik ki Filistinlilerden. Mesela; defalarca okuduğumuz, anlattığımız: “Müminler kardeştir.” ayetini ezberlediğimizi fakat içselleştiremediğimizi yaşayarak idrak ettik. Allah’ın bağladığı kardeşlik bağı olmasa, siyonist karşısında dağlar gibi duran Yahya Sinvar’ın şehadeti her gün dağlar mıydı yüreğimizi? Zaman geçtikçe daha fazla artar mıydı İsmail Haniyye’nin eksikliği? Halid dedenin gidişi bu kadar parçalar mıydı içimizi?
Neler görmedik ki 7 Ekim’den bu yana? Ahmed Manasra’nın gözlerindeki masumiyet, Yahya Sinvar’ın adımlarındaki cesaret, İsmail Haniyye’nin yüzündeki samimiyet, Ebu Ubeyde’nin sesindeki heybet, Halid dedenin yüzündeki metanet, Doktor Hussam Abu Safiya’nın direnişindeki mukavemet, çocukların sözlerindeki hikmet, şehitlerin gülüşlerindeki cennet ve 7’den 70’e Gazzelilerdeki asalet… Onlar gibi olamadık ama hayran olunacak bir hayranlık duyduk Gazze’deki Müslüman kardeşlerimizin Müslümanlığına…
Okuduğumuz yüzlerce psikoloji kitabında, Halid dedenin bacağı kopan bir çocuğa: “bacağın senden önce cennete gitti.” sözü kadar teselli verici ve tesir edici bir cümleyle karşılaşmadık. Çok acılı insan gördük; şehit torununun gözlerini öperken Halid dededeki teslimiyete ve metinliğe rastlamadık. Torunlarını çok seven çok dede tanıdık; “ruhumun ruhu” kadar zarif ve nahif bir hitap duymadık.
israilin bombalarıyla iki torunu şehit olan Halid Nebhan’la, kefenlenmesinden önce torunu Rim’in gözkapaklarını açıp gözlerinden öpmesiyle tanıştık. Acısını tüm hücrelerimizde hissederken, iman gücüne ve sağlam duruşuna hayran kaldık. Torunlarının şehit edilmesinden 13 ay sonra, Halid dedenin de israilin hava saldırısı neticesinde şehadet haberi düştü medyaya. Kavuşmuştu, “cennette görüşürüz” diyerek uğurladığı ruhunun ruhuna.
Kime ait olduğunu bilmediğim; “yeryüzünde nice bilinmeyen vardır ki, gökyüzünde şöhret sahibidir.” sözünü hatırlattı Halid dede ilk etapta. Sonra Rab’bim tüm dünyaya tanıttı kendisini. Pek çok ülkenin vicdan sahibi halkları gözyaşı döktü onunla birlikte. Sabrı ve tevekkülü takdir edildi kilometrelerce ötede. Kuvvetini imanından aldığını öğrenen birçok gayrimüslimin İslam’la şereflendiğini kendisi bile bilmedi belki de. İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandı. İnsanların sonsuza dek kurtuluşa ermesine vesile olmaktı, onun en büyük faydası. Yaşı kaç olursa olsun, o artık herkesin dedesiydi. Ona karşı sevgi ve hayranlıkla doluydu, hiç tanışmadığı kimselerin yüreği. Gebze’den Fatma Yağmur’a, Gazze’den Halid Nebhan’ı yazdıran; bu muhabbet ve taktir hisleriydi. Öyle ki; duygusallığı sebebiyle sık sık ara vermesi gerektiğinden, bu yazıyı 3 günde tamamlayabildi. Müslümanların yanlışlarının İslam’a mal edildiği bir zamanda, Mümin şahsiyetin şaheserliğini dünyaya gösteren Halid dede için ciltler dolusu yazılsa, yine de kafi gelmezdi…
İki torununun da şehit olduğunu anladığında, Halid dedenin halet-i ruhiyesinde acaba kaç feveran esti? Bir anda içinde kaç değişik duygu deveran etti? Kabullenmekle reddetmek arasında kaç mevsim eskitti? Kaç bahara sipariş verdi umut çiçeğini? Kaç sabah kör oldu gözlerinde? Kaç anahtar kırıldı inşirah kilidinde? Kaç taşikardi geçirdi, ritmini tutturamadığı kalbi? Kaç soluğu boğazına takılıp düğümlendi? Uyuduklarını düşündüğü Rim ve Tarık’ın uyuyor olduklarına kendini ikna edebilmek için kaç bahane üretti? Gerçekle yüzleşince kaç volkanın lavları aktı yüzünden? Bu imtihan karşısında Allah’a teslimiyet gösterirken, düşmana kaç intikam fişeği ateşledi zihninden?..
İnancı ne kadar sağlam olursa olsun, iki torununu birlikte şehit veren bir dedeydi o. Tavizsiz imanına rağmen, tarifsiz bir sızıydı yüreğindeki. Bir dede torunları için lunaparkta atlıkarınca sırasına girer de, kefen sırasına girmek nasıl bir acıdır? Desen desen elbise giydirir de bir dede torununa, kefen giydirmeye gönlü nasıl dayanır?..
Ayet ayet yaşadı Halid dede; bizler hayret içinde izledik. Hadis hadis yürüdü hayat yolunu; bizler onu gündemimize havadis ettik… İki torununu kaybettiğinde, Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)’in sünnetine icabet ederek: “Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Biz Allah’ın razı olacağından başkasını demeyiz.” sözleri döküldü dilinden. Bunları söylerken, içi kederden ölüyordu muhtemelen. Hz. Yakup’un: “Ben derdimi ve hüznümü ancak Allah’a arz ederim.” duasıyla dua ettiğinde, dünyanın bütün çığlıklarını gönlünde biriktirmişti büyük ihtimalle. Demişti ki: “İçimizde nasıl bir hüzün ve keder taşıdığımızı yalnızca Allah biliyor. Ben şikayetimi yalnızca Allah’a bildiriyorum. Ve intikam alacak olan da yine Allah’tır. Yüce sıfatı ve kusursuz esmasıyla yüce Allah’tan diliyorum ki: canımın canı Rim’in ve Tarık’ın akan kanını ve bütün şehitlerimizin akan kanlarını; israil, ABD ve destekçilerinin laneti eylesin.”
Halid Nebhan’ın lakabı “Ebu Ziya” idi. İnsanların gönlünü aydınlatırdı; kendi acılarının büyüklüğüne bakmadan, başkalarına verdiği teselli… Şöyle anlatmıştı, kendisine çok yakın olan 3 yaşındaki torunu Rim’in şehit edilişinden sonrasını: “O benim canımın canıydı. Rim’i her gün kucağıma alır, onunla oyunlar oynardım. Birlikte bisiklete binerdik. Ona sadece “canımın canı” değil, “kalbim, iki gözüm” derdim. Şimdi uyuyorum, uyanıyorum; gözlerim hep yaş dolu. Yüreğim paramparça.” Öyle bağlıydı ki torunu Rim’e; ondan kalan tek küpeyi hep kalbinin üstünde taşıdı. Rim ile birlikte her gün salatalık yiyen kaplumbağayı, torununun emaneti olarak görüp ona çok iyi baktı. Küçücükken sahiplendiği kedisi Nini ve Rim’in kaplumbağasıyla teselli bulmaya çalıştı. Ağustos ayında yeni bir torun sahibi oldu. “Allah’ın hediyesi” dediği torununa, “sabah namazındaki şafak” anlamındaki “Rucat” adını vermişti.
Bazen çocukları omuzlarında taşırken gördük Halid dedeyi, bazen onlarla oyunlar oynarken. Kimi zaman Gazze’nin kederli insanlarına moral verirken, kimi zaman kurtarma çalışmalarında koştururken. Ekmek pişirmesini de izledik, gelen yardımları yaşlılara ve ihtiyacı olanlara ulaştırmasını da. O çetin savaş şartları içinde, annesine gül vermeyi ihmal etmeyen nazik ruhuna da şahitlik ettik; hazırladığı yemeği elleriyle annesine yedirme nezihliğine de. Kedileri beslemesine de tanık olduk, küçüklere yaptığı uçurtmaları onlarla beraber uçurmasına da. En çok da dünyanın en meşakkatli yaşamını sürdürürken, yüzünden eksilmeyen tebessümü kaldı aklımızda. Sarsıldı ama yıkılmadı. Ağladı ama güldürmek için çabalamayı ıskalamadı. Halid dedenin dünyası başına yıkılmıştı. Fakat o, başka gönülleri enkazdan çıkarma telaşındaydı. Nihayetinde, açlıktan kırılan Gazzelilere yemek dağıtırken şehadete ulaştı. Torunu Rim ile doğum günü aynı olan dedenin şehit olduğu ay, tıpkı ruhunun ruhu gibi aralıktı.
Halid dedenin ardından unutulmayacak şu sözler kaldı: “Herkes aynı şeyi söylüyor. Buradan çıkmayacağız. Olan oldu. Rab’bimiz bizimle ve bize yolumuzu gösterecek. Hepimiz Allah’ın bizimle olduğuna güveniyoruz. Bizi terk etmeyecek, yüz üstü bırakmayacak. Tüm dünya bize zarar vermek için bir araya gelse dahi, Allah bizi yardımsız koymayacak. Kamplardaki insanlar darlık ve şiddetli acı içinde yaşıyorlar. Özellikle tanklar, kamptan yaklaşık 500 metre uzaktalar. Her gün, her gece aydınlatıcı bomba atıyorlar. Bu bombalar insanların gitmesi için bir uyarı olarak atılıyor. Ancak insanlar “nereye gitmek isteriz ki” diyorlar. Gidecek yer yok. Deyr Belah, Refah ve Han Yunus’ta yer kalmadı. Öyleyse biz nereye gidelim? Burada kalacağız. Allah’ın izniyle burada kalacağız. Şerefli bir hayatı yazan Allah’tır. Ölümü yazan da O’dur. Çünkü güldüren de, ağlatan da O’dur. Öldüren de, hayat veren de O’dur. Allah bize yaşamayı yazdıysa; hayata merhaba. Allah bize ölümü yazdıysa; ölüme merhaba, merhaba Allah ile buluşmaya.”
İmanıyla, sabrıyla, ahlakıyla, ihlasıyla, şuuruyla, davasıyla, Rab’bine kavuştu Halid dede. Binlerce kitabın, binlerce konferansın veremeyeceği ibretleri vererek yürüdü şehadete. Onunla ilgili bir değerlendirme şu şekilde: “Sanırım ne kadar önemli olduğunun veya dünyada ne kadar büyük bir etki oluşturduğunun farkında değildi. ABD, Teksas’tayım ve hepimiz onu tanıyoruz artık. Çoğumuz sadece nazik davranarak onun oluşturduğu etkiyi asla oluşturamayız.”
Halid dededen bizlere son ulaşan mesaj, şu sözleri oldu: “Size Nebi (SAV)’in söylediğini söylüyorum. ‘Size iki şey bıraktım. Onlara tutunduğunuz sürece, benden sonra asla sapıtmazsınız. Allah’ın kitabı ve benim sünnetim.’ Bu sebeple Allah’ı hakkıyla tanımamız lazım. Sahabe radiyallahu anhum’un dediği gibi; ‘Nebi (SAV) ile oturuyorduk. O bize imanı öğretiyordu. İmanı öğrendiğimiz zaman Kur’an’ı öğrendik. Böylece Kur’an ile imanımız arttı.’ Dinimizdeki asıl, Allah’ı hakkıyla tanımamızdır. Yani; halis bir tevhid.”
Kurşun dökülmüş sakalının her telinde, tonlarca demir ağırlığı. Dünyanın beton atılmış kulaklarında, bir duvar sağırlığı…
Gül gibi iç açıcı insanlara, diken gibi can yakıcı hayatlar yaşattınız. Lakin; yaşarken olduğu gibi, şehadetinden sonra da Halid dedenin yüzündeki gülümsemeyi silmeyi başaramadınız. Bilakis, o gülüşü sonsuzlaştırdınız…
Halid Nebhan’ın ruhuna el-Fatiha
Saygılarımla…