Birleşik Krallık Başkanı Winston Churchill’in bundan 85 yıl önce Avam Kamarasına hitaben kullanmış olduğu bu cümle bir coğrafyanın kaderi ile (400 Milyon) çok yakından alakadar olacaktır.
Ortadoğu; eski çağlardan beri medeniyetin beşiği olarak üzerinde barındırdığı her milletten topluma ev sahipliği yapan bu coğrafya, 18. yy sonrasında petrol rezervlerinin çıkarılmasıyla ABD’nin ve diğer batılı ulus devletlerinin sömürüsüne maruz kalmıştır. Bölge askeri ve siyasi olarak dünyanın en hareketli coğrafyasıdır. Gerek ekonomik sömürü gerekse nüfuzi güç gösterisi adı altında yıllardır kobay olarak kullanılmaya alışılmış bir bölge olma özelliğini her geçen gün arttırarak ilerlemektedir.
Yeryüzünün en önemli kaynağı olan petrol ve doğalgazın çıkarıldığı ülkelerde kan ve gözyaşının eksik olmadığı gözlemlenmektedir. Ya bir darbe, ya da bir ihtilal ve savaş ile karşı karşıya kalan bu toplumlara refah ve adalet sisteminin ön planda tutulacağı yönünde gayri ihtiyari sözler verilerek bu bölge insanının maddi ve manevi olarak sömürüldüğü aşikârdır.
AB, ABD ve diğer ulus devletleri giderek artan nüfuslarının ihtiyaçlarını karşılamak için petrol ve doğalgazın nakliyesini de eksiksiz düşünmüşler. Bu nedenle refah seviyesini yükseltmek istediği ülkenin ağzına bir damla ekonomik yatırım balını çalarak Basra Körfezi, Akdeniz, Kızıl deniz ve Marmara denizi gibi geçiş güzergâhlarını kara ve deniz yoluyla kullanmışlardır. Afrika, Asya, Avrupa ve Amerika kıtaları arasında bir köprü görevi gören bu uğrak noktalarını da ucuz insan gücü ile kendileri çizmiş ve belirlemiştir.
Şüphesiz ki Ortadoğu’da askeri güvenlik stratejisini ön planda tutarak güvenlik devletinden demokratik devlet düzenine geçmeye çalışan ülkelerin her aşamada sekteye uğratıldığı da ayrı bir gerçektir.
Yüzyıllardır yeraltı kaynakları nedeniyle günyüzü görmeyen Ortadoğu devletleri yeryüzünde petrolden ve doğalgazdan daha değerli bir yeraltı kaynağı bulunmayana dek kan ve gözyaşıyla baş başa kalmaya devam edecek.