Demokrasinin kurumsallaşmadığı ve toplumsal kültür olarak yerleşmediği ülkelerde, kuşkusuz demokratik siyaset iddiası da hayata geçirilemez. Bu nedenle de Türkiye gibi ülkelerde demokrasi ancak bir iddiadan ibaret kalır.
15 Temmuz karanlığında yeniden dizayn edilen siyasal sistemin sonucu olarak siyaset ve partiler için artık demokrasi bir iddia olmaktan da çıkmıştır.
Esas itibariyle Türkiye siyaseti, başından itibaren her demokrasi mücadelesinde mutlaka bir müdahaleye maruz kalmış ve faşizme yenik düşmüştür.
Hak ve özgürlükler, demokrasi ve hukuk, siyaset ve partiler kurumsallaşmadığı ve toplumsallaşmadığı için de Türkiye siyaseti, bu kısır döngüden çıkamadığı gibi, her defasında da daha çok gerileyerek, kirlenerek, itibarsızlaşarak ulusal ve uluslararası toplumda az da olsa var olan güveni de kaybetmiştir.
Son olarak, 15 Temmuz müdahalesi ile şekillendirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bu kara tablonun açık bir örneğidir. Bunu doğru anlamak için de daha çok tarihin yol göstericiliğine ihtiyacımız var.
Biliyoruz ki Türkiye’de, kriz çözen değil kriz üreten bir devlet anlayışı hüküm sürmektedir. Siyaseti de yöneten, biçimlendiren, istikamet veren ne yazık ki bu anlayışın kendisidir.
Başlangıçta amacı demokrasi olan partiler ve liderler, zaman içerisinde ancak kriz siyasetiyle yol alacaklarına ikna olduklarında, demokrasi onlar için amaç olmaktan çıkar, “araç” haline dönüşür. Samimi olanlar için de “iddia” olarak kalır.
Zira gerilim, gerginlik, hamaset, kutuplaşma hem sistemi hem de siyaseti besliyor. Toplumu gerilim üzerinden devamlı teyakkuz durumunda tutmadan siyaset yapmanın da imkânı kalmıyor.
Siyasi rekabet, mücadele ve yarış; erdem, ahlak, ilke, prensip, program, tüzük veya seçmene verilmiş taahhütler üzerinden değil, suni ve uydurulmuş düşmanlar üzerinden yapılmaya başlar. Bu yola girenlerin geri dönüşleri veya yeniden ilke ve erdem üzerinden siyaset yapmaları artık mümkün olamayacağı için de kriz tarafından yönetilmeye mahkûm olurlar.
Millet-vatan-dava-din-iman söylemleriyle –kimi inanarak, kimi de istismar ve hamaset yaparak- makamlara, şöhrete, liderliğe yükselenler; genellikle iddialarının aksine bir yola saparlar.
Demokrasi ve hukuku tesis etmek yerine, demokrasinin onlara sağladığı imkânları kullanarak siyasi kurumları, hatta siyaset ve demokrasinin kendisini çökertmeye çalışırlar. Demokrasi, hukuk ve siyaset de kurumsallaşmadığı için bu sapmaya ve tahribata engel olmayı başaramaz.
Bu senaryo, iktidar ve muhalefeti kapsayarak sahneye konur. Bugün olduğu gibi İktidarın; devlet-vatan-ezan-bayrak-beka-birlik-beraberlik gibi milliyetçi, vatansever söylemlerine karşılık, muhalefet partileri de en az iktidar kadar devletçi, milliyetçi ve vatansever olduklarını göstermek için yarışa girerler. Cemaatle ilişkilendirilen politikacıların nasıl bir savunma içine girdiklerine baktığımızda siyasi kısırlığı, korku ve zavallılığı fark edebiliriz.
Bu ortamı sağlayan egemenler, fırsatçılar ve haramzedeler ise iktidar marifetiyle kamu kaynaklarını dilediği gibi kullanır, bürokrasiyi yeniden düzenler ve toplumu hizaya koyarlar. Bu sapmayı meşrulaştırmak ve gerekçelendirmek de topluma, yani destekçilerine, seçmenlerine düşer. Böylece politikacılarla beraber geniş kitleler de kirlilikten nasibini alır.
Bu süreç bazen kısa, bazen de uzun olabilir ancak değişmeyen tek gerçek; statükoyla işbirliği yapmış ve teslim olmuş bir iktidarı bekleyen; büyük bir hezimet ve kalıcı bir utançtır.
Bu durumda, İtibarsızlık ve güvensizlik sadece yolsuzluk ve kirli işlere bulaşmış siyasetçilerle sınırlı kalmaz, kurumsal olarak siyaset ve genel olarak siyasetçi de töhmet altında bırakılır ve zayıflatılır.
Artık siyasetçiler, va’dini yerine getirmeyen, sözünü tutmayan, hakka, hukuka riayet etmeyen, adamlarını, yakınlarını, partilileri kayıran kişiler olarak tanımlanırlar. Daha önemlisi, temiz siyasetçiler de bunlarla aynı partide oldukları ve aynı siyaset dilini kullandıkları için itibar kaybına uğramaktadırlar.
Bu nedenlerle olsa gerek, ayırım yapılmaksızın siyaset ve siyasetçinin inandırıcılığı, güvenirliliği ve itibarı yerlerde sürünmektedir.!
Unutmayalım ki, yakaladığı imkân ile yolsuzluğa, kirli ilişkilere ve yasa dışı uygulamalara alan açan bir iktidar, parti ve lider, bu oyunun sonunda değer, erdem- ahlak ve itibar adına sahip olduklarının tamamını kaybetmek zorunda bırakılır.
Kendisini, partisini iktidarda kalmaya mahkûm gören bir siyasetin, sonunda bir krize kurban gitmekten başka bir şansı da yoktur. Hiçbir pişmanlık, Tövbe, af ve özür dileme, gözyaşı dökme gibi günahlarını hafifletme çabaları artık işe yaramayacaktır.
Güç zehirlenmesi ve iktidar sarhoşluğunun bedelini sadece siyasetçiler değil, devlet ve toplum da ödemek zorunda kalır.
Bir kez daha haramzedeler zengin, zenginler daha zengin olurken, sisteme köle yeni ve kirli bir zümre daha oluşur ve toplum da fakirleştikçe fakirleşir, yeni fakirler de eklenmiş olur. Yoksulun payına da sabır, kanaat ve şarlatan din adamlarının “cennet va’di” düşer!
Bu kör döngü, gücü elinde tutanların hırsızlık ve talan ile zenginleşmesine imkân verir, toplum ise yoksullaşır ve yeni bir umuda yolculuk için yeni siyaseti dört gözle beklemeye başlar. Aynı güçler, hiç vakit kaybetmeden adeta sipariş üzerine yeni bir siyaset inşasına başlarlar.
Bunu zaten planlamış olan kurulu düzen aktörleri, sistemin gücünü yeniden göstererek her şeye yeniden ve baştan başlanmasını sağlarlar.
Hukuk dışı ve anti demokratik sistemlerde aktörler değişir ancak siyasi gelenek değişmez. Farklı düşmanlar ve yeni gerilimler oluşturularak kurulu düzen yeniden işlemeye başlar.
Mevcut iktidarın akıbeti de bundan farklı olmayacaktır. Kanaatime göre, Türkiye’nin demokratik siyasetinde bir geleceği de itibarı da kalmayacaktır. Kirlettiği siyasetin bedelini de toplum olarak hep birlikte ödeyeceğiz.
Demokrasi ve hukuk devleti iddiasında samimi olunmadıkça siyasetin ve siyasetçini itibar ve güven kazanması mümkün değildir. Aynı tezgâhın yeniden sahneye konmasını önlemenin yolu; siyasetin geçmişten dersler çıkararak doğru olarak programlanmasıdır.
Bunun için de demokrasiyi, hukuku, hürriyet ve adalet inancını özümsemiş ve herkes için uygulanmasının zorunluluğuna inanmış siyasetçilerin inisiyatif almaları gerekir. Bunun imkânsız olmadığını düşünüyorum.
İktidar partisi dâhil, siyasi partilerde, parlamentoda ve sivil alanda bu inancı taşıyan, samimi, dürüst çok sayıda insanımızın olduğunu biliyoruz.
Özellikle iktidar partisinde siyaset yapmış veya yapmakta olan samimi, dürüst, demokrasi ve hukuku içselleştirmiş siyasetçilerin bir araya gelerek “temiz siyaset” ihtiyacını kamuoyuna deklere etmeleri gerekir. Demokratik siyasetin önünü açmak, öncelikle bu insanların sorumluluğundadır. Bilmeleri gerekir ki, sistemle bütünleşmiş AK Parti’nin misyonu da, miadı da tamamlanmak üzeredir.
Adaletsizlikten, zorbalıktan, yolsuzluk ve soygunlardan, mafya ve çetelerden rahatsız olan, demokrasi ve hukuk devletine ihtiyaç duyan, ahlak ve vicdan sahibi medeni insanların “demokratik siyaset” için so0rumluluk alma zamanıdır.
Demokratik siyasetin yolunu açarak, kurulu düzenin kirli oyunlarını bozabiliriz. Ülkemizi barış ve güven yurdu yapabiliriz. Bunun için yeterli insan kaynaklarımız ve sağduyu sahibi seçmen kitleleri vardır.
Demokratik siyaset; insanımızın, gençlerimizin, her kesimin ve hepimizin, yani ülkemizin geleceğidir. Değişim mümkündür. Biz değiştirmek için üzerimize düşeni yapmazsak, değişen sadece partiler ve politik aktörler olacaktır.
Abdulbaki Erdoğmuş