Devlet İktidarın Sopası Değildir!
Devlet anayasal bir örgütlenme modelidir. Toplumsal ve bireysel hakları, kurumların görev ve yetkilerini anayasa ile belirleyen bir düzeni ifade eder. Meşruiyetini anayasadan, hukuktan almayan bir devletin meşruiyeti de olmaz.
Siyasal iktidarlar da, anayasal bir devleti toplum yararına uygun bir şekilde yönetmek içindir. İktidarlar da meşruiyetini anayasadan/hukuktan alır. Çağın koşullarına ve hukukuna göre bir devleti yönetmek, geliştirmek ve daha ileriye taşımak iktidarların sorumluluğundadır.
İktidar olmak, mutlak güç sahibi olmak değildir. Dilediğini yapmak, keyfi uygulamalarda bulunmak, hukukun dışına çıkmak hiç değildir. Anayasa ve yasalarla belirlenmiş yönetme gücünü elinde bulundurmak demektir.
Gücünü hukuktan almayan bir iktidar, halktan aldığı çoğunluk desteği ile devleti keyfine göre yönetme hakkına sahip olamaz.
İnsan hakları, mülkiyet hakları, can ve mal emniyeti, din-vicdan-inanç ve ibadet hürriyeti, muhalefet etme özgürlüğü çoğunluğun veya çoğunluğun desteğini almış bir iktidarın insafına bırakılamaz.
Demokratik devletlerde/sistemlerde iktidar kadar muhalefetin varlığı da zorunludur. Kuşkusuz her devlette bir iktidar vardır ancak demokrasilerde muhalefet de olmak zorundadır. Muhalefet varsa ancak bir demokrasi iddiası söz konusu olabilir. Muhalefetin varlığı da yetmez, iktidar olmak için vereceği siyasal mücadelenin hukukun güvencesi altında olmak durumundadır.
Bunun için önce anayasa/hukuk olmak zorundadır. Demokrasinin olmazsa olmaz şartlarından biri bağlayıcı hukuktur. Türkiye’de hukuk da, demokrasi de hamasi bir iddiadan öteye geçmemiştir.
Hukuk güvencesi ortadan kalkınca devlete yaslananlar, konumlarına ve yetkilerine göre güç gösterisi yapmakta, tehdit ve baskılarla korku salmaktadırlar.
Anayasal bağlayıcılığı olmayan bir iktidar, siyasal-sosyal-ekonomik bütün uygulamalarda mutlak güç kullanmayı alışkanlık haline getirir. Bu durum bir sonuçtur ve her iktidar için geçerlidir.
Söz konusu iktidarlar, kendilerini nasıl tanımlarsa tanımlasınlar, ister seküler, ister dini, ister milliyetçi, ister ulusçu olsunlar sonuç değişmeyecek, otoriter, totaliter, ceberut bir yönetime dönüşecekleri kesindir.
Bu durumda devlet-toplum kadar toplumsal kesimler arasında da güvensizlik, kaygı ve endişeler artacaktır. Toplumun herhangi bir kesimi iktidar tarafından hedef gösterilmesi durumunda kutuplaşma, ayrışma, kin ve nefret duyguları zirveye ulaşır ve tahmin edilmez vahim sonuçlara neden olabilir.
Son Gare operasyonunda ortaya çıkan tablo son derece endişe vericidir. Sorumlusu PKK olan eylemlerin faturasını muhalefetin bir kesimine kesmeye kalkışmak, ülke barışını ve hukuku açıkça tehdit etmektedir.
Muhalefeti de, iktidarı da bağlayan Anayasa ve yasalardır. İktidarın; ırkçı, şoven provokatörlerin tahriklerine kapılarak yasalar yerine, hukuk dışına çıkarak siyasal-sivil muhalefete devletin sopasıyla vurmaya kalkışması telafisi mümkün olmayacak sonuçlara yol açabilir.
Anayasal çerçevede İktidarın buna hakkı da, yetkisi de yoktur. Devletin gücü de, sopası da hukuktur. İktidara düşen; gerilimi düşürmek, siyaset dilini yumuşatmak, iç ve dış sorunları akıl-tecrübe ve suhuletle çözmektir.
PKK yeni ortaya çıkmış değildir, operasyonlar da ilk defa oluyor değildir. Yeniymiş gibi gerilim, gerginlik ve öfke dilinin siyasete hâkim olması da ülkenin yararına değildir.
İktidar-muhalefet anlaşmazlığını daha da derinleştirmek, iç barışımızı bozmak, yeni gerilim ve çatışmalara yol açmak gibi kışkırtıcı siyasetten uzak durulması iktidar başta olmak üzere her kesimin ve hepimizin sorumluluğudur.
Öfke kontrolünün zorunlu olduğu bir dönemdeyiz. “Kurt puslu havayı sever” misali, derin hücrelerin, fitne ve fesadın, bozgunculuk ve düşmanlığın harekete geçebileceği bir ortam yaratılmamalıdır. PKK üzerinden siyasetçilere, sivil unsurlara yönelik kullanılacak devlet sopasının önce siyasete, sonra da devlete zarar vereceği unutulmamalıdır.
Adaletsiz ve ayırımcı uygulamaların öfke patlamasına, yeni çatışmalara, kaos ve karanlığa yol açacağını bilmeliyiz!
En azından inananlara hatırlatmak isterim:
“Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin.” (Maide/8)
Abdulbaki Erdoğmuş