Selim bir akıl, tahkiki bir iman, mizan ve vicdan ölçüsü ile düşünüldüğünde Din; sahih bilginin, hakkın, hakkaniyetin, ahlak, merhamet ve adaletin tesis edilmesinde akla yardımcı ve insana hidayet kaynağı olmak için Allah tarafından bir ‘rahmet’ olarak indirildiği anlaşılacaktır. Akletmeyenin, doğru bilgi edinmeyenin, hakka-hakkaniyete aldırmayanın, adil, erdemli, ahlaklı ve merhamet sahibi olmayanların ‘rahmet dini’ ile bir ilgilerinin olmayacağı çok açıktır. Gerçek müminleri ve erdemli insanları tanımlayan ayetlerden sadece biri;

“Gerçekte erdemlilik, yüzünü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah’a, Ahiret Günü’ne, meleklere, vahye ve Peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar kıymetli olsa da- akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, (yardım) isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan; namazında devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı (mali) yükümlülüğünü ifa eden kişidir; ve (gerçek erdem sahipleri) söz verdiklerinde sözünü tutan, felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir. İşte onlardır sadakatlerini gösterenler ve işte onlardır Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar.” (Bakara/2:177)

Bu kadar açık ifadeye rağmen dinin bizim hayatımızdaki etkisi, rolü, anlamı nedir? Din adına yaşamımızı düzenleyen inancın, ibadetlerin, ritüellerin, kültür ve geleneğin Allah’ın dini İslam ile ilgisi olabilir mi?

Düşünme, akletme, sorgulama, eleştiri, yenilenme, ilim ve içtihadın olmadığı bir dinde erdem, ahlak, insanlık değerleri bulmak nasıl mümkündür? Zihnen ve aklen donmuş bir Müslümanlığın ilim, irfan, hikmet ve erdem ile bir ilişkisi, yakınlığı söz konusu olabilir mi?

Egemenlere, iktidarlara, politikacılara ve din adamlarına hizmet eden, onları ayakta tutan bir din, Allah’ın dini olabilir mi?

İktidar uygulamalarını, hâkim sınıfı ve muktedirleri aklayan, önceleyen bir din, Allah’ın dini olabilir mi?

Zenginin sofrasında, Saray hizmetinde, sultanın gölgesinde, devletin himayesinde temsil edilen bir din, Allah’ın dini olabilir mi? Böyle bir din, açık, saf, berrak, ter-temiz kalabilir mi? Coğrafyamızda, kendi hayatımızda Allah’ın dininin hâkim olduğunu iddia edebilir miyiz?

Bu gerçeği gösteren örneklerden biri Müslüman akademisyenlerin bir çalışmasında ortaya çıkmıştı. ABD- George Washington Üniversitesi’nin 2010 yılında yayımladığı “Ülkeler, ne kadar İslami?” başlıklı araştırmanın sonuçlarına göre sıralamanın ilk 44'ünde hiçbir Müslüman ülke yer almazken Türkiye ancak 95.inci sırada yer alabilmiştir. Birçok araştırma, Müslümanların yaşadığı dini hayatın İslam olmadığı, uydurulmuş bir din olduğunu göstermektedir. İnsaf, vicdan, iman ve ilim sahibi her mü’min kişi de bu gerçeği görmekte ancak ya sesini duyurmaktan aciz, ya da suskun kalmayı tercih etmektedir.

Kanaatime göre, dinin doğru anlaşılmasının önündeki en önemli engellerden biri; din adamlarıdır. Çünkü eleştiri ve sorgulamayı, varlıkları ve itibarları için bir tehdit olarak görmektedirler. Bunun için de dinin saflığını daha çok bozmak ve kirletmek için gayret içinde olurlar. Çıkarlarını ve itibarlarını politikacılar, yöneticiler ve iktidarlarla işbirliği içinde kalarak sürdürürler. Bunu bilmek için “arif” olmaya gerek yoktur, etrafımıza bir göz atmakla kolayca anlaşılan bir durumdur, diye düşünüyorum.

Politikacıların, yöneticilerin haksız ve yanlı uygulamalarını, kirli işlerini önce meşrulaştıran, sonra da aklayan ve bundan da çıkar sağlayan kişi ve grupların başında “din adamları” gelmiyor mu?

Din adına yaydıkları fetvalarla, “hile-i şeri’ye” ile helali haram, haramı helal kılan ve bu yöntemle muazzez dini kirleten “din adamları” değil midir?

Kardeşi kardeşe, oğlu babaya, babayı oğula “fetva” ile öldürten bu Bel’am’lar değil midir?

İrşad iddiasıyla halkı “Ulu’l-Emir’e itaat”a çağırarak despotlara, ceberut yönetimlere, devlet başkanlarına, siyasi liderlere itaat ettiren “din adamları” değil midir?

Yoksulları, mazlumları, mahrumları, mağdurları, felaketzedeleri, depremzedeleri “KADER” diye egemenlere boyun eğdiren ve durumlarına razı eden de bu sahtekârlar değil midir?

Allah, peygamber ve mukaddesat adına halkı sömüren, kendilerine itaate zorlayan, sadakatle bağlı kılan, “Cennet” karşılığında kıl-etek öptüren bu riyakârlar değil midir?

--

Din adamları, dinleri farklı da olsa, yeryüzünün her tarafında birbirlerine benzemektedir. Kutsanan her nesne bunlar için sömürü aracıdır. Kimi yerde “haç”, kimi yerde “Kippe”, kimi yerde “Kıl-sakal”, kimi yerde “İnek” veya tapınak, türbe, mezar gibi putlaştırılan, kutsiyet atfedilen nesneler veya kutsanmış insanlar, hayvanlar, ilahlaştırılan liderler, ölmüş olsalar dahi gözetleyen önderlerin olması, buna inanılması hep “din adamları” için bir itibar ve hepsi de tiranlığa hizmet için vardır. Peki, bundan daha büyük kirlilik olabilir mi? Sırf bu nedenle dahi olsa, ‘dini kirletenlerin başında din adamlarının geldiğini’ ifade etmem de bir yanlışlık ve günah var mı?

İslam’da hiç yeri yokken ne oldu da Müslümanlıkta “din adamlığı”, devlette “Şeyhülislamlık”, Tarikatlarda “sultanlık-şahlık”, Diyanet’te “din görevlisi” gibi kurumlar ve sınıflar (ruhbanlık) oluştu?

Mülkün, hükümranlığın, Hesap Gününün, Cennet ve Cehennemin, affın, bağışlamanın yetkisi yalnız ve yalnız Allah’ın olmasına rağmen, bu alanda “aracılık” ve “emlakçılık” görevini nasıl üstlendiler?

Peşlerine takılanları, eteklerine tutunanları, kendilerine sadakatle bağlananları, huzurlarında secde edenleri, kapılarında havlayanları cennete götürmeyi nasıl va’d edebiliyorlar?

Gayb’ı yalnız Allah bildiği halde, birilerinin hesaba çekilmeden “cennetmekân” olduğunu kimden haber alarak söylüyorlar?

Kızı Fatima’ya dahi kefil olamayacağını söyleyen bir Peygamber’in dininde, nasıl olur da “din adamları” müritlerine, cemaat ve bağlılarına “kefil” olabiliyorlar?

Peki, bu parazitleri, asalakları, sürüngenleri, meczupları, şarlatanları “kurtarıcı” gören zavallılara, yığınlara ne demeli? Soruları çoğaltmak mümkündür ve ne yazık ki dini hayatımızda hepsi de var..!

Böyle biz zihniyetin ve bütün bunların Ortaçağ Avrupa karanlığından ne farkı var? Dönemin Hristiyan din adamlarıyla bugünün Müslüman din adamlarını, birbirinden neye göre ayırabiliriz? Dün Kilisenin meşrulaştırdığını bugün tarikatlar, cemaatler, Diyanet, din görevlileri ve dini temsil iddiasında olan bir zümre yapmıyor mu?

Kendilerine “din adamı” rolü biçmeyen ve öyle davranmayan hocalarımız, âlimlerimiz, müderrislerimiz, mürşitlerimiz elbette bu tanımlamanın ve bu kapsamın dışındadır. Kendilerini itham etmekten Allah’a sığınırım ancak “din adamlığını”,dinde temsili”, cenneti parsel parsel satmayı, dinden geçinmeyi, din tacirliğini ve dini bir meslek olarak gören her istismarcıyı, şaklabanı, şarlatanı kastettiğimi belirtmeliyim. Akla, hakikate mugayir menkıbe-hurafe ve hikayelerle halkı aldatan dinbazların hepsi bu kapsam içinde değerlendirilmelidir..!

Bilmeliyiz ki “din adamı” veya din-İslam-Allah-Peygamber adına bir temsil, konum, makam, rütbe veya maddi-manevi bir şahsiyet asla söz konusu değildir. Bunların hepsi “din adamları” ve egemenler tarafından uydurulmuş sömürü araçlarıdır.

İslam düşünce ve öğretisinde bilgi-bilim-ilim-akıl-hikmet-iman-irfan-edep-takva ... vardır. Bilge-bilgin-alim-mürşit-müctehid-mütefekkir-münevver-muttaki ... vardır.

Hiç şüpheniz olmasın ki adalet, merhamet, erdem ve ahlak sahibi olmadıkça mümin de, dindar da olunmaz. "Dini mitolojiden arındırmadıkça, hikâyelerle din satan şarlatanlar masum insanların sırtından geçinmeyi sürdürecek ve din sermaye olmaya devam edecektir."

F. Brandley’in ifadesiyle; “Bir insan dindar bilindiği halde; ahlaklı değilse, ya batıl bir inanca din adı vermektedir, ya da sahtekârdır.”

Abdulbaki Erdoğmuş