Düşünceyi Düşlemek kitaplara sığmayacak kadar geniş yelpazesi olan derinlikli bir konuyu, düşünce ve düşünmeyi, toplumumuzun düşünceye verdiği önem babında, kendi gözlem dünyamdan bir kaç satırla anlatmaya çalışacağım. "Düşünen insan doğuştan mutsuz bir insandır" demiş, Thomas Bernard. Belki de bu yüzden düşünmek gibi zorlayıcı, çaba gerektiren, kısmen acıya da yol açan bir eylem yerine, kolay ve yüzeysel olanı tercih edip, sorgu sual gerektirmeyen, düşünceden yoksun yalnızca inanan kitlelere dönüşüyoruz.
Belki de daha elzem işlerimiz olduğu için düşünmeye fırsat bulamıyoruz. Edebi bir ifadeyle, kıyıdaki dalgalarla boğuşmaktan derinlere inip inci mercan toplayamıyoruz. Ya da düşünmemenin dayanılmaz hafifliğine sarılıp bahaneler üretiyoruz. Zamanla tutumlarımız kültürel kodlarımıza yerleşiyor ve birazcık düşünen, irdeleyen birini görünce de "fazla düşünme, kafayı yersin" diye aklımızca uyarıyoruz. Hal bu olunca düşünür sayımız azınlıkta kalıyor, olanların fikirleri de geniş halk tabanına ulaşamıyor. Kısaca talep olmayınca, arz da olmuyor.
Düşünmeye üşenen bireyler düşüncesiz davranışlar sergiliyor. Duygularını kontrol edemiyor. Çözüm odaklı değil, sorun üreten, kuralsız insanlar haline geliyorlar. Her ne kadar yukarıdan aşağıya ve dıştan içe bir etki mekanizması olsa da, toplumsal gelişim, dönüşüm ve seviye atlama süreci daha çok tek tek toplumu oluşturan bireylerin çabasına bağlıdır, bilindiği üzere..
Eğer tabanda bu talep yoksa, insanlar mistik sarhoş edici etkilere açık hale gelir ve bırakın dünyada söz sahibi olmayı uzun zaman kendi varlığını dahi idame ettirmesi söz konusu olmayacaktır. İnanç ve düşüncenin birbiri ile çatıştığını iddia edenlere gelince; bahsedilen dogmatik, körükörüne, önkabule dayalı inanç ise buna katılmamak mümkün değil.
Ancak biri sizin ulaşamadığınız bir yerde "yangın var" dediğinde, söyleyenin, kaynağın güvenilirliği, doğru olma olasılığı, olaya dair emareleri,delilleri gözlemlersiniz.İste bunun sonucu oluşan inanç düşünceye dayalıdır ve düşünce ile çelişmez. Bireylerde düşünceyi geliştirmenin kilidi ise merak ve soru ile başlar. Çocuklar buna en güzel örnektir.İnsan soru soran, merak eden bir fitrattadır.
Bu özelliğe ket vurmamak, soru ve cevap üretmekten korkmamak gerekir. İlmin kapısı ancak ve ancak neden, niçin ve nasıl'la aralanır. Özellikle müslüman dünyası merak, bu soru sorma ve cevap arama yetisinin çoğunu kaybetmiş durumda.. Allah'ın yaratma sanatını, sistemini,sünnetullahını bir ibadet biçimi olarak hayatın merkezine koymadıkça geri kalmış toplumlar olarak kalmaya devam edeceklerdir. Dilerim bıkmadan, bıktırmadan cevabını aramaya değer kalitede sorularımız olur..