HAKKI ÜSTÜN TUTMAK BİR HAYAT TARZIDIR

Bismillahirrahmanirrahim

Allah’a  Hamd, Resul-i Ekrem Efendimize, âline ve ashabına salat-ü selam ederiz.

Esselamü Aleyküm;  Muhterem Okuyucu kardeşlerim.        

Hak, hukuk ve adalet kavramlarını adliye koridorlarında, mevzuat ciltlerinde kaybetmiş bir toplumuz. Seçim zamanlarında ise son zamanlarda haksızlık bu denli çoğaldığı için, bir tepki anlamında yükselen, dillendirilen bir kavram olarak sıkça duyar olduk. Halbuki fert ve cemiyet hayatının, insanın yaşam alanının her yerini kuşatan bir kavram. Karakollara, mahkemelere indirgemek, hak kavramını yeterince sindiremediğimizin göstergesi.

Farkında şuurunda değiliz de ondan. Bir şuur merceği ile kendimize, etrafımıza bir bakmış olsak, nice hakların yendiğini fark ederiz. Şuurumuz kapalı ise zaten hak yediğimizin, hakka girdiğimizin farkında bile olmuyoruz. Kendi geçmişimizde bile zamanında ‘’ben bunu böyle yapmamalıymışım’’ dediğimiz çok husus çıkacaktır, şuur yerine gelince. Hortumun büyüğü küçüğü olmaz derdi bir dostum. Kimi içinde adam gezecek büyüklükte devasa borularla,  kimisi de belki serum hortumu ile çalar derdi. Gazeteci M. Akif Ersoy’un meşhur bir videosu var;  hani şu taksici ile arasında geçen muhabbet, mutlaka sosyal medyada önünüze düşmüştür. Herkes gücü yettiği kadar çalıyor. Büyük olanlar bazen göze görünür, küçükleri ise toplum olarak önemsemeyiz. Bazen de büyük çalanlar usturuplu çaldığı için ve kendisinden hesap sorulamadığı için, kitabına uydurur deveyi kaldırır çanı öttürmez, bazıları da bir simit tablasından bir baklava diliminden orantısız cezalar yemek zorunda bırakılır.

Hakkı üstün tutmak kavramını hayatımıza sokan Rahmetli Erbakan Hocamızdır. Müstakil ders ve seminerler verdiğini her milli görüşçü bilir. Erbakan Hocamız bildiği ile kalmaz bunu hayatında yaşardı da. Bugün bir ülke halkı ve içinde kısmen milli görüşçüler de olarak, kahır ekseriyeti müslüman bir toplum olarak o kadar haktan hukuktan uzaklaşmışız ki. İrili ufaklı saymaya kalksak bir kitap dolusu örnekler çıkar. Maalesef tam bir kokuşmuşluğun içerisindeyiz. Maddi ve manevi tahribat korkunç düzeylere varmış. Devlet malı, kamu malı o kadar çar çur ediliyor ki hassasiyet diye bir şey kalmamış. Allah korkusu ne toplumda ne yöneticilermizde kalmış. 

Kaldırımları, park yerlerini haksız yere bendeden esnaf, faturasız fişsiz kayıtsız giriş çıkış yapan tüccar, vergi kaçıran sanayici, ölmüş babasının sahte evraklarla emekli maaşını alan düzenbaz, işçinin maaşını sigortasını eksik gösteren işveren, tüm tapu alışverişlerini rayicinde göstermeyen emlakçı, torpille işe giren memur, bir zam geldi ise müşteriye üç yansıtan bakkal, ürünün rutubeti marifeti ile gramajından çalan üretimci, internet hattını yasal olmadığı halde müşterek kullanan apartman sakinleri, vatandaştan toplanan hibe ve yardımları titizlikle yerine sarfetmeyen yardım kuruluşu, hileli yol ve yöntemlerle emekli olan vatandaş, ihtiyacı olmadığı halde maaşını düşük gösterip çocuğuna burs aldıran baba, işine gelince İslamı işine gelince kanunu önceleyen boşanmış kadın, eşine daha az nafaka ödensin diye maaşını farklı gösteren dul erkek, gözünü kırpmadan kardeş hakkı yiyen mirasçı; biraz daha sayarsam nefesim daralacak, içimi sıkıntı basacak. 

Yahu biz ne zaman adam olacağız bilmiyorum ki. Bu davranışlar düzelmeden biz düzlüğe çıkabilirmiyiz acaba. Biz bunun gibi daha onlarca yüzlerce sahtekarlığı yol bellemişiz. O kadar normalleşmiş ki bu hareketler. Halk olarak bizim ahlaki zaafiyetlerimizin yanı sıra, buna iten cebri uygulamaları da kayıt düşmemiz gerekir ki haklı konuşmuş olalım. Devlet, esnafa, tüccara, sanayiciye bazen öyle  haksız vergi dayatıyor ki, düzgün dürüst çalışan bir insan gelsin de helali ile kazanç sağlayabilsin. Bakın toplumda yaygın olan faizi, envai çeşit kumarı, aleni hak gasplarını, ödenmeyen çek ve senetleri, güpegündüz hırsızlıkları, mafyayı, icraları saymadım bile. Yine kamudaki israfı, son model makam araçlarını, hakkı olmadığı halde devletin uçağı ile seçim yapan Fatih’leri, dümenden İl danışma toplantılarını, TÜİK rakam cambazlıklarını saymadım bile. O kadar kanıksadı ki toplum; ‘’çalıyorlar da çalışıyorlar da’’ diye bir saçma sapan pespaye bir söz türedi. 

Biz sabah namazlarında camileri doldurduğumuzda selamete ereriz diye bir söz var ya meşhur. Belki doğru ama eksik bir söz gibi geliyor bana. Feveylün lilmusalliin ikazı geliveriyor aklıma. Mehmet Akif merhum; ‘’işleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi’’ diyor ya hani ecnebiler için. Öyle bir toplum ahlakını kazandığımız gün, verdiğimiz oyların, vergilerin, hesabını çatır çatır sorduğumuz gün, içimizde yanlış yapanları, kendimiz önce uyardığımız ve düzelttiğimiz gün kurtuluruz gibi geliyor bana. Peki ne zaman? Meçhul. Haramdan sakınmak için dokuz helali terkettik diyen numune şahsiyetler nerede. Karz-ı hazen verdiği fakirin evinin gölgesinde gölgelenm eyen İmam-ı azamların mirasçıları nerede. Sırtındaki hırkanın hesabını veren Ömer Efendimizin temsilcileri günün umerası nerede. 

‘’Hak deyince akan durmalı’’ değilmiydi . Bir şey hak ise, haklı olana hiçbir mücadele vermeden hakkı teslim edilmeli değilmiydi halbuki. Bir insanı haksız yere azarlamak, gıybetini yapmak, ona iftira etmek, gönlünü kırmak, suizanda bulunmak, ne zaman kul hakkı olarak zihnimizde karşılık bulacak acaba. Hele hele iktidar olmak için hesabını vermesi asla mümkün olmayan bir kitleyi, ezansız, imansız, bayraksız olmakla itham etmek hangi kategoriye giriyor acaba. Milletin gözünün içine baka baka yalan söylemek, bir insanın ölümüne neden olacak nefret dili kullanmak kul hakkı olmuyor mu? acaba. Bunlar kul hakkı değilse daha hangi konu ne kul hakkı olabilir. 

Topluca tepeden tırnağa bir silkelenmeye ihtiyacımız var. Hakkı üstün tutmak sadece bir slogan, duvarlarda süslü yazılı kalması gereken bir söz değildir. Bir mü’min hayatının her safhasında helal kazanca hakka hukuka adalete hakkaniyete, eşi, çocukları, kardeşleri, akrabaları, komşuları, cemiyet, iş arkadaşları, müşterileri, işyeri ve devletle olan münasebetlerinde, hata ve hatta hayvanlar, nebatlar, toprak, su çevre ile olan münasebetlerinde dahi dikkat etmeye, mecbur ve memurdur. Bu bir ekstra mazhariyet ve meziyet değil asgari bir mecburiyettir. Çünkü ancak hakkı üstün tutmakla saadete erer bir fert, aşiret, cemiyet, devlet, millet, ümmet ve beşeriyet.

                                                                                                          

Vesselam Veddua…