Mizaç Ayrılığı

İçimden söküp atmam gerekiyor bu hislerin hepsini.

Sanki herkes yürüyor da ben durmuşum gibi.

Herkes bir şekilde bir şeyler başarırken ben sadece izlemeye gelmişim gibi.

Ben değil miydim o çabalamayan insanlara kızan? Çabalamıyor da değilim aslında...

Ama bu neyin hissi ise, geçmiyor Allah'ım.

Kimseye anlatamıyorum, anlatmıyorum.

Sanki çıkmaz sokağın sonundayım, geri dönmeye takatim kalmamış ve oturmuşum ağlıyorum.

İçimden bir ses "ağlayacak gücün varsa kalk yürü!" diyor, başka ses "ağlamayı bari kendinden esirgeme"...

Yardım edebilecek imkâna sahip olanlar ise "çıkmaz sokağa girmeseydin" diyerek eleştiriyorlar beni.

Aslında eleştirenlerin hepsi yine benim, benden başka kimse yok sokakta.

Çünkü herkes meşgul caddede yürümekle..

İnsanların karakterini okuyabilirsiniz bu da bir sünnettir.

Mesela evlatlarınızın karakterini okuyun.

Sert mizaçlı çocuğunuzu uysallaştırmaya çalışıp durmayın,bırakın o Ömer gibi olsun.

Yumuşak mizaçlı çocuklarınızı,kız gibi olacak endişesiyle sertleştirmeye çalışmayın, bırakın o Ebubekir olsun.

Tabiatlarıyla uğraşmayın çocukların.

Tabiatla savaşan Allah ile savaşır.

Bu yüzden tabiatı tanımak ve terbiye etmek lazımdır.

Ya da mesela arkadaşlarınızın karakterini okuyun.

Ona göre davranın,ona göre muhabbet açın,ona göre beklentilere girin.

Değişime açık olmayan insanlara sürekli nasihat edip,duvara konuşmaya gerek yok.

Zamanla hırs yapar. Sevmedikleri muhabbetler açıp insanların tepkisini çekmeye gerek yok.

Zamanla sinir yapar.

İnceliklerden anlamayan arkadaştan ısrarla incelik ve güzellik beklemeye gerek yok.

Zamanla kırgınlık yapar. Bunlar senin karakterin onun değil.

O bambaşka bir dünya, böyle olduğu için değiştirmeye çalışamazsın.

Kendin bir şeyler yapıp ondan görmediğinde, onu eksik ve kusurlu bulamazsın.

Hakkın yok. Onun da tabiatıyla oynayamazsın.

Bunları aşırı dünyalık ve kişiden kişiye değişkenlik gösteren özellikler.

İslam bunlara bir sınırlama getirmemiş, sen de getiremezsin.

Efendimiz kimsenin karakterlerini değiştirmeye çalışmadı.

Onlara İslamı anlattı ve ahlaklarını terbiye etmeyi öğretti.

Sen dedi Ömersin, sertsin evet ama buna sınırlama getirmelisin.

Sen dedi Abbassın, sevilmeyi seviyorsun ama insanların hislerine saygı duymalısın.

Sen dedi Üseydsin, şakacısın evet ama lafın gideceği yere dikkat etmelisin.

Sen dedi Ammarsın, açık sözlüsün ama bazen susmayı öğrenmelisin.

Sen dedi Haticesin, ticarette iyisin ama diğerlerinin fikirlerini de almalısın.

Sen dedi Fatmasın, cesursun ama yerini bilmelisin.

Sen dedi Ayşesin, kıskançsın ama sınırı kaçırmamalısın.

Hiçbirine “Değişeceksin böyle olmaz.” demedi.

İslam’ın onları terbiye edeceğini ve uygun hale getireceğini biliyordu çünkü.

Akan suya bent çekilmez, çekersen bendi yıkar, yine taşar.

Kanal inşa etmeli, edersen uygun güzergâhı sular, çicek açar.

Bu yazıda iki önemli nokta var: İnsanların mizaçları farklı farklıdır.

Sert mizaçtaki kişiye sert olduğu için kızamayız, yumuşak mizaçtaki kişiye yumuşak olduğu için.

Cesura, açık sözlüye, kıskanca, şakacıya...

Bunlara kızmak, noksan görmek hakkımız yok.

Kimseyi değiştiremeyiz.

Beklentilerimiz mizaçları doğrultusunda olmalı.

İnsanlar olarak mizaçlarımızın arkasına saklanamayız.

Sert mizaçlı olmak yakıp yıkmak hakkı doğurmaz.

Yumuşak mizaçlı olmak hakikati savunmamayı mazur kılmaz.

Cesaret, açık sözlülük, kıskançlık, mizahî üslup...

Hiçbirinin arkasına sığınıp sınırı aşamayız, hepsini İslâm'a uygun şekilde terbiye etmekle mükellefiz.

Bu iki noktayı bilerek kendimizi yetiştirsek ve insanlara davransak dertlerimizin çoğu azalır.