Ramazan Ayı’nın Ardından!
İhlaslısı az, istismarcısı çok olan bir Ramazan Ayı’nı daha geride bırakıyoruz. İhlaslı olanlar, “arınmak için yapılması gerekeni yaparlar.” (Mü’minun/23:4)
İstismarcılar da “Nasuh bir tövbe” ile pişmanlık duymadan, bir umutla yaptıklarının bağışlanmasını ve yapacakları için de yenilenerek ve mümin görünerek yeniden yola devam etmeyi amaç edinirler. Kendilerine bir iyilik, yarar dokunur diye bu ayda dini ritüellere daha çok sarılır ve yoksulun yardım ve iftar sofralarında boy gösterirler.
“Allah`a iman ile küfür sınırında kulluk eden insanlar da vardır. Kendisine bir iyilik dokunursa, buna çok memnun olur. Eğer kendisine bir musibet dokunursa, yüzüstü döner. O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte kıyas kabul etmeyecek kayıp budur.”(Hac/22:11)
Esas itibariyle Ramazan Ayı, Kadir Gecesini içerdiği ve Kur’an’ın indirilmeye başlandığı bir ay olması nedeniyle daha çok arınmaya, öğrenmeye, ihsan ve infakta bulunmaya, hata ve yanlışları düzeltmeye, iyi bir insan ve sorumlu bir mümin olmaya gayret etmek için bir fırsat, sorgulama ve tefekkür aydır.
“Allah’ın vahyine (şeksiz şüphesiz) uyanlar, namazlarında dikkatli ve devamlı olanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli / açık başkaları için harcayanlar; işte ancak bunlar hiç kesintiye uğramayacak bir kazanç umabilirler.” (Fatır/35:29)
Allah tarafından belirlenmiş bir Ay; insan ve mümin olarak kendimizle, zihin ve fikir dünyamızla, sahip olduğumuz imkânlarla, kazançlarımızla, konum ve statümüzle, en önemlisi de insanlığımızla yüzleşmemiz için yeterli bir zaman dilimidir. İman ve irfan yolu da ancak yüzleşme ve kendini hesaba çekmekle açılır.
İnsan olmanın, insanlığın ve insanca yaşamanın erdemine ulaşmayanın iman ve irfan yüceliğine ulaşması mümkün değildir. Bunun için de kişinin; öncelikle ‘insan’ olarak kendisiyle yüzleşmesi, insanlığının muhasebesini yapması gerekir. İnsanlığını bilmeden yaratıcısı ile doğru, sağlam ve hakiki bir bağ kurması düşünülemez.
“İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet/75:36)
Kişi, insan olarak kendisiyle yüzleşmeden, varlığının gerekçesini anlamadan ayette ifade edilen sorunun cevabını bulması ve tatmin olması mümkün değildir. Benzer sorulara Kur’an’da çokça rastlanır:
“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minun/23:115)
Düşünenler için beyni zonklayan, kalbi titreten bu soruların mutlaka cevabının bulunması gerekir, diye düşünüyorum. Cevap arayanlar için Ramazan Ayı tarihi bir fırsat olarak sunulmaktadır.
Kitabı, yani vahyi, ilahi mesajı anlamak, üzerinde düşünmek, önce kendisini bilmek, sonra başkalarıyla insanlıkta eşit olduğunu anlamak, evreni, yaşadığı gezegeni, canlı-cansız tüm varlıklar üzerinden Allah’ı tasavvur etmek için Ramazan Ayı, muhteşem bir fırsattır.
İnsanın vicdanıyla, yapıp ettikleriyle, fikir ve eylemleriyle baş başa kalması ve kendisini sorguya çekmesi tarifi imkânsız bir fırsat değil midir?
Kendisini sorgulamaktan, kendisiyle yüzleşmekten kaçan, sadece iman ve irfandan değil insanlıktan da uzaklaşmış sayılmaz mı?
“Şüphesiz, yaptığınız her şeyden ötürü sorguya çekileceksiniz!” (Nahl/16:93)
Sorgunun, hesap vermenin bilincinde olmayı hatırlatan Hz. Ömer (r.a), bir hitabında şöyle tavsiyede bulunmuştur: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.”
Yüzleşmenin belirli bir zamanı olmayabilir, her zaman dilimi yüzleşmek için elbette bir fırsattır. Ancak Kur’an’la yüzleşmeye, Müslümanlığımızı ve insanlığımızı sorgulamaya başlamak için Ramazan Ayı en önemli bir fırsat olarak değerlendirilmeli değil miydi?
Dünya küçüldü, sosyal, siyasal, dini hayatımız, gelişen teknoloji ile bütün dünyanın önüne serilmektedir. İstismar ile ihlas ayırımı artık geçmişten çok daha kolay ayırt edilebilmekte, yaptıklarımız yüzümüze bir ayna olarak tutulmaktadır.
Müslüman dünyasının yaşadığı utanç tablosu, politikacıların, yöneticilerin yolsuzluğu, hırsızlığı, devletlerin hukuksuzluğu, zulmü, din adamlarının bilgisizliği, bağnazlığı, dinsel ticareti, dini ve siyasi kurumların çürümüşlüğü, halkın yoksulluğu, yoksunluğu gizlenemez, ötülemez bir çağda yaşıyoruz.
Milletin vergisiyle saraylarda oturup iftar ve camilere onlarca araç, yüzlerce koruma ile giden devlet yöneticilerinin Müslümanlar aleyhine nasıl bir imaj oluşturduğu tahmin edilebilir mi?
Hem bu yöneticilerin gösterişli dini ritüelleri ibadet sayılır mı? Bir gerekçe olarak “güvenlik” söz konusuysa, dine ve ihlasa yakın olan iftar ve camiye gitmemek değil midir?
Dini programları, geceliği 35.000 TL karşılığında kiralanan lüks bir tekneden canlı yayın yaparak sunan Diyanet İşleri Başkanlığının dini faaliyetleri istismar, istihza, israf ve sömürü değil midir? Sorgulanması gerekmez mi?
Kur’an’la muhatap olunması gerekirken “Kadir Gecesi” diye camileri doldurup mevlit ve ilahi dinlemeyi, milli hamaset yapmayı, Huri’li dualar etmeyi “geceyi idrak” ve “ibadet” olarak tanımlayan Diyanet’in, din adamlarının tutumu açık bir istismar olduğu kadar İslam’dan, Kur’an’dan bilinçli bir saptırma değil midir?
TV ekranlarında din pazarlayan, cennet parselleyen, menkıbe ve hikâyelerle toplumu uyutan, cehaletten uyanmasını engelleyen din tacirlerinin, şarlatanların, sahtekârların, “dillerinde Allah, ellerinde Kur’an” ile aldatan politikacıların rehberliğine, yol göstericiliğinde daha ne zamana kadar yürümeye devam edeceğiz?
Deve kuşu misali kafamızı çalılığa gömüp görünmediğimizi zannettiğimiz dini hayatımız, inançlarımız, cemaatlerin dinbazlığı, din adamlarının dolandırıcılığı, taciz ve istismarı dijital çağda bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır. Bilinmeyen gerçeklerimiz sadece yaşadığımız mahalle ve köyde artık kalmıyor, dünya tarafından bilinir hale gelmiştir.
Bu durum, bizler için hem büyük bir utanç, hem de büyük bir felaket değil midir?
Başımızı daha ne zamana kadar kuma gömüp şarlatan din adamlarının, yobaz ve dinbazların, yalancıların, ikiyüzlü politikacıların dini ve milli hamasetlerinin esiri olacağız?
Bunca israf, adaletsizlik, hukuksuzluk, ayırımcılık, yağma ve talan karşısında duyarsız ve dilsiz kalan bizlerin; Müslümanlığı dindarlık, insanlığı insanlık, oruç ve İbadeti ihlas olarak tanımlanabilir mi? Hakkın, adaletin yanında durmak, hakkı söylemek neden bizlere bu kadar ağır geliyor? Hiç düşünüp kendimizi bir kez olsun hesaba çektik mi?
Gerçek şu ki; köklü bir sorgulama ve yüzleşme yapmadan bu kaos ve karanlıktan çıkmamız mümkün değildir. Kuşkusuz, yaptığımız her şeyden ötürü mutlaka sorguya çekileceğiz…!
Ne yazık ki Ramazan Ayı’nı bu bağlamda değerlendirmediğimiz ve bir defa daha çoğumuz için bu fırsatın kaçtığı ortadadır. Yeniden kavuşmak ve Kur’an bilinci ile değerlendirmek umuduyla elveda Ramazan Ayı…!
Hatırlatmak isterim ki, Rabbimizin rahmeti her şeyi kuşattığı için her zaman dilimi bizim için yüzleşme, sorgulama ve kendimizi hesaba çekme fırsatını vermektedir. Tabi ki, yüzleşmeye iman ve cesaretimiz varsa…!
Abdulbaki Erdoğmuş