Seçilmiş Yalnızlık ve Kalbe Dönüş

İnsanoğlu hayatı kolaylaştırmak adına her geçen gün yeni bir makine icat etse de zamanın hızla akışını durduramıyor. Teknolojik ilerlemelerle zaman tasarrufu sağlamayı umarken, sanki tam tersi bir etki yaratıyor ve zaman daha da hızlanıyormuş gibi hissediyoruz. Eskiden on yıllık periyotlar halinde adlandırdığımız 70'ler, 80'ler, 90'lar artık hızlı yaşam akışında yerini yıl bazında değişimlere bırakmış durumda. Bu hız, yüzlerce insanla yüzeysel karşılaşmalar, derinliksiz olaylar ve düşünceler üzerinden bir köpük gibi akmamıza, bir boşluk hissine kapılmamıza neden oluyor. Bunların yanı sıra, üçüncü sayfa haberlerinde gördüğümüz korkunç gerçekler; tacize uğrayıp öldürülen çocuklar, soykırımlarda ağır kayıplar verenler, ihanete uğrayanlar, bedenini metalaştırıp maddi çıkar sağlayanlar, kara para aklayıp cezasını çekmeden serbest bırakılanlar...

Bu hızlı akış içerisinde yaşananları anlatırken, karamsar bir tablo çizmek istemiyorum yahut tüm bunlar hiç yaşanmıyormuşçasına gözlerimi kapayıp bir ütopya vaat etmek de istemiyorum. Sadece bu olanlar yaşanırken akıştaki kötülükten akıntıya karşı yüzmek, bir nebze olsun umuda yer açmak istiyorum. Bunun için ilk önerim kötülüklere, adaletsizliklere ve ihanetlere alışmamak, bunları normalleştirmemek. Her ne kadar tepki göstermek amacıyla da olsa dolaşımı yaygınlaşan kötülük, bir süre sonra sıradanlaşıyor ve artık tepki çekmemeye başlıyor. Bu yüzden kötülüklerin üstünü de örtmeden, sıradanlaştırmadan da yaşamanın bir yolunu bulmamız gerekiyor.

 

Dolaşımı yaygınlaşan kötülükle başa çıkmanın başka bir yolu da kendimizi bilgiye, kitaplara vermek olabilir. Ancak bu, körler köyünde gören olmayı kabullenmeyi gerektirir. Bedeli, gören gözünü kaybetmekle karşı karşıya gelmektir.

Umut, belki de seçilmiş bir yalnızlıkta saklıdır, yani bilinçli bir şekilde dış dünyadan biraz olsun uzaklaşarak, kalbimize dönüş yaptığımızda filizlenebilir. Buna, bir nevi önce kalbimizde şarj olup sonra sosyal hayata karışmak denilebilir. Kitaplardan öğrenilenler, yaşamımızdaki deneyimlerle birleştiğinde, bizi daha derin bir bilince ve daha büyük bir dönüşüme taşıyabilir. Bu kişisel dönüşüm, yavaş yavaş dış dünyaya, topluma yansır ve genişler. Bireysel bilinç ve merhamet duygusunun toplum genelinde yeniden canlanması, içerisinde bulunduğumuz çağda mevcut toplumsal çürümeye karşı koyabilir. 

Bu seçilmiş yalnızlık, bir direniş olarak görülebilir; kötülüğe ve yozlaşmaya karşı duran, daha adil, merhametli bir yaşam için çabalayan bir direniş. Bu aynı zamanda içimizdeki umudu besleyen ve büyüten bir mekanizmadır. Belki de gerçek değişim, her bir bireyin kendi iç dünyasında başlayıp, topluma, çevreye sorumluluklarını yeniden tanımlamasıyla gerçekleşir. Böyle bir içsel dönüşüm, bizleri daha bilinçli, daha merhametli ve daha adil bir dünya yaratma yolunda ilerletebilir. Bu seçilmiş yalnızlık ve kalbe dönüş, içsel huzuru ve anlamı yeniden keşfetmek için bir fırsattır. Bu dönüşümle birlikte, topluma daha bilinçli, daha duyarlı ve daha merhametli bireyler olarak katılabiliriz. Zamanın hızına kapılmak yerine, onu daha anlamlı kılmak; her anı gerçekten insanca yaşamak için bir yol bulabiliriz. Her ne kadar Dünya’yı kurtarmak daha prestijli bir iş gibi görünse de, kendi dünyamızı kurtarmak için yapabileceklerimiz, gezegenimizi kurtarmak için yapabileceklerimizden daha fazladır.

Yazımı İsmet Özel’in “Of Not Being A Jew” şiirinden bir alıntı ile tamamlamak istiyorum: 

Burada kalamazsın, başa dönemezsin, ama dön.
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön! 
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön! 
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!...