SINANMADIĞIMIZ GÜNAHLARIN MASUMU OLMAK

  • Herkesin karanlık bir tarafı vardır.

  • Nasıl?

  • Sen hiç kötülük yapmadın mı?

  • Bilerek mi? Hayır.

  • Öyleyse seninki daha ortaya çıkmamış.

Geçtiğimiz günlerde şahit olduğum film kesiti gibi bir diyalog ile başlamak istedim yazıma. Bazen küçük bir an öyle derinleşir ki “Nereden geldim buraya?” der insan. İşte bu diyalogu duyunca öyle bir derinlik hasıl oldu. Elimden geldiğince yazmaya çalışacağım. Acaba sizler okurken neler düşüneceksiniz?

En baştan başlayalım. En baştan dediysem gerçekten de Hz. Adem’den. İnsan ilk kez cennette sınanmıştır. Âdem peygamber kendisine yasak ağaca yaklaşmaması emredilene kadar eşi Hz. Havva ile cennet hayatı sürmekteydi. (Bakara 2/35) Fakat şeytan Âdem peygambere bu ağacın sonsuzluk ağacı olduğunu söyleyerek onu kandırdı. (Tâhâ 20/135) Sonsuzluk ağacı… Ne kadar da baş döndürücü değil mi? Ölümsüzlük iksiri ile başlayıp simyadan kimyaya, hatta trans hümanizme uzanan insanoğlunun en büyük zaafı: Bekâ arzusu. Evet, bildiğiniz üzere Âdem peygamber o ağacın meyvesinden yedi. Hz. Havva da onunla yedi. Böylece insan ilk günahı işledi. Ceza olarak da dünyaya gönderildi.

Elbette ki dünyaya gönderilen insanın sınanması bitmemişti. Fakat Allah Teala insana iyiliği de kötülüğü de işleyecek potansiyeli vermişti. (Şems 91/8) İnsan her sınavında seçeneklerle karşı karşıya olacaktı.

Zaman akıp geçti ve insanlar çoğaldıkça çoğaldı. İnsanlarla birlikte sınavlar da çoğalmıştı. Öyle ki insanlar kendi sınavı yerine başkalarının sınavları ile ilgilenmeye başladı. Halbuki zaman durmadan akıp geçse de her insan için tayin edilen ömür sermayesi kısa, lüzumlu işler pek çoktu. Bu yüzden herkesin Rabb’i tarafından kendisine özel hazırlanmış sınavı geçmeye çalışması en doğrusu olacaktı. Nitekim Rabb; terbiye edici demekti. O’nun her kulu için özenle seçtiği sorulardan oluşan sınavları vardı.

Peki ya insana niçin başkalarının sınavı ile ilgilenmek, bu sorulara kendince cevap vermek, yorum yapmak, sözün şehvetine kapılıp konuştukça konuşmak daha cazip geliyordu? Rab Teala tarafından kişiye özel hazırlanmış eğitim sisteminde bir insanın, başka bir insanın nasıl terbiye edildiği hususunda tafsilatlı bilgisi yokken pervasızca onun sınavı hakkında konuşması neyden ileri geliyordu?

Bu soruların birçok cevabı olabilir ancak bu yazıda üzerinde durulan husus; insanın kendisini sınanmadığı günahın masumu zannetmesidir. Zaman zaman işittiğimiz “Ben olsam şöyle yapardım” şeklinde cümleler ilk öncülü hiçbir zaman tahakkuk etmeyecek olan önermelerdir. Zira bir kimse hiçbir zaman başka bir kimse olamayacak, o kimsenin bütün ahval ve şeraitini tam anlamıyla sağlamayacaktır. Yaratılışımızdaki özgünlük bizi Allah’ın biricik kulları kıldığından bu gerçeği değiştirecek her faraziye akim kalmaya mahkûm olacaktır.

Peki, tek bir yaşam hakkı bulunan insanın her şeyi tecrübe edip idrak edecek vakti yokken sınavlarıyla nasıl baş edecekti? Elbette daha önce çıkmış sorulardan çalışarak. Yani içinden geçtiği benzeri bir durumla başa çıkmış insanların kanaatlerini dikkate alarak. Bir dostumun veciz bir şekilde ifade ettiği gibi “Her insan uygun ortam oluştuğunda her günahı işleyebilir. Sınandığı halde yenilmeyenler hariç.”

Şunu unutmamak gerekir ki görüş bildirdiği benzeri bir durumu deneyimlemediği halde kendisinin bilir kişi olduğu zehabına kapılıp imtihandan geçen kimseyi sîgaya çeken kimseler daima bulunacaktır. O kimselere de Nesîmîvâri mukabele etmek nitelikli bir cevap olabilir:

“Nesîmî’ye sormuşlar yârin ile hoş musun?

Hoş olayım olmayayım o yâr benim kime ne?”