Sistem Krizini Aşmak ve Birlikte TÜRKİYE Olmak!
Bildiğim kadarıyla modern-ulus/milli devletlerin tamamı küresel güçlerle varılan bir mutabakat ve sözleşme ile kurulmuşlardır. Bu bağlamda hiçbir ulus-devlet sahipsiz, bağımsız, bağlantısız ve kendi başına değildir.
Bu durumda “devlet-vatan-millet-bayrak” ve “dış güçler” hamaseti tamamıyla iç politikaya yöneliktir. Doğrusunu ifade etmek gerekirse; hiçbir ulus-devlet “sözleşme” ye aykırı davranamaz, çünkü küresel destek dışında ayakta kalamaz.
Güçler dengesi korundukça sözleşme devam eder. Güçler dengesi bozulunca devletler, ye eksen değişikliği ile varlığını devam ettirir veya yıkım süreci başlar. Hatırlanacağı üzere son yıllarda, özellikle de “Ergenekon ve 15 Temmuz” olaylarında Türkiye için de “eksen değişikliği” tartışmaları yoğun olarak yaşanmıştı.
Devletlerin siyasal sistemleri de denetleyici, dengeleyici unsurların ve kurumların varlığı ve işlerliği ile güç kazanır. Aksi halde siyasal iktidarlar, yöneticiler hiçbir engele takılmadan yönetimde keyfi uygulamalarla ülkeyi zora sokmaları hep mümkün olacaktır. Bunun bir örneğini de özellikle son on yılda ülkemizde açıkça müşahede etmekteyiz.
Esas itibariyle Türkiye’nin, ulus-devlet olarak parlak bir hukuk ve demokrasi tarihi yoktur. Her ne kadar devlet; “demokratik-laik-sosyal bir hukuk devleti” olarak tanımlanmış olsa da söz konusu ilkelerin hayata geçirilmediği bir gerçektir.
Ne yazık ki demokrasi ve hukuk varmış gibi ulusçuluğun, milliyetçiliğin gereği olan otoriteryenizmin kurumsallaşmasına çalışıldı.
Daha açık bir ifadeyle, söz konusu ilkeler; çağdaşlaşma, barış ve özgürleşmek, bilimsel ve ekonomik gelişmeler gibi alanlarda ilerlemek yerine ırkçılık ve ulusçuluğun tesisi için kullanıldı. Ülkenin kaynakları ve toplumsal enerjisi bu uğurda harcandı.
“Gayr-i Müslimler”, “Kürtler”, “Aleviler”, “Sosyalistler” gibi kurgulanmış düşmanlar ve “Kızıl Elma”, “Turan” gibi hayali hedeflere odaklanan homojen bir toplum yetiştirilmek istendi. Siyasal, askeri, ekonomik, hukuk, eğitim, spor, sağlık, sanat gibi evrensel olması gereken alanların tamamında “millilik” adıyla tekçi ve ırkçı bir sistem kuruldu.
“İrtica” ve “bölücülük” ile mücadele gerekçesiyle yapılan harcamaların trilyonlarca dolar tuttuğunu dikkate alırsak, ülkenin içerde ve dışarda nasıl soyulduğu ve sömürüldüğü ortaya çıkacaktır.
Oysa “demokrasi, laiklik, sosyal ve hukuk devleti” evrensel ve muasır medeniyet ilkeleriydi. Toplum için güvence oluşturduğu kadar, devlet-toplum ilişkisinin de düzenli ve sağlıklı yürümesini sağlayan ilkelerdir.
Ancak böyle olmadı. Meşruiyetini bu ilkelerde görmek yerine, devletçilikte, devletin kutsallığında, etnik aidiyette, milliyetçilikte, ulusçulukta gören bir sistem ve siyaset anlayışı hâkim oldu. Kaçınılmaz olarak insanların din, inanç, mezhep, düşünce, siyaset, yaşam tarzı, hatta etnik aidiyetini dahi belirleyen bir ceberut devlet oluştu.
Örneğin, özgürlük; insanın yaratıcılık alanını belirleyen özelliklerden biridir. Sınırlandırılması veya engellenmesi, doğal olarak yenileşmeye, gelişmeye ve evrenselleşmeye de engel oluşturacaktır.!
Makul bir yönetimde insanın düşünme, akletme, araştırma, ifade etme ve müzakere yapma özgürlüğü hiçbir gerekçe ile sınırlandırılamaz, engellenemez.
İnsan hayatını etkileyen kurumların düzenlenmesinde ve yapılandırılmasında adalet ve özgürlük temel ilkelerdendir. Bu ilkelerin gereğini yapmamak, ihmal veya ihlal etmek insanın doğasına, geleceğine, amacına ve hedeflerine yönelik bir müdahaledir.
Özgürlük düşüncesi gelişmemiş, hak-hukuk-adalet-eşitlik bilinci oluşmamış insanların, ülkesine, toplumuna ve insanlığa karşı sorumluluk bilinci de zayıftır. İnsan evrenselleştikçe, zamanın ruhunu kavradıkça insanlığa, doğaya ve evrene karşı sorumluluk bilinci de artar.
Türkiye de bu bilinçten yoksun bir sistem ve siyaset anlayışı ile yönetildiği çok açık değil mi?
Demokrasi ve hukuk iddiası gerçekçi olmayan, özgürlüklere pranga vuran, çoğulculuğu, farklılığı tehdit gören, insanı, hak ve hürriyetlerini öncelemeyen ancak “demokratik hukuk devleti!” olarak tanımlanan bir milli devlet ve milli siyaset anlayışının tahakkümü sürmektedir.
Esas itibariyle demokratik siyasetin olmazsa olmaz hedeflerinden en önemlisi; çoğulcu demokrasiyi kurum ve kurallarıyla inşa etmek, bağımsız yargıyı tesis etmek ve hukuku üstün tutarak özgürleşmeyi ve adaleti temin etmektir.
Ne yazık ki, devletin gücünden yararlanmayı amaç edinen siyasi partiler, politikacılar, kitle örgütleri bu durum karşısında üç maymunu oynamayı, hukuk-adalet-hürriyet ve insanlık onuruna tercih etmektedir. Mücadele, kavga ve siyasi rekabet de bu eksende yapıldığı için siyaset, siyasetçi ve devlet hep birlikte kirlenmek, çürümek ve çökmek durumunda kalıyor.
Bugün yaşanan mafya-siyaset-medya-çete ilişkilerinin nedenlerinden biri de söz konusu sistem, yönetim ve milli siyaset değil midir? Benzer ilişkiler geçmişte, farklı hükümetler ve yönetimler dönemlerinde de olmadı mı?
Bunca hukuksuz, kanunsuz, keyfi uygulamaların yaşandığı, yolsuzluk, yağma, talan, ayırımcılık ve partizanlığın açıkça yapıldığı mevcut iktidar döneminde, bu kirli ilişkilerin ortaya çıkması neden şaşırtıcı olsun ki?
Bu ilişkileri besleyen ahlak ve adaletten yoksun bir siyaset, hukuksuzluk ve denetlenmeyen anti demokratik siyasal sistemin kendisidir.
Kirli siyasal sistemden daha çok dikkatinizi çekmek istediğim asıl husus şudur; devlet-millet-vatan-bayrak-din-mukaddesat hamasetiyle ülkenin “uyuşturucu merkezi” haline getirilmesinden rahatsız olmayacak kadar duyarsız, tepkisiz bir Müslüman toplum oluştu.
Uyuşturucu, israf, soygun, yolsuzluk ve hukuksuzluk karşısında bu kesimlerin duyarsızlığı gerçekten korkutuyor, dehşete düşürüyor. Kirli ilişkilerin yaydığı koku ülkenin tamamını sarmış iken, bu kesimlerin umursamazlığı toplumsal ve siyasal anlayışımızı göstermeye yeterlidir, sanırım.
Çürümüş bir sistemin, hukuk, yasa ve anayasa tanımayan bir iktidarın, hala “Müslümanlık-devlet-vatan” iddiasıyla sahiplenilmesi insanlık ve İslam adına büyük bir utanç olduğu inancındayım.
Bugün yaşadıklarımız karşısında, Fransız düşünür Alain Badiou’nun ”Siyaset üzerine düşünmek zorundayız. Eğer bunu yapmazsak bir gün zalimce cezalandırılırız” İfadesinden ilham alarak bizim de acil olarak siyasal sistem ve siyaset üzerine düşünmemiz ve bir yol açmamız gereğine inanıyorum.
Bu nedenle de kişisel olarak da “siyaset üzerinde düşünmeyi” ahlaki, vicdani, insani ve toplumsal bir sorumluluk görüyorum.
Demokrasi yalanıyla sürdürülen bir sistemin tıkandığını, artık sadece adaletsizlik, haksızlık, baskı ve zulüm ile yol alabileceğini görmek durumundayız. Mevcut siyaset ve yönetim anlayışıyla yol aldıkça, hiç kuşkusuz siyaset başta olmak üzere bütün kurumlar ve toplum daha çok kirlenecek, “eksen değişikliği” veya “yıkım” için uygun hale gelecektir!
Gelinen noktada devlet; bir kişinin veya tek partinin otoritesine, hukuk da yönetimin keyfine bırakılamayacak kadar derin bir kriz içine girmiştir. Yeni evrensel bir siyasal sistemin ve siyasal iktidarın inşa edilememesi durumunda, toplumun da devletin de hayatiyeti tehlikeye girmiş olacaktır.
Bu nedenle altını çizerek ifade ediyorum ki; makuliyet, ahlak, adalet, eşitlik, insaf merkezli yeni bir anlayış ve demokratik bir siyasetle çözüm aramak zorundayız. Hamaset ile değil, sağduyu ile yeni bir YOL açmak durumundayız.
Aksi halde; devletçilik, milliyetçilik, ırkçılık, ayırımcılık, dinbazlık, zorbalık, hukuksuzluk, haksızlık yalan ve hamaset ile kirletilmiş bir çukur siyasetinde boğulmuş olacağız.
Ülkemizin geleceği için ideolojisi, amacı, değerleri, ilkeleri, istikameti adalet olan kuşatıcı ve birleştirici yeni bir siyasete ihtiyaç vardır. Sistem krizini aşmak için ideolojik düşmanlığı bir tarafa bırakmak, demokratik siyasetin gereği olan uzlaşmayı, diyaloğu, ittifakı sağlamak zorundayız.
Başarmak için yapmamız gereken; demokrasi ışığının aydınlatacağı bir Yol’da duyarlı kesimlerle birlikte, yan yana, omuz omuza durabilmektir.
Düşünceleri, inançları, etnik kimlikleri ayrı ancak hedefleri hukukun üstünlüğü güvencesinde adil, özgür, eşit, muasır bir toplum ve ülke inancı etrafında birleşmek ve birlikte TÜRKİYE olmayı başarmak zorundayız.
Bu hedefimize kirletilmiş “mili siyaset” yerine ‘demokratik siyaset’ inşa ederek ulaşabileceğimizi ve sistem krizini de aşabileceğimize inanıyorum.
Abdulbaki Erdoğmuş