Baskın Oran

Bu Ukrayna hengamesinde çok önemli ve Türkiye açısından gerçekten başarılı bir diplomasi olayı yaşadık: 11-13 Mart Antalya Forumu. 

Sanki Birleşmiş Milletler Antalya’da toplanıyordu. Forum sırasında ve sonrasında, uluslararası örgütlerin yanı sıra savaşla ilgili-ilgisiz çok sayıda ülke üst düzeyde temsilci yolladı. 

Bikaç tanesi: NATO, AB, AP, AGİT, Ukrayna, Rusya, İtalya, Slovenya, Kosova, Karadağ, Makedonya, Arnavutluk, Azerbaycan, İran, ABD, Ermenistan, Filistin, Finlandiya, Katar, İsveç, Almanya, Yunanistan, Moldova, Venezuela, hatta Afrika ve G. Amerika ülkeleri.  

***

Oysa neresinden bakarsanız bakınız, dış ve iç politika olarak, Türkiye böylesi bir uluslararası forum toplayabilecek prestijden çok çok ırak: 

Dış politikada CB Erdoğan yönetimi 2013’ten beri tüm dünyayla kavgalı. Ayrıca, güney komşularımızın kuzey topraklarına fiilen ordu soktu, bombalıyor. Üstelik güneydoğu illerimizin valileri eliyle resmen yönetiyor. Çünkü Kürt meselesi üzerinden milliyetçilik duygularını kamçılamayı çok esaslı bir oy getirici olarak görüyor.  

Yasama olarak TBMM ortadan tamamen kalkmış; koca ülke tek imzalı CB kararnameleriyle yönetiliyor. 

Yargı’da Danıştay ve özellikle de Sayıştay hâlâ bir ölçüde direniyor ama, adli yargı bi acayip. Yargıtay, tamamı erkek hâkimlerden oluşan 14’e 5 gibi bir kahir ekseriyetle “Kadın evlenme teklifini kabul etseydi cinayet işlenmeyebilirdi” diyebiliyor. İstinaf, sokakta polislerin arasında paniklemiş vaziyette belden yukarı çıplak koşan gencin vurulup öldürülmesini “yasal” buluyor. Böylece polisi benzer öldürmelerde şimdiden aklıyor. Ve gerekçe olarak zikrettiği de, AİHS’nin “kişinin kaçmasını önleme”ye ilişkin 2/b maddesi. 

Aslında, bunları oturup saymak anlamsız; Demirtaş ve Kavala davaları ve Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü N. S. Amor’un şu sözü yeter: “Bilmem kaçıncı kanunî hileye tanık oldum”. 

***

Akademinin durumunu sormayın. Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı, doktorasını New York Eyalet Üniversitesi SUNY’de vermiş bir akademisyenin “1980-2008 Arasında Türkiye’yi Kim Yönetiyor? Sermaye Gücü ve Otoriter Popülizmin Yükselişi” adlı sosyoloji tezine denklik vermeyi reddetti. Üstelik, savcılığa suç duyurusunda bulundu. 

Bitmedi. Marmara Üniversitesi’nden üç ceza hukuku hocası bu sosyoloji tezinde, “...Ne derseniz deyin, bugün rejimin otoriterliği inkar edilemez. Kitlesel tutuklamalar, devlet bürokratlarının kitlesel tasfiyesine yol açan davalar ve muhaliflerin çoğunun bastırılması Türk siyasetini tanımlıyor. Nitekim rejimin otoriter karakteri son 10 yıldır tartışmasızdır” dendiği için “cumhurbaşkanına hakaret” ve “terörü övme” tespit etti.   

Erdoğan ve Bahçeli’nin hekimlere ilişkin inanılmaz sözlerini es geçiyorum. 

***

“Faiz Sebep, Enflasyon Netice” ilkesine göre yönetilen ekonomi meselesi daha da uzun. Akaryakıt, elektrik, doğalgaz fiyatları dışında bikaç haber: 

Türkiye'nin dış ticaret açığı %142 arttı. 10 büyük ekonomi arasına girecektik, Ruanda ve Kamboçya'nın bile altındayız. Şubatta Türkiye %54,44'lük yıllık resmî tüketici enflasyonuyla dünyada sekizinci, gıda enflasyonunda %64,47’yle dördüncü. Merkez Bankası rezervi swap hariç eksi 56,9 milyar dolar. 

Böyle bi durumda, Cumhurbaşkanlığının Ankara, Muğla ve Bitlis’teki üç sarayı için bu yıl 470 milyon lira harcanması öngörüldü. Sarayların toplam maliyeti 4 milyar 490 milyon liraya ulaşacak. 

Aslında bu haberlere de gerek yok. Ekonominin kusursuz özeti, canım benim, Binali Yıldırım’dan: “Ekin kardeşim, ekebildiğiniz kadar ekin. Maliyetler yüksek, mazot yüksek, gübre yüksek, diğer girdiler yüksek nasıl ekelim diye düşünüyorsunuz düşünmeyin. Devletiniz yanınızda. Bunların hepsini takip ediyor ve nerede ne zaman desteğe ihtiyacınız varsa o zaman da gereğini yapacak”.

***

Başa dönelim. Bu vaziyetlerdeki bir Türkiye’nin bu çok başarılı Antalya diplomatik olayını gerçekleştirmesi nasıl olabiliyor? Türkiye’nin meşhur “jeostratejik önemi” mi keşfedildi yeniden?

Görelim:

1) Türkiye hem Ukrayna hem Rusya’yla aynı anda diyalog sürdürebilen ve ikisinin de adamı sayılmayan nadir bir ülke. Çünkü Ukrayna’ya SİHA satıyor, Suriye’de de Rusya’nın işini kolaylaştırıyor, askerî operasyonlarını onun izniyle yapıyor. 

Belki daha önemlisi, Putin şimdi başını büyük belaya soktu. İşgal uzadığı için değil sadece. Demokrasiyle ilgisi olmayan ülkesinde halk bu savaşı cesurca protesto etmeye başladı; ülke genelinde 54 şehirde yapılan gösterilerde 2.000’e yakın kişi gözaltına alındı. Üstelik, savaş başlayınca Rusya’dan beyin göçü çok hızlanmış vaziyette; bir Rus ekonomistin tahminiyle bu sayı 200.000. 

Aslında Türkiye’nin kendisi muhtaç-ı himmet bir dede ama, Batı tarafından fena sıkıştırılmış bir Putin’in Batı bloğu mensubu (üstelik, NATO üyesi) bir Türkiye’ye ciddi ihtiyacı var şu anda. 

2) Sadece konjonktür değil. İki çok önemli husus daha: 

a) CB Erdoğan, seçimle giderayak, ekonomik uçurumun eşiğindeki bir Türkiye’de hiç olmazsa tüm dünyayla kavgalı durumunu gözden geçirmek hatta geri döndürmek zorunda kalmış vaziyette. Sırf içerideki kamuoyunun milliyetçi hislerini oya tahvil etmek için dışarıda başlattığı ve kendisi için dünya liderleri nezdinde pek de olumlu olmayan kanaatler yaratan mazarratlardan son bir-iki ayda geri bastı: Ermenistan, BAE, Mısır, İsrail, Yunanistan gibi “sorunlu” ülkelerle yakınlaşmaya çalışıyor. Bi tek “Esed” kaldı.

Bu geri basış, savaş gibi bir tabloda Erdoğan'ın imajını Batı dünyasında bir miktar düzeltti. 

b) Daha da önemlisi: CB Erdoğan, “Liyakat Değil İtaat” ilkesinin en korkunç uygulaması olarak, Türkiye’nin biricik uzman bakanlığı Dışişleri’ni tamamen devreden çıkarıp atmıştı. Şimdi, başında M. Çavuşoğlu yerine İ. Kalın’ı yeğler gözüktüğü bu bakanlığı Montrö gibi çok ciddi bir konjonktür nedeniyle (yüzünden!) mecburen tekrar devreye soktu ve mesela Antalya Forumu da bu sayede düzenlenebildi. 

Bakalım, hiç olmazsa dış politikada liyakat ve uzmanlığa saygı bu hususta ne kadar devam edecek ama, Dışişleri’nin geri gelmesi durumunu, Ukrayna savaşı gibi rezil bir olayın “şerden hayır” hanesine kaydedelim.