Resul-ü Ekrem’den (s.a.s) sonra gelişen yeni olaylarla İslam anlayışında farklılıklar oluşmaya başlandığı görülmektedir. Tartışmaların daha çok “hilafet/siyaset” merkezli, yani siyasal alanda başlaması büyük kargaşalara olduğu kadar kabile ve aile taassuplarına da yol açmıştır. Hz. Ebubekir’in seçilmesiyle başlayan tartışma süreci Arap kabileleri arasında geçmişte var olan asabiyet duygularını yeniden kabartmış ve aleyhte birçok ittifak da bu merkezde gerçekleşmiştir.
Bu gelişmeler, Müslümanların kurdukları yeni siyasal düzeni ve hilafet sistemini tehdit ediyordu. Birlik ve beraberliği sağlamak, dağılmaları önlemek ve eskiye, yani kabile geleneğine geri dönmeyi engellemek gerekçeleriyle halife olması tercih edilen Hz. Ebubekir (r.a) için bu gelişmeler önemli birer sınav oluyordu. Birliğin sağlanmaması durumunda, Medine dışında da yeni yönetimlerin oluşması kaçınılmaz olacaktı.
Bu kaygıların oluşturduğu hassasiyet sonucudur ki, bazı gelişmeler ve itirazlar doğrudan İslam’a karşı bir direniş olarak değerlendirilmiştir. Bunlardan bir tanesi de “Zekât” vermeyi reddeden kabilelerin durumuyla alakalıdır. Bu itiraz, zekât vermeye mi yoksa siyasi otoriteyi tanımamak mı veya her ikisini de mi içeriyordu? Ancak biliyoruz ki, sahabelerden ileri gelenlerinin itirazlarına rağmen Hz. Ebubekir, “Rasûlullah’a vermeyi kabul ettikleri şeyi bana vermezlerse onlarla savaşırım!” diyerek savaş kararlılığı göstermiştir. Resulüllah’a verdikleri ise ayette şöyle geçmektedir:
“Onların mallarından sadaka al (onların mallarından Allah için sundukları şeyleri kabul et) ki; bununla onları günahlardan temizlersin, onları arındırıp yüceltirsin. Onlar için dua et! Çünkü senin duan onlar için sükûnettir, onları yatıştırır. Allah her şeyi işitendir; bilendir.” (Tevbe/9:103)
Peygamber’e, yoksullara dağıtmak üzere verilen sadakayı “otoriteye itaat” biçiminde yorumlanması sorunlu bir yaklaşımdır. Hz. Ebubekir’in kararının ve tutumunun siyasi ve konjonktürel olarak değerlendirilmesinin daha doğru olacağı kanaatindeyim. Çünkü hilafet tartışmaları ve bunların neden olacağı otorite boşluğu kabilelerin dağılmasına veya birbirleriyle savaşmasına çok daha erken sebep olabilirdi. Muhtemelen bu tür siyasi mülahazalarla alınmış bir karar, otoriterlerce tarihi süreç içerisinde fıkhın/şeriatın bir kuralı haline getirilmiştir.
Ne yazık ki benzer olaylar üzerinden siyasi otoriteye itirazı da “isyan-irtidat” kabul edip savaş kararını İslam’ın bir hükmü olarak sayan genel bir kanaat oluşmuştur. Bu durumda Hz. Ebubekir, siyasi otoriteye kaşı gelenlerle savaşmıştır ki bunu İslami bir hüküm olarak görmek büyük bir yanılgıdır. Daha vahim olanı, Hz. Ebubekir’in bu uygulaması, Emevilerden başlayarak günümüze kadar bütün yönetimler için referans yapılmıştır.
Esas itibariyle karşı kabilelerin zekâtı neden reddettikleri konusunda sahih bilgilere rastlamak da mümkün olmuyor. Çünkü Hz. Ebubekir’in tavrı siyasi olarak değil de, bir sahabe uygulaması olarak dini bir hüküm kabul gedilmesi, konuyu dokunulmaz ve sorgulanmaz kılmıştır. Oysa araştırmalar olayın farklı bir boyutunun daha olabilme ihtimalini göstermektedir. O da Kabilelerin irtidat etmedikleri ve zekât vermeyi de ret etmedikleri ancak Hz. Ebubekir’e biat etmeyi ve onun memurlarına zekât vermeyi ret ettikleri yönündedir. Bu durumda otoriteye karşı çıkanları zekâtı inkâr etmekle eş tutmak vahim sonuçlar doğurmaktadır.
Kuşkusuz Zekât, yerine getirilmesi gereken en önemli ibadetlerden biridir, çoğu ayetlerde Namaz ile birlikte ifade edilmektedir. Ancak zekât da dâhil ibadetlerin hiçbirisi için bir zorlama, dayatma veya bir şiddet uygulama söz konusu değildir. Çünkü ibadetlerde esas olan ihlastır. Riyasız, gösterişsiz ve dahi baskısız yapılır. Cezası da, mükâfatı da yalnız Allah’a aittir.
Sahabe dönemi konuşulmaz ve sorgulanmaz olunca, siyasi ve dini kararlar iç içe girerek kafa karışıklığı oluşturmakta, sahih bilgiye ulaşmak zorlaşınca hangisinin dini, hangisinin de siyasi olduğu anlaşılamamaktadır. Bu gibi olayların biz Müslümanlar açısından sorgulanıp, hiçbir şüpheye mahal vermeyecek şekilde açıklığa ve netliğe kavuşturulmadıkça Müslümanlığımızın inanılırlığı ve güvenirliği olmayacaktır. Bu anlayışın kaynağı da ne yazık ki Müslümanların siyasallaşma sürecine dayanmaktadır.
Bu ve benzer olayların gerçek yüzünü ortaya çıkarmak için Sahabe düşmanlığı veya Sahabe dokunulmazlığı gerekmiyor, adil ve objektif olmak yeterlidir, sanırım. Biliyoruz ki, İslam adına dini anlayışımızı şekillendiren Asr-ı Saadet dönemi değil, sonrasında ve siyaset ortamında gelişerek gelenekselleşmiş bir ecdat mirasıdır. İslam, Yahudilik gibi soy bağıyla devam etmediğine göre ecdat mirasını din olarak benimsemek İslam ve Kur’an ruhuna aykırıdır. Siyaset ile şekillenmiş bir dinin adıdır İslamsız Müslümanlık!
..devam edecek…
Abdulbaki Erdoğmuş