Mevcut iktidarın itibar ve güven kaybı büyük düşüş gösterirken, Türkiye’nin de içerde ve dışarda aynı hızla itibar kaybını yaşadığı açıkça görülmektedir. Kuşkusuz itibar kaybedenin irtifa kaybetmesi kaçınılmazdır. İktidarların güven kaybetmesi normal olarak değerlendirilebilir ancak ülkelerin itibar kaybetmesi hiçbir medeni toplum için kabul edilebilir bir durum değildir. Bundan daha kötü olanı ise; bir iktidarın kendi varlığını ve itibarını ülkenin varlığı/bekası ile özdeşleştirmesidir. Karşı karşıya olduğumuz durum tam da bu olsa gerek!
Söz konusu olan yalnız itibar kaybı da değildir. Uluslararası tefecilerin elinde rehin muamelesi gören ve varlıkları borçlara karşılık satın alınan bir konuma düşürülmüştür Türkiye.!. İktidarın neden olduğu bu yıkım, tahribat, talan ve yağma bir tarafa, bilinçli, maksatlı ve planlı uygulamalarıyla gerçekleştirdiği ve iktidarı için araçsallaştırdığı toplumsal bölünmelerin, kutuplaştırmaların, ayrışma ve ötekileştirmelerin oluşturduğu tehdit ve tehlikelerin büyüklüğü daha ürkütücü boyutlara ulaşmıştır.!
Bu tablo karşısında kaygılanmamak, endişelenmemek, korkmamak, ürkmemek mümkün müdür? Değerlerini yitirmiş, ahlak olarak çökmüş, toplum vicdanından kopmuş, itibar ve güveni kaybetmiş bir iktidarın düşüşünü, dağılmasını önlemek artık mümkün olabilir mi? Bu imkânsızlığa ve ülkenin karşı karşıya olduğu tehlikelere rağmen iktidarını jakoben bir yönetim anlayışıyla sürdürmekte ısrar ve inat edecek kadar güç zehirlenmesi içinde olan bir siyasi iktidara karşı ülkemiz için direnebilmek, mücadele etmek gerekmez mi?
Nasıl bir iktidar zihniyetinin tasallutunda olduğumuzun farkında mısınız? Partileri rakip değil düşman, seçim yarışını savaş, kazanmayı zafer ve fetih, devlet malını ganimet, kurumları mülkü, iktidarı İlahi vazife, kendilerinden olmayanı kâfir, karşısında duruş sergileyenleri hain olarak gören bir zihniyetten söz ediyorum. Diyanet-din adamları, cemaatler, tarikatlar, ilahiyatçılar, şeyhler, hoca efendiler ve milyonlarca yurttaş kutsiyet atfederek hiç bir sorgulama ve muhasebe yapmadan destek olmaya devam ediyor.! Bizler, ülkemiz ve insanlarımız için kaygı duyarken bu kesimler zorba müttefikleriyle birlikte “cihad” aşkıyla ve ganimet fetvalarıyla şehirlerimizi, tarih, kültür ve değerlerimizi sala-salavat ve tekbirler eşliğinde yıkmaya, yağmalamaya devam ediyor!
Anlayacağınız, işimiz de, imtihanımız da çok ağır ve büyük riskler içermektedir. Talana, yıkıma, kıyıma, kayıma, baskıya, zorbalığa direnmek, mücadele etmek kolay mı? Bunun için kefen değil, ateşten gömlek giymek gerekmez mi? Ateşten gömlek giyenlerin olması, ülkemiz ve insanlarımız için yeni bir umut olabilir, diye düşünüyorum.! Sayın Babacan ve arkadaşlarının da bu riski alarak ortaya çıktığı söylenebilir.!
Peki, Türkiye’nin siyasal iklimi yeni bir parti için, daha açık bir ifade ile “Yeni Oluşum” için partileşmeye uygun mudur?
Yaklaşık bir yıldır çalışmalarını sürdüren Sayın Babacan ve arkadaşlarına ilgi giderek artıyor. 20 yıldır ilk defa AKParti tabanı hiç küçümsenmeyecek derecede bir arayış ve beklenti içine girdiği açıkça gözlemlenmektedir. İktidarın tükenişini ve çöküşünü daha yakından izleyen bu kesimin arayışı kuşkusuz önemlidir. Bu kesimin iktidara yönelik giderek eleştirilerini yüksek sesle dile getirmeleri muhalefet partileri için olduğu kadar yeni parti iddiasında olanlar için de umut oluşturmaktadır.
Arayış ve beklentilere bakınca ve iktidarın yıpranmışlığı dikkate alınınca, Yeni Oluşum’un bir an önce partileşmesi gerektiği düşünülebilir. Bu nedenle de geciktikçe eleştiriler, şikâyetler, mırıldanmalar artmakta, kurulması yönünde baskı yapılmaktadır. Babacan’ın ''Demokrasi tarihimizde belki de ilk defa bu kadar geniş bir tabanın fikirleriyle katkı verdiği bir siyasi hareket oluşmaktadır. Herkesin içi rahat olsun'' açıklamasının bu baskılar sonucu yapıldığı kanaatindeyim.
Oysa iktidar güç kaybettikçe ve AKParti umut olmaktan uzaklaştıkça baskıların artması, tepkilerin ve beklentilerin de yükselmesi siyasetin doğal bir sonucudur. Ayrıca politik bir zemin arayanlar ve politik beklentilerini böyle bir zeminde sürdürmek isteyenler açısından da bu gelişmeleri doğal karşılamak gerekir. Ancak birilerinin politik ikbali için parti kurmak doğru mudur? Doğru kabul edilse dahi, Yeni Oluşum’un bu amaçla partileşmesi ne kadar doğrudur?
Biliyoruz ki Yeni Oluşum’un amacı birilerine veya iktidar tarafından dışlanan kesimlere bir politik ikbal sağlamak değildir. En önemlisi de iktidar karşıtlığı, Erdoğan düşmanlığı hiç değildir. AKParti’yi bölmek, parçalamak, dağıtmak da değildir. Böyle olmadığını Sayın Babacan’ın açıklamalarından açıkça anlıyoruz. Sürecin ağır işlediği, eksik ve aksaklıkların olduğu, mehter yürüyüşü gibi iki adım ileri bir adım stop yaparak toplumda tereddüt ve güvensizlik oluşturduğu gözden kaçmamaktadır. Ancak geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkıldığı ortada iken baskılara karşı sağduyu ve makuliyet çağrısı yerine acele ile hareket edilmesini doğru bulmuyorum.
Partileşmeyi zorunlu kılacak olan politik arayışlar değil, ülkenin ve toplumun ihtiyaçlarıdır. Kaldı ki, parti altyapısının tamamlandığı, Genel Merkez binasının dahi tutulduğu kamuoyu tarafından bilindiği halde acele etmenin gerekçelerini anlamış değilim.
Yeni Oluşum’un gayesi; toplumsal bütünleşmeyi, toplumsal barışı, ülkemizin dirliği ve birliğini eşitlik ve adalet temelinde sağlayacak ilkelerle partileşmek olmalıdır. Bunun için de hukuksuzluğa, haksızlığa, talan, yağma ve yolsuzluğa karşı toplumsal duyarlılığın, hak-hukuk ve adalet talebinin zirveye çıkması gerekir. Çünkü yeni siyaset ve yeni bir iktidar; bir partinin tek başına yeterli çoğunluğu elde etmesiyle değil, ancak adalet ve özgürlük ortak paydasında oluşacak bir toplumsal ve siyasal mutabakatla mümkün olacaktır. Bu nedenle, partileşmeden önce bir “Oluşum” olarak daha aktif ve görünür olmak gerekir. Bu sürecin henüz tamamlanmadığını düşünüyorum.
Kanaatime göre, politik tercihlerimizi, aidiyetlerimizi, partilerimizi yok saymadan, farklı toplumsal kesimlerle ve demokratik unsurlarla birlikte bir arada, birlikte, yan yana “Demokrasi’de İttifak” ederek bir uyanış, bir diriliş gerçekleştirmek zorundayız. Yeni Oluşum da, bunun öncülüğünü yaparak ancak partileşmelidir.
Ülkemizin ihtiyacı sadece bir iktidar değişimi veya mevcut ceberut iktidardan kurtulmak değil, yeni bir siyaset ile yeni ve çoğulcu bir iktidar, demokratik ve hukukun üstünlüğüne, insan hakları ve özgürlüklere dayalı bir sistem inşa etmektir. Kurumların bir ıslaha, yeniden bir düzenlemeye, düzeltilmeye, yapılanmaya, toplumun ise bir mutabakata, ortak paydalarda buluşmaya, barışa ve umuda ihtiyacı vardır. Acele etmekle parti kurulabilir ancak bu ihtiyaçlar sağlanabilir mi?
Kişisel kanaatim; henüz uygun bir zemin, uygun koşullar söz konusu değildir. Partileşmek için uygun bir siyasi iklimin oluşmadığını düşünüyorum. Yıkmadan, dağıtmadan, yeni krizlere, kaos ve karmaşaya imkan vermeden, tersine bunları çözmek için yola çıkan Yeni Oluşum’un partileşmek için çok daha dikkatli, temkinli ve hazırlıklı olma mecburiyeti olduğuna inanıyorum.
Ülkenin ve insanlarımızın karanlık dünyasını ve makus talihini değiştirmek için; öncelikle kutuplaşma, ayrışma ve düşmanlıkları bitirecek, hukuksuzluk, haksızlık, yoksulluk, işsizlik, sefalet, cehalet ile hep birlikte-topyekûn yeni ve ortak bir heyecanla mücadele edecek toplumsal ruhu canlandırmalı ve siyasal ortak bir zemin oluşturulmalıdır. Parti farkı gözetilmeksizin toplumun farklı kesimleriyle, sivil- siyasi bütün demokratik unsurlarla birlikte bu ortak zeminde buluşmayı başarmak zorundayız.
Türkü, Kürdü, Sünni’si, Alevi’si, inananı, inanmayanı ile birlikte “Demokrasi ve hukuk” ortak paydasında aynı safta, birlikte mücadele etmenin en önemli tarihi fırsatlardan birini yakalamışken, pragmatist bir anlayışla bu fırsatı bir partiye feda etmemeliyiz. Belki bu fırsatı birkaç parti ile birlikte kullanmanın ülkemiz açısından çok daha büyük avantaja dönüştürülebilmesi mümkündür, diye düşünüyorum.
Abdulbaki Erdoğmuş