Anadolu İrfanının Serencamı
Anadolu irfan geleneğinin oluşmasında Mevlana, Şems, Ahi Evren, Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli, Yunus Emre, Şemseddin Sivasi, Âlim, Terzi Baba, Şeyh Şaban-ı Veli, Seyyid Ahmet Arvasi, Mehmet Akif Ersoy, Sezai Karakoç, Necip Fazıl Kısakürek… ( yazının hacmi münasebetiyle isimlerini yazamadığım yüzlerce ilim ve fikir adamı ) gibi birçok manevi rehberin etkisi vardır. Anadolu halkının farklı kesimleriyle meşgul olan bu ve benzeri manevi önderler, Hz. Peygamber'in (s.a.s) getirdiği ilkeleri toplumsal hayatta yerleşik kılmayı hedefleyerek uyguladıkları yöntemlerle insan tabiatına nüfuz etmeye çalışmışlardır. Her birinin Anadolu topraklarında yaşayan insanlar üzerinde ayrı bir değeri ve etkisi vardır.
Kaynaklarının çeşitliliği bakımından evrensel, öz niteliği bakımından orijinal olan bu irfan geleneğinin esas kaynağı kelâm-ı ilahîdir.
Anadolu irfanı; toprağı vatan yapan, soyları, boyları, fertleri, kabileleri, etnik unsurları millet paydasında birleştiren, müşterek hisleri kuvvetlendiren, yaratana itaat ve yaratılana merhameti esas alan inanç, duygu ve yaşayış biçimidir.
Anadolu irfanının yaşayış biçimine baktığımızda akıl-kalp, düşünce-ahlak bütünlüğü içinde, edep ve nezaketle bezenmiş, yaratandan ötürü yaratılanı seven bir anlayışı görmekteyiz. Anadolu irfanını, halkın tamamını kapsamasa bile büyük çoğunluğun sahip olduğu duygu, düşünce ve davranış biçimi, buna uygun bir hayat tarzı, dünya ve ukba görüşü diye de açıklamak mümkündür. Mazlum yerine zalime yoldaş olan, adalet mefhumuna “Olsa da olur, olmasa da olur” gözü ile bakan, başkalarının hakkını hukukunu çiğnemeyi marifet sayan, toplumun milli ve manevi değerlerini hiçe sayan fert veya gruplar Anadolu irfanının dışında kabul edilir.
Anadolu insanının yüksekokul diplomaları olmasa da, kendine özgü bir düşünesi, tasavvuru, dünya ve ahirete bakış açısı, derin bir irfanı, basireti, feraseti ve geniş bir ufku vardır. O belki âlim değildir ama âriftir.
Anadolu irfanı devlet, millet, İslam sacayağına dayanır. İslam ile yoğrulan Anadolu irfanının temelleri Kur’an-ı Kerim, Sünnet ve Türk Töresine dayanır. Anadolu insanı, inandığı değerlerin adamı olma mücadelesini veren yiğitlerin genel adıdır. Anadolu insanı her zaman ve her türlü bölücü, yıkıcı mihraklarla mücadele etmiş ve ilanihaye bu mücadelesine devam etme azim ve kararlılığındadır. Şehitlerinin kanını yerde bırakmaz. Vatanının bölünmesine, özerk bölgelere ayrılmasına, ellerine şehit kanı bulunan teröristlere özgürlük ve özerklik vaat edilmesine izin vermez.
“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.” anlayışı Anadolu irfanının özetidir desek yanlış olmaz. Anadolu yiğitleri, vatan, devlet ve millet uğruna serden geçer ama vatanından asla vaz geçmez. “Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli” anlayışı Anadolu insanı ve irfanının vazgeçilmez değerleri arasındadır.
Anadolu irfanı hayatı, Gâvur ile Müslüman ayrımı üzerine kurar. Zalime, “gâvur gibi eziyet ediyor, gâvur gibi vuruyor" der. Merhametsiz, şefkatsiz olana “gâvur gibi adam” nitelemesinde bulunur.
Millî Mücadele döneminde yere göğe sığdırılamayan Anadolu halkının, o mücadelenin kazanılmasından sonra, her şeyi mutlak surette değiştirilmesi gereken, cahil, kaba, yobaz, geri kafalı bir topluluk olarak görülüp, kendisine aşağılayıcı gözlerle bakılıp, itilip kakılması sözde aydınlarımızın ve bazı siyaset erbabının alamet-i farikası olmuştur. Anadolu halkı kendisine reva görülen bu haksız tutum ve davranış sahiplerini çok partili sisteme geçtikten sonra başına geçirmemiş, onları iktidar koltuğuna oturtmayarak cezalandırmıştır.
“Edep ya hu” dan “Ya hayır söyle ya da sus” a “ Ezan dinmez, bayrak inmez, vatan bölünmez.” den, “Vatan borcu namus borcudur” a kadar pek çok deyimi içine alan Anadolu irfanı, yakın tarihimizdeki darbe girişimlerine karşı durulmasında da en etkin faktör olmuştur.
“Kültürden İrfana” adlı eserinde “Batı, kültürün vatanıdır. Doğu, irfanın” diyen Cemil Meriç herhalde Anadolu irfanını kastetmiştir. Anadolu insanı kandırmayı ve kandırılmayı şiddetle reddeden, bunlardan nefret eden bir inanca sahiptir. Bu inancının temelini Peygamberimizin (s.a.v) “Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz.” Hadis-i şerifi oluşturur. Belki beşeri özelliklerinden dolayı hata edebilir, yanılabilir bir delikten bir kez ısırılabilir ama aynı delikten ikinci kez ısırılmaz. Bu “delikten ısırılma” mecazi bir deyimdir, aldatılma, kandırılma anlamında kullanılır. Buna göre Anadolu insanı aynı konuda iki kere aldatılamaz, aldanmaz. Eğer aldanıyorsa basiret ve ferasetinde noksanlık var demektir.
Anadolu insanı çantada keklik değildir.
Çantada keklik deyimi Türk Dil Kurumu tarafından şöyle anlamlandırılmıştır. “ Elde edilmesi kesin ve kolay olan bir şey, bir kişi veya bir durum için söylenir.”
Bu deyimin hikâyesi şöyle anlatılır:
Batmanda köylüler arasında keklik avcılığı çok yaygınmış. Hemen herkesin sırtında bir çanta ve içerisinde insanı bile cezbeden harika öten bir keklik bulunurmuş. Çantada keklik denilince hep bu keklikler akla gelirmiş.
Kekliklerin yaşadığı alana gidilir, çantadaki kekliği çıkarırlar, atkuyruğunun kılından yaptıkları bir ipi kekliğin bir ayağına bağlayıp uygun bir yere bırakırlarmış. Bu kekliğin çevresinde yine atkuyruğu kılından oluşan tuzaklar olurmuş.
Çantadaki keklik, ayağında atkuyruğu kılından yapılmış bir ip bağlı olduğu halde sanki serbest kalmış gibi bağımsızlığını ilan edercesine ötmeye başlarmış. Öyle bir ötermiş ki bu sesi duyan çevredeki keklikler, sesin cazibesine kapılarak onun etrafında toplanırlarmış. Sesin cazibesi ve kekliğin etrafına serpilmiş olan yemler de diğer kekliklerin buraya gelmesini sağlarmış.
Güzel ses ve yem kekliklerin toplanmasına sebep olurmuş. O sese ve yeme doğru attıkları her adım kendilerini de çantada keklik adayı yaparmış. Gelen kekliklerin her biri gözle görülemeyecek kadar ince olan atkuyruklarından yapılmış olan tuzaklara yakalanırmış. Artık hepsi çantada birer keklik olur, ya da maalesef her biri sofralara yiyecek olarak gelirmiş.
Günlük hayatta çantada keklik ifadesi tam olarak bu şekilde cereyan etmese de yaşanılan olaylarla bu hikâye arasında bağlar vardır. Birileri sizin kendilerinin yanında arkasında olmanızı ister çantadaki keklik misali. Siz de her fırsatta o kişinin yanında olursunuz. Yanında olmanızı istemelerinin sebebi sizi çok sevmeleri değil, sizi kullanarak başkalarını da avlayabilmeleri isteğidir.
Hayatın her alanında buna benzer olaylarla karşılaşmanız mümkündür. Tıpkı kafesteki kuş gibisinizdir. Ayağınızı atkuyruğundan yapılmış kıl ile bağlamamışlardır ama itaatkârlığınız ve vefalı oluşunuz sizi zaten bağlamıştır. Onlar daha fazla kuş elde etmek adına çantadaki keklik misali sizi kullanmaya çalışırlar. Ama Anadolu insanı kendisini kullandırtmaz.
Anadolu insanı, irfanı ve feraseti ile aleyhine kurulan tuzakları atkuyruğu kılından bile ince olsalar sezer ve görür. Günümüzde herkes Anadolu ve irfan kavramlarını müspet çağrışımlarıyla algılamaz elbette. Bu tabirleri sevmeyen, duyunca tüyleri diken diken olanlar vardır. Aydın geçinen sözde aydınlarımızın çoğu bu kavramlardan hiç hazzetmezler. Çünkü onlara göre Anadolu, halkın cehaletini, irfan ise İslâm’ı çağrıştırır. Onlara göre modernleşmek, çağdaşlaşmak dururken, Anadolu irfanından bahsetmek saçmalıktır, ahmaklıktır.
Anadolu İrfanı aslında Müslüman Türk İrfanıdır. Kolay tesir altında kalmaz. Olaylar karşısında öyle sağlam bir mantığı, öyle umulmaz sezişleri vardır ki insanı hayrette bırakır” der ünlü yazarımız. (Reşat Nuri Güntekin, Anadolu Notları, 1986, 14. baskı, s; 154-157,İnkılâp Kitabevi. )
Fahri SAĞLIK/ Emekli Müftü