Türkiye Cumhuriyeti uluslararası toplumun saygın bir üyesi olarak imzaladığı anlaşmalarla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başta olmak üzere çok sayıda uluslararası mahkeme veya mekanizmayı insan hakları ve uyuşmazlıklar konusunda yetkilendirmiştir. Uluslararası toplumun bir parçası olmak demokrasi, insan hakları ve hukuk alanlarında ülkemize önemli kazanımlar sağlamış, uluslararası toplum da ülkemizin tecrübelerinden katkı sağlamıştır. Anayasanın 90. Maddesinde uluslararası anlaşmalar aşağıdaki ifadelerle kanun hükmünde ve temel hak ve özgürlükler alanında ise üstün tutulmuştur.
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Uluslararası anlaşmaların üstün tutulmasını yadırgamak ve insanların anlaşmalardan doğan haklarını ilgili uluslararası mercilerde aramalarını kınamak son derece anlamsızdır. Yapılan hak arama mücadelesi ülkemizi bir başka ülke veya ülkeler topluluğuna şikâyet etmek değildir. Parçası olduğumuz veya olmaya çalıştığımız ülkeler topluluğunun birikimlerinden faydalanarak ülkemize katkı sağlamaktır temel amaç. Bizlerin karşılaştığı hak ihlalleriyle çocuklarımızın karşılaşmaması için mücadele etmektir. Başvurabilmek için öncelikle iç hukuk yollarını tüketmek veya iç hukuk yollarının etkisiz olduğunu göstermek şartı olan uluslararası mekanizmalardan sonuç alıp hak ihlalinin giderilmesi ortalama 10 yıl alıyorsa bu hak mücadelesi daha çok gelecek nesiller ve insanımızın ortak iyiliği içindir. Ülkemizin kurumlarının ve özellikle yargı sistemimizin temel sorumluluğu ise edinilen tecrübeleri korumak ve geriye gitmesine izin vermemek olmalıdır.
Ülkemizde her dönemde siyasetin yargı üzerinde az veya çok etkili olduğu bilinen bir gerçekliktir. Yargı erki siyasetin etkisinden uzak olsun, bağımsızlığını ve tarafsızlığını koruyabilsin diye üyelerine sıradan vatandaşa göre çok daha yüksek hukuki korumalar ve haklar tanınmıştır. Ancak yargı camiası son birkaç yıldaki kadar baskıyı daha önce görmemiştir. Bunda maalesef her daim lanetlediğimiz 15 Temmuz hain darbe girişimi gecesi, daha uçaklar havadayken 2740 yargı mensubunun görevine son verilmesi ve hemen takip eden sabah saatlerinde gözaltına alınmalarının, sonrasında da ihraç edilen hâkim-savcı sayısının dört binleri geçmesinin önemli etkisi var. Her an ihraç edilme korkusuyla hareket eden yargı mensuplarından adalet beklenebilir mi? Bu konuda Mehmet Alkan’ın yargı reformuna yönelik yazılarının, özellikle de “Darbeyi hâkimler mi yaptı?” başlıklı (https://www.toplumsal.com.tr/mehmet-alkan-yazdi-yargi-reformu-4-darbeyi-hakimler-mi-yapti/) yazısının okunmasını öneriyor ve başka bir bahse geçiyorum. Yargı mensuplarına coğrafi güvenceden de bahsedilen yargı reformu paketinin açıklandığı günün ertesinde 3722 hâkim ve savcının görev yerini değiştirmiş bir ülkede yaşıyoruz sonuçta.
Her an meslekten çıkarılma endişesi ile kürsüde görev yapan hâkim ve savcıların da, diğer meslek gruplarının da, sıradan vatandaşın da kendilerine karşı oluşan bir hak ihlalinde iç hukuk yollarındaki son umudu Anayasa Mahkemesidir (AYM). AYM’ye uğramadan AİHM’e gitme şansı yoktur. AYM hak ihlalini gidermezse veya etkisiz bir yol olduğu kabul görürse AİHM’e gidilebilir. İlginçtir ki, ülkemizde AYM’ye gidenlerin ilkleri yine eski AYM üyeleri oldu. 16 Temmuz 2016’da “suçüstü” hali olduğu iddiasıyla gözaltına alınan ve 20 Temmuz’da Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanan Alparslan Altan AYM’ye 07 Eylül 2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. AYM Alparslan Altan’ın başvurusunda ve aynı süreci yaşayan eski üyesi Erdal Tercan’ın başvurusunda hiçbir hak ihlali görmemiş, başvuruların “açıkça dayanaktan yoksun olduğu” gerekçeleriyle reddetmiştir. Ancak AİHM 16 Nisan 2019 tarihli Alparslan Altan (B. No:12778/17) kararında tutukluluğun hukuka aykırı olduğuna ve Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi (AİHS) 5/1 maddesini ihlal ettiğine karar vermiş, ülkemizi 10 bin avro tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Konunun detayını daha önce “AİHM’in Alparslan Altan/Türkiye Kararı Üzerine İlk Değerlendirmeler” başlıklı yazımda (https://www.meridyenhaber.com/aihmin-alparslan-altanturkiye-karari-uzerine-ilk-degerlendirmeler-makale,44704.html) değerlendirmiştim. Sonrasında AİHM/Alparslan Altan kararını Türkçeye çevirdim ve AİHM sayfasında da bu çeviri (https://hudoc.echr.coe.int/fre?i=001-194102#{%22itemid%22:[%22001-194102%22]}) yayınlandı. Okuyucularıma mutlaka bu metinleri okumayı öneriyor ve burada da bahsi kısa geçiyorum. Ancak AYM ile aynı fikirde olmadığımı ve AİHM’in hak ihlali kararına tamamen katıldığımı belirtmek isterim. AİHM kararını ise yeterli görmüyorum. Yeterli görmediğim en önemli husus, AYM’yi halen etkili bir iç hukuk yolu olarak görüyor olmasıdır.
AYM maalesef beni ve birçok meslektaşımı büyük hayal kırıklığına uğratmıştır. En büyük hayal kırıklığı Alparslan Altan ve Erdal Tercan’ın, yasal hakları ve kendilerine tanınan özel usullere riayet edilmeksizin gözaltı ve tutuklanmalarına hukuk içinde bir tepki gösterilmemesi sonrasında 04 Ağustos 2016 tarihinde Genel Kurul kararıyla meslekten çıkarılması ile oluşmuştur. AYM hiçbir mevzuatta yer almayan bir usulle kendi üyelerini meslekten çıkarınca, onbinlerce kamu görevlisinin kurum kanaati ve sosyal çevre araştırması gibi garabet kriterlerle ihracının önü de açılmış oldu. AYM Genel Kuruluna katılan üyeler, sadece meslekten çıkardıkları mesai arkadaşlarının değil, sonrasında ihraç edilecek onbinlerin de vebalini üstlenmiş oldular.
Bu gelişmelerin öncesi ve sonrasındaki çok sayıda kararı nedeniyle AYM’nin etkili bir iç hukuk yolu olmadığını, uluslararası kamuoyunun gündeminde olan veya olabilecek bazı davalarda verdiği kararlarla AİHM başta olmak üzere, uluslararası mekanizmalar nezdinde vitrin oluşturduğunu ve ülke içinde sesi çıkamayanların mağduriyetlerinin artmasına neden olduğunu düşünüyorum.
AİHM başvurularının yapılmasında süre uzatıcı bir engel olarak görüyorum. Maalesef bu görüşümü pekiştiren bir hususu AYM internet sayfasından erişilen kararlar bilgi bankasında gördüm. 27 Haziran 2019 tarihinde Alparslan Altan kararını incelemek için girdiğim internet sayfasında bazı müdahale tanımlarıyla birlikte parantez içinde “PDY ile ilgili müdahaleler bağlamında yapılacak başvurularda kullanılacaktır” ifadeleri yer almakta idi. Söz konusu ifadelerin karşılığında ise “açıkça dayanaktan yoksunluk” şeklinde sonuç ibareleri yer almaktaydı. Sonuç ibareleri ise yalnızca bahsettiğim vitrin başvurular haricinde hemen her dosyada aynı idi. Özetle vitrin denebilecek bireysel başvurular haricinde hak ihlali kararı yoktu veya ben göremedim.
Karşılaştığım parantez içindeki ifade ve genel sonuç dağılımı nedeniyle bunun bir ihsas-ı rey olduğunu düşündüm. Ancak bu görüşümü hemen paylaşmak yerine halen görevde olan ve bence FETÖ/PDY nedeniyle değil, görevdeyken vermiş oldukları kararlar, HSK seçimlerinde destekledikleri adaylar vb. nedeniyle ihraç olmuş çok sayıda meslek üstadımla konuyu paylaştım. Ortak görüş AYM internet sayfalarında yer alan ifadelerin ihsas-ı rey olarak anlaşılacağı ve her koşulda mahkemelerin koruması gereken “objektif tarafsızlık” (tarafsız görünme yükümlülüğü) ilkesine açısından sorunlu olduğuydu. En hafif yorumu yapan üstadım “AYM’nin Alparslan Altan’ınkine benzer başvurularda önceki kararının etkisinde kalmadan başvuruları sonuçlandıramayacağına ilişkin bir şüphe oluşmasının makul karşılanması gerektiği, bu durumun da tarafsızlık ilkesinin ihlali anlamına geleceği” şeklindeydi. Meslek üstatlarımın büyük çoğunluğu parantez içindeki ifadeyi “skandal” olarak nitelediler.
Sonrasında siteye tekrar baktığımda meslek gruplarına ve müdahale iddialarına göre tasnif edilmiş benzer notlar gördüm ve vitrin başvurular haricinde ihlal sonucu göremedim. Sayfanın html koduna baktığımda 37 ayrı tasnif olduğunu gördüm. 37 ayrı müdahale iddiası tasnifinde parantez içinde aynı notun yer alıyor olması ve vitrin başvurular harici ihlal sonucu olmamasını ihsas-ı rey olarak değerlendirdim.
Bir hukukçu olarak benim de bazı şablon savunmalarım var. Şablon savunmalarım mesela “ByLock kullanımı iddiasının yalnızca operatör kaydına dayanması ve operatör kaydının teknik hatalar içermesi” durumu için Yargıtay’ın bazı kararlarına da atıf yaparak hazırladığım birkaç paragraf mevcut. Ama hiçbir hukukçu yalnızca şablonlardan oluşan bir dilekçe hazırlamaz, hazırlamamalıdır. Benzer durum yüksek mahkemelerde de sıklıkla görülür.
Tetkik hâkimleri veya raportörler arasında sözlü ya da elden ele yazılı dolaşan “formüller”, “saklar” vb. şeklinde isimlendirilen kalıplar (şablonlar) vardır. Ancak belirttiğim gibi bu “formüller” belirli olaylar içindir. İçtihat birliğinin sağlanması amaçlanırken örgüte has bir içtihat birliğinden bahsedilemez. Soyut ve genel olaylar ve iddialar için sık karşılaşılan durumlara yönelik içtihat birliğinden bahsedilebilir. AYM bünyesinde de referans kararları tasnif eden ve raportörlere iç ağları üzerinde veya şifahen ileten “araştırma-içtihat” (kısaca ARİÇ denir) sorumluları olabilir.
Silahlı Terör Örgütü üyeliği iddiasının çeşitli ihtimalleri için geçmiş referans kararlara atıf yapan formüller hazırlanabilir. Ancak örneğin PKK üyeliği için özelleştirildiğine rastlanmamıştır. Başka herhangi bir örgüt için ayrıma gidilmezken sadece PDY için ayrıma gidilmiş olmasının herhangi bir insan ırkı için farklı tasnife gidilmesinden farkı yoktur. Hukuk ne ile suçlanırsa suçlansın her insana eşit uygulanmalıdır. Şablon kullanımı yeterince tartışmalı ve her hukukçunun yaşadığı onlarca olumsuz örneğe neden olmuş bir durum iken belirli bir örgüte ve meslek gruplarına yönelik tasnif ve şablon kullanımı bana göre ihsas-ı reydir. İnternet sayfasında bu durumun görünüş tarzı da sosyal medya paylaşımımda belirttiğim gibi “tarifeli karar” verme olarak adlandırılabilir.
Demokrasi yalnızca sandık değildir. Kamuoyu denetimi demokrasilerde son derece önemlidir. Kamuoyu dilediği zaman ve zeminde, elbette üsluba ve usule azami dikkat ederek sorularını sorabilir, eleştirilerini iletebilir. Bu hakların ve de ifade özgürlüğünün nihai koruyucu makamı olması gereken AYM’de eleştirilebilir. Kamuoyu dikkatinin çekilmesi için sert bir dille de eleştirilebilir.
Ben de bu hakkımı sosyal medya hesabım üzerinden kullandım ve düşüncelerimi, değerlendirmelerimi çekinmeden ve sert bir dille ifade ettim. Değerlendirmelerim ifadelerle ilk karşılaşmamdan yaklaşık 24 saat sonra ve yaptığım çok sayıda görüşmenin bir sentezi idi ve ekran görüntüleri ile de desteklenmişti. Temel amacım konuyu gündeme taşımak ve şablon kararlar, iç talimat olarak nitelenebilecek tasnif ve ifadeler ile “objektif tarafsızlık” ilkesi çerçevesinde kuvvetli ve nitelikli bir tartışma başlatmak, kamuoyunun dikkatini çekmekti.
AYM konusundaki ihsas-ı rey değerlendirmem geniş bir yankı buldu. Sosyal medya paylaşımlarım sonrası görüldü ki AYM’nin objektif tarafsızlığı konusu oldukça tartışmalı. Hemen her kesimden insanlar, hukuk hocaları, siyasetçiler, sanatçılar vb. AYM’nin tarafsız ve bağımsız karar veremediğini düşünüyor. AYM internet sayfasındaki ifadeleri de ihsas-ı rey olarak görüyor.
AYM açıklama yapmak yerine sitesini erişime kapattı. Arşiv sitesini paylaştıktan sonra ise site tekrar açıldı. Keşke böyle olmasaydı. Bu durum daha çok soru işaretine neden oldu. Takip eden sabah AYM sosyal medya hesabından bir açıklama yaptı. Açıklama aynen şu şekilde:
“Sosyal medyada bir başvuruya dair karar bilgi formundaki “PDY ile ilgili müdahaleler bağlamında yapılacak başvurularda kullanılacaktır” ifadesinden hareketle benzer başvurulara ilişkin ihsas-ı reyde bulunulduğuna ve başvuruların reddedileceğine dair paylaşımlar görülmüştür. Söz konusu ifade PDY bağlantısı iddiasıyla hakkında işlem yapılanların bireysel başvurularının incelenmesini kolaylaştırmak üzere tasnif edilmesi ve bu konu ile ilgili verilen kararlara kolay ulaşılması amacıyla bilgi formuna eklenmiştir.
İhsas-ı reyde bulunulduğu yolundaki iddia tamamen gerçek dışıdır. Nitekim hakkında PDY bağlantısı iddiasıyla işlem yapılan başvuruculara ilişkin örnek olarak listelenmiş ihlal kararlarıyla ilgili bilgi formunda da aynı ifadeye yer verilmiştir. Listede verilen bilgiler kullanılarak Anayasa Mahkemesi kararlar bilgi bankasından bu kararlara ve bilgi formlarına erişilmesi mümkündür.”
Bu ifadelerden sonra maalesef vitrin olarak nitelediğim başvurular örnek verilmişti. Ayrıca “incelenmesini kolaylaştırmak üzere tasnif edilmesi” ifadesi de maalesef sorunlu idi. Bir örgüte has tasnifi doğru bulmak bir insan ırkına has tasnifi doğru bulmaktan farklı değildir. Bir diğer sorunlu durum ise, PYD’ye atıf yapan 37 ayrı tasnif evet var ve kararlar bilgi bankasında bu tasnife göre arama yapılabiliyor.
Ancak örneğin “Suç isnadına bağlı-askerlerin tutuklanmasına bağlı müdahale iddiaları (PDY ile ilgili müdahaleler bağlamında yapılacak başvurularda kullanılacaktır” tasnifi seçildiğinde ihlal olmadığı kararlaştırılan 2 (iki) kararla karşılaşırken “askerlerin” ifadesi “avukatların” olarak olan tasnif tercih edildiğinde hiç karar görünmüyor. Hiç karar olmayan başka seçenekler de mevcut ve henüz yer almayan kararlar için neden tasnif gereği duyulduğu ise başka bir soru işareti oluşturuyor ve henüz verilmemiş kararlar için de şablonların hazır olduğu algısını kuvvetlendiriyor.
Sevindirici olan hususlar öncelikli amacıma ulaşmış olmam ve önemli bir konunun tartışılmasının yanı sıra, AYM’nin demokratik bir tavırla, kurumsal olgunluğuna da yakışır şekilde hukuk dili ile açıklama yapmış olması idi. AYM kamuoyunun gündeminde olan bir tartışma konusunda açıklama tarzı ile örnek olmuştur. Neticede amacımız kurumlarımızı yıpratmak değildir.
Amacımız ekmek gibi, su gibi, acil, olmazsa olmaz ve devamlı ihtiyacımız olan hukukun tüm evrensel ilkeleriyle üstünlüğünün tesisine katkı sağlamaktır. Bu bakış açısıyla olması gerektiği şekilde AYM’nin bazı kararlarını, şablon kullanılıp kullanılmadığını ve kullanılmış olma ihtimalinin sakıncalarını tartışabiliriz.
AYM’nin kendi üyeleriyle ilgili verdiği kararı tekrar dikkate almak gerektiğini de vurgulayarak haftasonu AYM’nin onlarca kararını incelediğimi belirteyim. Onlarca kararda maalesef birbirini tekrar eden ve şablon olarak nitelenebilecek çok sayıda bölüm mevcut. Vitrin olarak nitelenemeyecek kararlarda ihlal olmadığına hükmedilmiş. Gerekirse bu kararlara daha detaylı değinilebilir ileride ancak bazı örnekler var ki mutlaka dikkate alınması gerekli.
OHAL Komisyonuna başvuru hakkı olmayan hâkim ve savcıların bireysel başvurularını OHAL komisyonuna yönlendiren, dolayısıyla reddeden çok sayıda kararı var AYM’nin.
Bir tutuklunun 2 ay hiç tutukluluk devam kararı tebliğ edilmiyor. Birinde tutukluluğa itiraz sonucu 6 ay sonra tebliğ ediliyor. Diğerinde Ekim, Kasım 2016 tutukluluk devam kararı 8 ay sonra tebliğ ediliyor. Her bir başvuruda ihlal olmadığına hükmediliyor. Tutukluluk başta olmak üzere başvuruculara ilişkin temel hak ve özgürlüklerin kullanımı korunmuyor, karar verme noktasında çekingen davranılıyor.
Şablon kullanımının neden olmuş olabileceği bariz maddi hatalar da mevcut. Örneğin İkinci Bölüm İkinci Komisyonunun 29/12/2017 tarih ve 2017/12197 başvuru sayılı Ahmet Kart; İkinci Bölüm İkinci Komisyonunun 09/03/2018 tarih ve 2017/21109 başvuru sayılı Zakir Tütüncü; Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunun 29/12/2017 tarih ve 2017/8561 başvuru sayılı Ali Bulutyaran kararlarında olduğu gibi 15 Temmuz 2016 tarihinden önce tutuklanmış kişiler hakkında, 15 Temmuz'dan sonra ve darbe girişimi nedeniyle tutuklanmış gibi, dosya kapsamıyla bağdaşmayan, incelemenin bireyselliğinin gerektirdiği özen ve iyiniyetli yaklaşımı sorgulatan kararlar mevcut.
Basın mensubu Hasan Taşar hakkında Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonu tarafından, 24 Temmuz 2018 tarihinde B.No: 2017/37822 sayılı kararla; karar tarihinde başvurucu hakkında henüz bir hüküm kurulmamışken, 18 Mayıs 2018 tarihli duruşmada sanıkların savunma yapmak üzere süre istemeleri nedeniyle hüküm için duruşmanın 30-31 Temmuz 2018 tarihine ertelendiği görülmeden (veya böyle bir süre verileceği öngörülmeden mahkûmiyet kehanetinde bulunularak), “18 Mayıs 2018 tarihinde mahkumiyet hükmü verildiği ve bu hükümde dayanılan gerekçelerin haklı görüldüğü” ifadesi yer alan karar da mevcut.
Zekeriya Yılmaz kararında (İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonun 27/07/2018 tarih ve B.No: 2017/2091) olduğu gibi ByLock kullanımı iddiası olmayan yüksek yargıç hakkında bu iddia varmış gibi, yanlış, dosya kapsamıyla bağdaşmayan, şablon ihtimalini kuvvetlendiren kararlar da mevcut.
Bir yüksek yargı üyesinin dosyasında bulunmayan muhteva kararda yer alabiliyorsa, bu karar AYM üyelerince imzalanabiliyorsa sıradan vatandaşın kaygı duyması olağandır. Bizlerin ise AYM’nin etkili bir iç hukuk yolu olmadığını ısrarla vurgulamamız ve AİHM başta olmak üzere uluslararası mahkemeler nezdinde bunu gündeme getirmemiz de savunma makamındaki hukukçular olarak görevimizdir. Nitekim BM İnsan Hakları Komitesi 28.05.2019 tarih 2980-2017 sayılı İsmet Özçelik-Turgay Karaman/Türkiye kararı ile AYM’yi etkili bir iç hukuk yolu olarak görmemiştir.
AYM üyelerimiz elbette çok deneyimli hukukçulardır. Vicdanlarına ve hukuka uygun karar vermişlerdir. AYM üyeleri örneğin bir AVM’de vitrinlere bakarken Genel Kurul kararı ile meslekten çıkardıkları 2 üyenin eşleri veya çocukları ile karşılaşır ve göz göze gelirlerse, vitrini unutup vicdanlarına döneceklerdir. Elbette başlarını her yastığa koyduklarında da vicdanlarına dönüyorlardır, hatta her saniye vicdanlarıyla baş başadırlar.
Kim bilir belki de üyeler olmasa da, üyelerin eşlerinden biri karşılaşmış olabilir meslekten çıkarılmış bir üyenin eşiyle, bir AVM vitrini önünde. Belki konuşmuşlardır. Eşler konuşmalarını üyelere aktarmıştır belki. Belki meslekten çıkarılmış üyelerden birinin eşinin çok ağır geçen hastalık ve tedavi sürecinde ziyaretine gidilemediği için üzülüyor ve en azından bir helallik ziyareti planlıyorlardır.
AYM üyeleri, AYM’nin vitrin kararlarla değil, sıradan vatandaşının dahi haklarını koruyan kararlar alabilmesi için yapılması gerekenleri konuşmak ve her halleriyle objektif tarafsızlık ilkesine uygun olabilmek için bir araya gelip konuşacaklardır. Ne de olsa ortak amacımız bu değil mi? Ortak amacımız hukukun tüm evrensel ilkeleriyle üstün olmasıdır. AYM’nin herkes için umut olması, hak ihlallerinin giderilmesinin önünde engel olmamasıdır.