Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılından 1946 yılına kadar 23 yıl boyunca aralıksız olarak tek parti yönetimi ülkede hüküm sürmüştür. Önce Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve daha sonra ise Cumhuriyetçi Serbest Fırka kurulmuş ancak her iki çok partili hayata geçiş denemesi de başarısızlıkla sonuçlanmış ve iki parti de kapatılmıştır. 1946 yılında Demokrat Parti’nin Celal Bayar öncülüğünde kurulmasıyla birlikte resmen çok partili hayata geçilmiştir. Demokrat Parti söylemlerinde, özgürlükleri artıracağı iddiasında bulunarak hükümete gelmiş olsa da kuruluşundan kapatılışına kadar geçen süre zarfında genel anlamıyla özgürlüklerin öncüsü olamadığı ve hatta çoğunluğun tiranlığı haline dönüştüğü eleştirisiyle karşı karşıya kalmıştır.
İlkay Sunar, Demokrat Parti’nin kitleler halinde siyasal hayata girişini; geniş tabana dayalı ekonomik kalkınma ve devlet-toplum bütünleşmesi olarak iki temel boyut üzerinden değerlendirmiş ve bu durumun seçmen desteğine dönüştüğünü söylemiştir. Çağlar Keyder ise Demokrat Parti’nin iki ana fikrini; devlet müdahalesi yerine pazarı savunan ekonomik özgürlük ve siyasi baskı ile merkezin yerine mahalli gelenekleri savunan din özgürlüğü olarak temellendirmiştir. Bu felsefe temelinde DP, ilk kez ezici bir üstünlükle seçim kazanmıştır. Bu ezici üstünlükten dolayı Başbakan Menderes, çok çabuk fikir değişimine uğramış ve her türlü kuşkudan arınmıştır. Adnan Menderes, gazeteci Ahmet Emin Yalman’a hitaben seçimlerde almış oldukları oydan dolayı halk tarafından kabul gördüklerini ve halkın güvenini kazandığı için de artık gazetecilere danışma gereği duymadığını söylemiştir. Aslında bu söylem, Menderes hükümetinin nasıl bir politika izleyeceğinin göstergesi olmuştur. Demokrat Parti, 1950-1954 yılları arasında hükümete gelerek ülkede pek çok köklü reform yapmıştır.
Fakat bu reformlar, gerçek anlamda özgürlükleri artırmaya yönelik değil özellikle sadece ekonomik kalkınma, tarım ve ülkenin yapısal inşasına yönelik hamlelerdir. Demokrat Parti icraatlarıyla karayolu bağlantıları yapılan Anadolu köyleri, ilk kez dış dünyaya açılmış ve böylelikle köylülerin kasaba ve kentlere ulaşımı kolaylaşmıştır. ABD’nin hem mali hem de teknik desteği sayesinde otomobiller, otobüsler, traktör ve kamyonlar asfalt yolları kullanmaya başlamıştır. Kıyı şeritlerinin önce iç turizme daha sonra ise dış turizme açılması sayesinde turizmden gelir elde edilmiştir. Türk tarımının makineleşmesi ile birlikte ekili alanlarda ve üretimde artış sağlanmıştır. Demokrat Parti’nin ilk dönemindeki icraatları sayesinde ülkede hissedilir bir biçimde gelişmeler yaşanmıştır. Hatta Feroz Ahmad, DP’nin ilk yılını Menderes’in altın yılı olarak görmektedir. Demokrat Parti’nin ana kaygısının sadece ülkeyi maddi yönden dönüştürmek olmuştur. Ekonomide liberal ve siyasette demokrat kimliğiyle ön plana çıkan Demokrat Parti, hükümete gelir gelmez Türkçe ezanı kaldırmıştır.
Bu sebeple Celal Bayar ile Adnan Menderes’in arasını açacak ilk olay gerçekleşmiştir. Feroz Ahmad da bu konudan bahsederken DP’lilerin ülkeyi ileri götürme konusunda çok aceleci davrandığını söylemekte ve bu tutumun yanlışlığından söz etmektedir. Genel af ilan edilmesi ve liberal basın yasasının çıkarılması Demokrat Parti’nin halk nezdinde itibarını artırmıştır. Cem Eroğul’a göre ise Demokrat Parti yönetiminin yapmış olduğu bu olumlu icraatlar nedeniyle halk, beklenti içerisine girmiş ve hükümetin icraatları yerine getireceği yönünde bir intiba oluşmuştur. Demokrat Parti, iktidara geldiği gün her ne kadar CHP ile bir hesaplaşma içerisine girmeyeceğini söylese de muhalefete yönelik otoriter bir davranış sergileyerek baskı kurmuştur. Hatta DP hükümeti, CHP’nin malvarlığına el koymuş ve bu nedenle Demokrat Parti’nin açık bir saldırıya geçtiği söylemini de beraberinde getirmiştir.
Ekonomideki olumlu gelişmelerin yanı sıra CHP döneminde yaşanan olumsuzlukların giderileceği vaadinde bulunulmasına karşılık Demokrat Parti, söylemleriyle hiç de bağdaşmayan bir tutum içerisine girmiştir. DP, özgürlükleri genişletmesi gerekirken tam tersine antidemokratik düzenlemelere devam etmiş ve hatta yeni kanunlar çıkararak baskısını daha da artırmıştır. Ceza yasasının daha da ağırlaştırılması ve üniversitelerin özerk yapısının bozulması, DP hükümetinin diğer olumsuz icraatlarındandır. Demokrat Parti’yi destekleyen liberal çevreler, DP’nin vaatlerini yerine getirmesinden ziyade ülkeyi daha da geriye götürdüğü düşüncesiyle desteğini çekmiştir. Özellikle siyasetçiler, basın çalışanları, bürokratlar, akademisyenler ve askerlere yönelik otorite kuran Demokrat Parti, birçok insanın işinden atılmasına ve birçok kişinin de tutuklanmasına yönelik siyaset izlemiştir. Daha önce kendileriyle birlikte Demokrat Parti’nin kurucuları arasında yer alan ancak yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle partiden ayrılıp Millet Partisi’ni kuran eski yol arkadaşlarının Atatürk devrimlerine karşı olduğunu iddia eden DP hükümeti, bu partiyi kapatarak çok partili hayatta adeta CHP dışında başka bir rakip istemediğini de göstermiştir.
Bir muhalefet partisinin sıradan bir dernek gibi kapatılması doğru değildir ve bu durum ülkedeki çok partili demokrasiye aykırıdır. İsmet İnönü’nün geçmek istediği çok partili hayatın bu denli zor olması, anayasal gerekçelere göre değil tamamen keyfi gerekçelere göre uygulanmıştır. Öyle ki demokrasiye ve özgürlüklere aykırı olan bu tutum ve davranışlardan dolayı Demokrat Parti’nin kendi içerisinden bile aykırı seslerin çıkmasına ve hatta tepkilerin giderek daha da artmasına neden olmuştur. Feroz Ahmad da 1954 seçimlerinden sonra Demokrat Parti’de yaşanan tüm bu olumsuzlukların nedenini genellikle parti içindeki siyasal problemlerden kaynaklandığını söylemektedir. Tepkilerin artması DP içerisinde huzursuzluğa yol açmış, partideki muhalif kişiler ihraç edilmiş ve artık bu partide siyaset yapılamayacağını düşünen birçok kurucu isim partiden istifa etmek zorunda kalmıştır. Bu olumsuzluklar nedeniyle kurulduğu günden itibaren Demokrat Parti’yi dışarıdan destekleyen çok sayıda gazeteci, bürokrat ve asker dahi partiye muhalefet eder hale gelmiş ve hatta muhalif siyasetçilerin CHP çatısı altında toplanmasına yol açmıştır.
Her geçen gün otoriter kararlarına bir yenisini ekleyen Demokrat Parti, muhalefete oy verdiği gerekçesiyle Malatya’yı ikiye bölmüş ve Kırşehir’i ise ilçe yapmıştır. Muhalefetin radyo ile propaganda yapması yasaklanmış, siyasi partilerin karma liste yapması yasaklanarak muhalefetin güç birliği yapmasının önüne geçilmiştir. Yargıtay, Danıştay, Sayıştay ve üniversite profesörleri yirmi beş yıllık hizmet süresi sonunda mecburen emekliye ayrılmış, hangi görevde olursa olsun tüm memurları işinden atabilme yetkisi tanınmış, gazetecilere ağır para cezası verilmiş ve CHP’nin toplantıları yasaklanarak dağıtılmıştır. Ülkede yaşanan baskı ve ekonomik durumun bozulması nedeniyle halk, Demokrat Parti’ye olan desteğini çekmiş ve DP popülizmi ılımlılıktan otoriterliğe dönüşmüştür. Böylece Demokrat Parti, ülkedeki olumsuz gidişat nedeniyle katıldığı son seçim kampanyasında din ve milliyetçilik motiflerini ön plana çıkarmıştır.
Sonuç olarak “millete gitme” hakkını kullanan ve halktan almış olduğu oyla güç kazanan Demokrat Parti, son dönemi hariç ülkeyi ekonomik ve refah anlamında kalkındırmıştır. Fakat özgürlükler konusunda birçok vaatte bulunan DP, vaadini yerine getirmediği gibi otoriter bir tavır sergileyerek başta muhalefet partileri olmak üzere toplumun bazı kesimlerini baskı altına almıştır. Bu baskı, Demokrat Parti’nin ikinci döneminden itibaren hissedilmeye başlanmıştır. O dönem TBMM’de çıkarılan tüm kanunlar, hukuki bir denetime tabi tutulamadığı gibi kanunların anayasaya aykırılığı da denetlenememiştir. Çünkü Anayasa Mahkemesi gibi bir denetim mekanizması o dönem yoktur. Bu nedenle 1960 darbesine kadar çıkarılan tüm kanunlar yasalaşmıştır. Ne yazık ki 10 yıllık Demokrat Parti yönetiminden kurtulmanın tek çözüm yolu olarak darbenin görülmesi, ülke demokrasisi açısından ağır yaralar açmıştır. Yassıada’da görülen dava neticesinde dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan hakkında idam kararı verilmiştir. Maalesef bu karar uygulanarak üç siyasetçi idam edilmiştir. Günümüzde “Demokrasi şehidi” olarak anılan üç siyasetçi de her yıl anılmaktadır.
Enes CÖMERT